29 Eylül 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Kur'ân'ı ezberleyen, yaşayışıyla onun hükümlerine ayna olan kimse İslâm sancağını taşıyan kimsedir. Böyle bir kimseye saygı gösteren Allah'a saygı göstermiştir.

Câmiü's-Sağîr, No: 1941

29.09.2009


Hayır ve hak din, galebe edecektir

Acaba hiç mümkün müdür ki, nev-i beşer, şekâvetiyle bu kadar fenlerin şehadetini cerh edip, bu istikrâ-i tâmmeyi kırıp, meşîet-i İlâhiyeye ve kâinatı içine alan hikmet-i ezeliyeye karşı temerrüd edip, şimdiye kadar ekseriyetle yaptığı gibi, o zâlimane vahşetinde ve mütemerridâne küfründe ve dehşetli tahribatında devam edebilsin? Ve İslâmiyet aleyhinde bu halin devam etmesi hiç mümkün müdür?

Ben bütün kuvvetimle, hadsiz lisanım olsa, o hadsiz lisanlarla kasem ederim ki, âlemi bu nizam-ı ekmel ile, bu kâinatı zerreden seyyarata kadar, sinek kanadından semavat kandillerine kadar nihayet bir hikmet-i intizam ile halkeden Hakîm-i Zülcelâle ve Sâni-i Zülcemâle o hadsiz lisanlarla kasem ediyoruz ki, beşer hiçbir cihetle bütün enva-i kâinata muhalif olarak ve küçük kardeşleri olan sair tâifelere zıt olarak kâinattaki nizama, küllî şerleriyle muhalefet edip nev-i beşerde şerrin hayra galebesine binler senede sebep olan o zakkumları yiyip hazmetmesi mümkün değil.

Bunun imkânı ancak ve ancak bu farz-ı muhal ile olabilir ki, beşer bu âleme emanet-i kübrâ mertebesinde ve halife-i rû-yi zemin makamında sair envâ-ı kâinata büyük ve mükerrem bir kardeş olduğu halde en edna, en berbat, en perişan, en muzır ve ehemmiyetsiz, hırsızcasına ve dolayısıyla bu kâinat içine girmiş, karıştırmış. Bu farz-ı muhal, hiçbir cihetle kabul olunamaz.

Bu hakikat için, elbette bu yarım bürhanımız netice veriyor ki, âhirette Cennet ve Cehennemin zarurî vücutları gibi hayır ve hak din istikbalde mutlak galebe edecektir. Tâ ki, nev-i beşerde dahi sâir neviler gibi hayır ve fazîlet galib-i mutlak olacak. Tâ beşer de sair kâinattaki kardeşlerine müsâvi olabilsin ve sırr-ı hikmet-i ezeliye nev-i beşerde dahi “takarrur etti” denilebilsin.

Elhasıl: Madem mezkûr kat’î hakikatlarla bu kâinatta en müntehap netice ve Hâlıkın nazarında en ehemmiyetli mahlûk beşerdir. Elbette ve elbette ve hayat-ı bâkiyede Cennet ve Cehennemi, bilbedahe beşerdeki şimdiye kadar zâlimane vaziyetler Cehennemin vücudunu; ve fıtratındaki küllî istidâdât-ı kemâliyesi ve kâinatı alâkadar eden hakâik-i imaniyesi, Cenneti bedahetle istilzam ettiği gibi, her halde iki harb-i umumî ile ettiği ve kâinatı ağlattıran cinayetleri ve yuttuğu zakkum şerleri hazmetmediği için kustuğu ve zeminin bütün yüzünü pislendirdiği vaziyetiyle, beşeriyeti en berbat bir dereceye düşürüp bin senelik terakkiyâtını zir ü zeber etmek cinayetini beşer hazmetmeyecek. Her halde çabuk başında bir kıyamet kopmazsa, hakâik-i İslâmiye beşeri esfel-i safilîn derece-i sukutundan kurtarmaya ve rû-yi zemini temizlemeye ve sulh-u umumiyi temin etmeye vesile olmasını Rahman-ı Rahîmin rahmetinden niyaz ediyoruz ve ümid ediyoruz ve bekliyoruz.

Hutbe-i Şâmiye, s. 46-48

LUGATÇE:

nev-i beşer: İnsanoğlu.

şekâvet: Sıkıntı içerisinde olma.

cerh: Yaralama.

istikrâ-i tâmme: Tam bir araştırma neticesinde verilen karar.

meşîet-i İlâhiye: Allah’ın istemesi, iradesi.

hikmet-i ezeliye: Ezelî hikmet.

temerrüd: İnat.

mütemerridâne: İnat edercesine.

nizam-ı ekmel: Mükemmel düzen.

hikmet-i intizam: İntizamın hikmeti.

halk: Yaratma.

enva-i kâinat: Kâinatın nev’leri.

halife-i rû-yi zemin: Yeryüzünün halifesi.

istidâdât-ı kemâliye: Mükemmelliğe ait istidatlar.

istilzam: Lüzumlu kılma, gerektirme.

esfel-i safilîn: Aşağıların en aşağısı.

sırr-ı hikmet-i ezeliye: Ezelî hikmetin sırrı.

29.09.2009


Barla cennetinden notlar

Güneş ışıklarının denize yansımaya başladığı aynı anda Alanya’daki 12 kişilik grubumuzla yola çıktık heyecanla. Yollar bitmek bilmiyor, zaman ilerlemiyordu. İçimizdeki Barla hasretini, gözlerimizdeki o umudu bastırmak çok zordu.

Zamanın durduğu, kelimelerin bittiği, kalemlerin tükendiği an geldi ve biz Barla’ya geldik. Bavullarımızı Yeni Asya Sosyal Tesislerine bırakıp odalarımıza yerleştikten sonra soluğu Üstadımızın 1926-1934 yılları arasında kaldığı maneviyâtı hadsiz olan evinde aldık. Çok kalabalık olmasına rağmen yerimizde duramıyor, bir an önce odasında oturup ders yapmak istiyorduk. Beklediğimiz sıra geldi ve hemen hepimiz yere diz çöküp Havva kardeşimizden kader bahsinin bir bölümünü dinledik. Bir sonraki gün dersimizi Meral kardeşimizin ağzından Cennet Bahçesinde yaptık. Üçüncü gün sabah namazından sonra Kur’ân ve Cevşen okuma saatini mezarlıkta yaptık. Yine aynı gün ikindi dersimizi İlknur kardeşimizin ağzından “Ya Baki Entel Baki” konusunu işledik. Dersi bitirme duâsı yaparken havuz başında ders yapan bir ağabeyin sesi geldi. Biz de ağaçların arkasından da olsa dersi dinleriz düşüncesiyle hemen o yöne yöneldik. Dersi yapan Seyfettin Bulut ağabeydi. Cennet bahsini Ankara’dan beraber geldikleri hanımlar cemaatine yapıyordu. Biz de dersi dinleyip feyz aldık. Perşembe günü dersimizin konusu muhabbet idi. Cennet bahçesinde yaptık tekrar dersimizi. Programımızın ilk gününden başladığımız Fatiha’nın tefsiri de bitmiş, ibadet konusuna gelmiştik.

Tesisimiz birkaç günlüğüne boş olduğundan ve bizden başka kimse olmadığından programımızın çoğunu çardakta yapıyor, sabah vakti cevşenimizi tesisin bahçesinde okuyup daha çok zevk alıyor ve huşu içerisinde okumamızı yapıyorduk.

Gece balkondan yıldızları temâşâ etmek bir başka oluyordu Barla’da…Nebatatın, hayvanların tesbihi de farklı gözüküyordu bizlere. Rüzgâr esmeden sallanan otlar, bahçede otururken üzerimize konan sinek, arı gibi hayvanların bizi ısırmaması daha çok hayrette bırakıyordu bizleri…

Mübarek yerleri ziyaretlerde karşılaştığımız insanlar yıllardır tanıdığımız dostumuzmuş gibi konuşuyor, sohbet ediyorduk. Programımızın bitmesinden bir gün önce Üstadımızın iki evini ziyaret edip son kez Cennet Bahçesinde dersimizi yapıp merdivenleri hüzünle çıktık. İçimizdeki ‘inşallah tekrar geliriz’ umuduyla teselli ettik kendimizi. Programımız Bediüzzaman Mevlidine katılıp yola çıkmamızla sona erdi. Program boyunca bize katlanan Gülten ve Sedanur ablalarımızdan Allah Razı olsun.

NOT:

Programımız 19.6.2009-27.6.2009 tarihlerinde oldu. Yazımız, vaktinde yazmama rağmen iletişim eksikliği ve Ramazan’ın başlangıcıyla ertelendi. Program arkadaşlarımdan çok özür dileyorum; inşaallah ilk yazı deneyimim olan bu yazıyı beğenirler.

[email protected]

MERVE NİSAN BAYBARA

29.09.2009


Yüz bin dilli nurcu

Çağımızın İslâm mütefekkiri Bediüzzaman, Kur’ân eczanesinden alınan ve insanlığın maddî ve mânevî dertlerini ve yaralarını iyileştirecek ilaçları hâvî bir reçete olan Risâle-i Nur hakikatlerine, geniş mânâda olan ihtiyacın karşılanması için, “Artık iman hakikatlerinin matbuât lisanıyla neşrinin zamanı gelmiştir” diyerek, efkâr-ı umumiyeye Nurların duyurulmasının âciliyetine ve ehemmiyetine işaret etmiştir.

Bu mânâdan olarak, Nurun Kahraman saff-ı evvellerince temin edilen teksir makineleriyle Nurların basılıp dağıtılmaya başlamasını “Nurun Bayramı” ilân ederken; malum teksir makinelerini de “bin kalemli bir nurcu” sözleriyle tavsif ve sena etmiştir.

Geçtiğimiz Ramazan Bayramının üçüncü günü ikindi vaktinde Adana’daki Nur hizmetlerinin 40 yıllık müdavimlerinden olan ve Nurun tarassut ve sıkıntılı günlerinde evini Nur dersânesi olarak hizmete açan yaşlı bir teyzemize bayram ziyareti için ailece uğradığımızda bana “Seninle ilgili çok hayırlı bir rüya gördüm; rüyamda çok büyük ve aydınlık iki salona kadın ve erkekler bölük bölük akıp toplandılar; sen onlara yüksek sesle Risâle-i Nur dersi yapıyordun” dedi. Ben de kendisine, “Çok hayırlı bir rüya görmüşsün” dedim ve ilgili rüyanın tabiri üzerinde kafa yormaya başladım. Bir gün sonra, 23 Eylül 2009 tarihli Yeni Asya gazetesini okumak üzere ana başlıkları gözden geçirip, ikinci sayfasını açtığımda—ki, genellikle gazetede ilk mütalâa ettiğim kısım Üstadın silueti altındaki lâhika kısmıdır—gazetemize daha önce gönderdiğim “Nurları anlatalım” başlığı altındaki yazımın yayınlandığını görmek beni çok heyecanlandırdı; Risâle-i Nurları tanımak ve Yeni Asya’nın bir mensubu olmak nimetinden dolayı, Cenâb-ı Hakk’a şükrettim. Mânâ ve yorumunu merak ettiğim, rüyanın tâbiri ile ilgili taşlar yerine oturmuştu; çünkü, rüyanın anlatıldığı saatler, “Nurları anlatalım” yazısının gazetede basılmaya başlandığı saatlere tevafuk etmişti.

Bu lâtif rüya şahsımla falân alâkalı olmayıp—ki bizden ancak bize sadece kusur ve hatalar vardır—gazetemizin âlem-i İslâmiyet ve insaniyetteki “Nur’un nâşir-i efkârı olma” hasiyetinin, binler hizmetinden, sadece bir lem’asıdır ve tamamen şahs-ı mânevîye ait bir tezahürdür.

Başyazarı Bediüzzaman olan ve 40 yıldır bütün tarassut, tazyik, hapis vb. engellerle önü kesilmeye çalışıldığı halde, inayet-i İlâhî ile Kur’ân Hakikatleri Risâle-i Nurların nâşir-i efkârlık görevini yüzünün akıyla yürüten Yeni Asya, korkusuz ve dik duruşuyla da lâyık olduğu zirvelerdeki yerine emin adımlarla yürümektedir.

Son zamanlarda kasıtlı olarak çıkarılan ve Nurun hizmetlerini gölgelemeye matuf “Üstad yaşasaydı…” sözleri karşısında biz de cevaben deriz ki: Üstad ve Risâle-i Nur bütün canlılığı ve himmetiyle hayatta ve aramızdadır. Zamanımızla ve sonrasıyla alâkalı tüm imanî ve içtimâî hastalıklara, neredeyse bundan bir asır önce, Kur’ân eczanesinden aldığı reçeteleri insanlığın hizmetine sunmuştur, başka yeni reçetelere ihtiyaç yoktur. Ve biz şuna yakînen inanıyoruz ki, Üstad, yanında Nurun saff-ı evvel kahramanları olduğu halde, bütün haşmetiyle karşımızda durmakta ve Yeni Asya’yı “Maşallah, barekâllah, yüzbinler dilli bir Nurcu…” tâbirleriyle senâ etmekte ve alkışlamaktadır.

[email protected]

ABDULLAH ŞAHİN

29.09.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.