10 Ağustos 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Yıldızlar yer ehline ışık verdiği gibi, içinde Allah’ın anıldığı evler de gök ehline öylece ışık verirler.

Câmiü's-Sağîr, No: 1127

10.08.2009


Selâmet ve emniyet, yalnız İslâmiyette ve imândadır

“O takvâ sahipleri ki, görmedikleri halde Allah’a ve O’nun bildirdiklerine imân ederler.” (Bakara Sûresi: 3.)

İmânda ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle.

Bir vakit, iki adam hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbîn, tâli’siz bir tarafa; diğeri hudâbîn, bahtiyar diğer tarafa sulûk eder, giderler.

Hodbîn adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbîn olduğundan; bedbînlik cezası olarak, nazarında pek fenâ bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde âciz bîçareler zorba, müthiş adamların ellerinden ve tahribâtlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür. Bütün memleket bir mâtemhânei umumi şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim hâleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü herkes ona düşman ve ecnebî görünüyor. Ve ortalıkta dahi müthiş cenazeleri ve me’yusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdânı azab içinde kalır.

Diğeri hudâbîn, hudâperest ve hakendiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor. Her tarafta bir sürûr, bir şehrâyin, bir cezbe ve neşe içinde zikirhâneler. Herkes ona dost ve akrabâ görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisâtı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlîl ile mesrurâne ahzı asker için bir davul, bir musikî sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemi ile müteellim olmasına bedel; şu bahtiyar hem kendi, hem umum halkın sürûru ile mesrur ve müferrah olur, hem güzelce bir ticaret eline geçer. Allah’a şükreder. Sonra döner, öteki adama rast gelir, halini anlar. Ona der:

“Yahu, sen divâne olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler, zâhirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve tâlân etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al, kalbini temizle. Tâ şu musîbetli perde senin nazarından kalksın. Hakikati görebilesin. Zîrâ nihayet derecede âdil, merhametkâr, raîyyetperver, muktedir intizamperver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsârı terakkiyât ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği sûrette olamaz.”

Sonra o bedbahtın aklı başına gelir, nedâmet eder:

“Evet, ben, işretten divâne olmuştum. Allah senden râzı olsun ki, cehennemî bir hâletten beni kurtardın” der.

Ey nefsim! Bil ki, evvelki adam kâfirdir veya fâsık gàfildir. Şu dünya onun nazarında bir mâtemhânei umumiyedir. Bütün zîhayat firâk ve zevâl sillesiyle ağlayan yetimlerdir. Hayvan ve insan ise, ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudât ruhsuz, müthiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalâletinden neş’et edip, onu mânen tâzib eder.

Diğer adam ise mü’mindir. Cenâbı Hàlıkı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya bir zikirhânei Rahmân, bir tâlimgâhı beşer ve hayvan ve bir meydanı imtihanı ins ü cândır. Bütün vefiyâtı hayvaniye ve insaniye ise terhisâttır. Vazife-i hayatını bitirenler bu dârı fânîden, mânen mesrurâne, dağdağasız diğer bir âleme giderler. Tâ yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar. Bütün tevellüdâtı hayvaniye ve insaniye ise, ahzı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir. Bütün zîhayat birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakîm memnun memurlardır. Bütün sadâlar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş’esinden neş’et eden nağamâttır. Bütün mevcudât, o mü’minin nazarında, Seyyidi Kerîminin ve Mâliki Rahîminin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitâbıdır. Daha bunun gibi pekçok latîf, ulvî ve leziz, tatlı hakikatler imânından tecellî eder, tezâhür eder.

Demek, imân bir mânevî Tûbâi Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir Zakkumu Cehennem tohumunu saklıyor.

Demek selâmet ve emniyet, yalnız İslâmiyette ve imândadır. Öyle ise biz dâimâ, “Elhamdülillahi alâ dini’l İslâm ve kemâli’l iman” (İslâm dinini ve mükemmel imân nimetini ihsan ettiği için Allah’a hamd olsun) demeliyiz.

Sözler, 2. Söz

Bediuzzaman Said Nursi

10.08.2009


Bediüzzaman’ın son mektubundan düsturlar

Bir hizmetin meşrûiyeti, Kur’ân ve sünnete istinad etmesidir. Delilini ve dayanağını Kur’ân ve sünnetten almayan metodlar, nefsî ve dünyevî olur. Öyleyse dâvâsı İslâmiyet olanın metodu da Kur’ân ve sünnetten olmalıdır.

Atalarımız ne güzel söylemişler. “Kem âlâtla kemâlât olmaz.” Hakikaten kötü âletle hiçbir kemâlât olmaz. Öyleyse meşrûiyeti Kur’ân ve sünnetten olmayan hiçbir metod ve yol da gaye-i hayale ulaşamaz. Bu mânâda Bediüzzaman “Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle kalbime geldi ki: Bu muhtelif turukların başı ve bu cetvellerin menbâı ve şu seyyarelerin güneşi Kur’ân-ı Hakîmdir. Hakikî tevhid-i kıble bunda olur. Öyleyse, en âlâ mürşid de ve en mukaddes üstad da odur. Ona yapıştım. Nâkıs ve perişan istidadım elbette lâyıkıyla o mürşid-i hakikînin âb-ı hayat hükmündeki feyzini massedip alamıyor. Fakat ehl-i kalb ve sahib-i halin derecâtına göre, o feyzi, o âb-ı hayatı, yine onun feyziyle gösterebiliriz. Demek, Kur’ân’dan gelen o Sözler ve o nûrlar, yalnız aklî mesâil-i ilmiye değil, belki kalbî, ruhî, hâlî mesâil-i imaniyedir. Ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i İlâhiye hükmündedirler” (Mektubat, 2004, s. 595) diyerek kendi mesleğinin meşrûiyetinin Kur’ân’dan olduğunu ifade etmektedir.

Bediüzzaman’ın hizmet esasları Kur’ân’a ve sünnete istinad etmektedir. Risâle-i Nûr hizmetinin en önemli düsturlarından birkaç tanesini Bediüzzaman son mektubunda şöyle ifade eder: “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imâniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır.” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s: 870)

Yukarıdaki paragraf “Umum Nûr Talebelerine Üstad Bedîüzzamân’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir” mektubunun giriş paragrafındandır. Bu mektup çok önemli düsturlarla doludur. Ancak mektubun ilk cümleleri, Risâle-i Nûr hizmet metodunun üç temel özelliğini ve yöntemini nazarlara sunması açısından mühimdir. Bu mektubun ilk paragrafındaki cümleleri incelediğimizde üç önemli düstur şöyledir:

Birincisi: “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir.” Bizim vazifemiz öncelikle müsbet hareket etmek ve menfî hareket etmemektir. Çünkü dâhilde menfî hareket edilmez. Eğer edilirse masumlar belâya düşer ve zarar görür, böylece onlara zulmedilmiş olur. Bediüzzaman “Evet mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek içindir” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 870) demektedir. Asayişi muhafaza etmek, Nûr Mesleğinin en önemli düsturlarından birisidir. Eğer müsbet hareket düsturuna uyulmazsa menfî hareket edilmiş olacak ve bir cani yüzünden; onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mes’ul tutulmaya çalışılacak ve masumlara zulmedilmiş olacaktır. Bediüzzamân “Mezkûr âyetin (Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. - En’am Sûresi:164) düsturu ile vazifemiz, dâhildeki asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 870) demektedir. O halde bu asırda öyle bir metod uygulanması gerekir ki dâhilde hiçbir masum zarar görmesin ve asayiş bozulmasın. İşte bu sır gereğince Risâle-i Nûr hareketinin en birinci düsturlarından bir tanesi müsbet hareket etmek ve menfî hareket etmemektir.

İkincisi: “Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır.” Nûr Talebeleri; “imana nispeten ancak onuncu derecede bulunan siyaset-i İslâmiye ve hayat-ı içtimaiye-i ümmete dair hizmeti, kâinatta en büyük mesele ve vazife ve hizmet olan hakaik-i imaniyenin çalışmasına râcih gördüklerinden” dünyevî başka meselelere ehemmiyet vermiyorlar. Ayrıca Kastamonu Lâhikası’nda “İman hizmeti, imân hakaiki, bu kâinatta her şeyin fevkindedir, hiçbir şeye tâbi ve âlet olamaz” denilerek hizmet-i imaniyenin makbûliyeti dikkatimize ve nazarımıza sunulmaktadır. Hizmetimizi ubûdiyetimizin bir gereği bilmeliyiz. “Ubûdiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar. Ubûdiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi, rıza-yı Hak’tır. Semeratı ve fevâidi, uhreviyedir” (Lem’alar, 2005, s. 321) bilerek sadece ve sadece Allah’ın rızasını esas maksat yapmak mecburiyetindeyiz.

Üçüncüsü: “Vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır.” Vazifemiz ihlâs ile iman ve Kur’ân’a hizmet etmektir. Amma bizi muvaffak etmek ve halka kabul ettirmek ve muarızları kaçırmak ise, o vazife-i İlâhiyedir. Biz buna karışmayacağız. Mağlûp da olsak, kuvve-i mâneviyeye ve hizmetimize noksanlık vermeyecek. O noktada kanaat etmek lâzımdır.” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 579) İşte bütün mesele buradadır. Bizler vazifemizi yapıp, neticeye karışmamalıyız ve haddimizi de aşmamalıyız. Allah (cc) haddi aşanları sevmez. Eğer haddimizi aşarsak hata yapmış oluruz. Çünkü “Tarîk-ı Hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenâb-ı Hakk’a ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona binâ ederek hataya düşerler” (Lem’alar, 2005, s. 319) uyarısına muhatap oluruz.

Öyleyse vazifemizi Bedîüzzamân şöyle izah etmektedir: “Vazifemiz, ihlâs ile ve sebat ve tesanüdle ve mümkün olduğu kadar ihtiyatla, ‘sırren tenevveret’ irşad-ı Alevîyi fiilen tasdik etmek, ona göre hareket etmektir. Yoksa, muarızlara mukabele etmek ve onların hücumundan telâş etmek değil. Muvaffakiyet ve fütuhat-ı Nuriye ve revaç ile intişarı ise, vazife-i İlâhiyedir. Vazifemizi yapıp, vazife-i İlâhiyeye karışmamak gerektir diye hem bana, hem sizin bedelinize teselli buldum.” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s: 364)

Son olarak Emirdağ Lâhikası’ndan şu cümle ile bitirelim: “Her vakit ihtiyat, ihlâs, tesanüd, sebat, sarsılmamak ve vazifemizi yapmak ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak, ‘sırran tenevveret’ düsturuna göre hareket etmek ve telâş ve meyus olmamak lâzım ve elzemdir.” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 511)

Elbette Risâle-i Nûr hizmetinin daha pek çok düsturları ve prensipleri vardır. Bizler sadece son mektubun bir paragrafından düsturları paylaştık. Diğer hizmet düsturlarını da İnşâallah paylaşmak dileğiyle.

[email protected]

BAKİ ÇİMİÇ

10.08.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.