17 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Masumiyetin kaybı

Küçük çoban kızın ölümünü herkes duydu. Kimi sitemle, kimi sessizliği daha da büyüten kelimelerle Ceylan’ın gidişini anlamaya çalışıyor.Küçük bir çoban kız, eline aldığı tahra ile meşe ormanına gidiyor. Koyunlarını beslemeye. Kuzularını büyütmeye. Her gün yaptığı gibi kırda Allah’la baş başa kalmaya.

Halaoğlunun Ceylan için yaktığı ağıtta bu ölümden çıkardığı umut var. “Çok güzel Kur’an okurdu. Yaşıtları ona Pîre derlerdi. Kur’an-ı Kerim’i Ramazan’da iki defa hatmedecek kadar zeki bir çocuktu. Okuduğu Kur’an’la belki bizleri de kurtarır!” Pîre, Kürtçede yaşlı kadın demek. Bilge kadın. Ceylan, bilge bir çoban çocuk olarak dağlarda koyunlarını otlatırken doğadaki bilgiyi tazeliyordu her gün. Derin doğada, her sabah kendiliğinden tazelenen bilgiyi sorgulamadan, sadece yaşayarak, nefes alarak. Şükür duygusu gelişmiş küçük bir çoban kız Ceylan. Yaşadığı küçük mezrada çobanlık yapması nasıl değmiyorsa birilerine, ölümü de değmiyor.

Ardına kadar açtığı gözleriyle baktığı fotoğrafı 6 yaşına ait. Ölümün onu bulduğu 14 yaşında nasıl baktığını bilmiyoruz hiçbirimiz. İkinci bir fotoğrafı yok. Hep öyle kalacak aklımızda. Hep öyle bakacak. Sanki gizli bir güç, bize bir ibret yaşatmak için, Ceylan’ın gözlerini ardına kadar açtığı imajdan başka iz bırakmamış. Ceylan, gözleri açık bakıyor. Ve ne kadar büyük bir sessizlik var. Söylenen her şey sessizliği çoğaltmak için sanki.

Başlangıçta susulan, sonra zoraki bir açıklamaya konu olan bir ölüm onunki. Otopsisi, annesinin eteklerine toplayıp götürdüğü Ceylan’ın parçaları ile karakolda yapılan. Açıklanan kriminal raporda neredeyse kendi ölümünün faili gibi sunuldu. ‘Rapor açıklandı ve işte gerçek; Ceylan elindeki tahra ile arazide bulduğu bombayı patlatarak kendi ölümüne sebebiyet verdi!’

Kimsenin aklına, o bombanın neden orada olduğu sorusu gelmiyor? Nasılsa bu ülkenin muhtelif arazilerinde patlayıcıların bulunması rutindendir. Doğaldır üstelik çocukların bulduğu ile oynaması, oyun sanıp ölmesi.

Bu ülkenin batısında Ergenekon soruşturmasıyla gördük ki şehirlerin içi, kırların açıkları birer mühimmat alanı. Ama tek farkla; batıda toprağın derinlerinde duran bombalar, doğuda toprağın yüzündedir. Saçılmıştır bir vesileyle ve saçılan bir bombanın, unutulmuş bir mayının patlamasından, oraya bırakan zinhar sorumlu değildir.

Çocukların masum merakı olmasa haberdar olmayacağız bunlardan! Bir toplumun vicdanını sınamak için bundan büyük sebep olamaz.

Lice’ye başsağlığına giden arkadaşım anlatıyor: Olay yerini güvenli bulmadığından otopsi için gitmeyen savcı daha sonra teşrif ettiklerinde aile üyelerini, Ceylan’ın parçalarının saçıldığı ağaç kabuklarını, yaprakları ve kanlı toprak parçalarını da delil olarak getirmemekle suçlamış.

Evladının parçalanmış bedenini eteğine doldurup taşıyan bir anneyi azarlayan savcıdan nasıl bir adalet bekliyoruz?

Çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Ama söz bitmiş değil. Asıl konuşması gerekenler konuşmadıkça da bitmeyecek.

Sorumlu oldukları mevkileri susarak boş bırakanlar, şunu unutmasınlar; bir küçük çoban kızın ölümü değil bu. Masumiyetin alanı olan kırların, hayatın yenilenme sahnesi olan doğanın masumlar için de güvenli olmamasıdır yaşanan. Bir ülkenin masumiyetinin parçalanmasıdır bu.

Ceylan’ın mezarına çiçek koymak için Lice’ye giden arkadaşım, annenin sonraki sözlerini aktarıyor: ‘Gelerek sanki bana Ceylan’ımı getirdiler. Ama gittiler sonra.’

Ceylan’ın annesinin Ceylan’ı ona getiren bir duyguya kavuşması için bu toplumun her zerresiyle bir şey yapması gerekiyor. Hepimizin, o anneye ‘yanındayız’ duygumuzu aktarmamız şart. Ve tabii o anneye bu güveni yaşatacak olan asıl güç, hükümet edenlerdir. Başbakan’ın, İçişleri Bakanı’nın, savcının, hâkimin ve asıl önemlisi askerin, orada varlığını hissettirecek kadar samimi bir başsağlığı dilemesi gerekiyor. Ceylan’ın ailesi, Ceylan’ın okuduğu Kur’an’ın kendilerini kurtaracağına güveniyor? Ya onlar, sorumlu mevkilerde bulunanlar, neye güveniyorlar?

Bejan Matur, Zaman, 16 Ekim 2009

17.10.2009


Atatürk’ü Koruma Kanunu niye kalkmalı?

Kemalİstler kendilerini cumhuriyetçi diye takdim eder. Ama değildirler; onların cumhuriyetçiliği özürlüdür. Bu iddia garibinize mi gitti? Sabredin, açıklayayım...

Önce bir soru: Niye 26 Kasım 1934 tarihinde ‘Efendi, Bey, Paşa Gibi Lakap ve Unvanların Kaldırılmasına Dair Kanun’ çıkarılmıştır?

Çünkü cumhuriyetin yasaları, yönetmelikleri, ilkeleri, kuralları geneldir. Herkesi kapsar.

Cumhuriyetin monarşiden (krallık, sultanlık, vb.) ayrıldığı en önemli noktalardan biri, yasaların ‘kişiye özel olmamasıdır.’

Bu anlamda cumhuriyet ‘isimsizler’ rejimidir.

Cumhuriyet hukukunda kişinin becerisi, liyakati, eğitimi esastır. Yasal açıdan sülalenin, aşiretin, soyun önceliği bulunmaz.

Cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanının yasalarca özel olarak korunduğu doğrudur ama bu koruma kişiye has değildir. O makamlara oturan kim olursa olsun korunur.

***

Buraya kadar bir itirazınız yok değil mi? Olamaz da zaten. Çünkü yazdıklarım, cumhuriyetle ilgili temel bir kuralı hatırlatmaktan ibaret.

Devam edelim...

Araştırmalara göre, dünyada sadece üç ülkenin anayasasında ‘özel isim’ bulunuyor:

İran, Kuzey Kore ve Türkiye!

Bildiğiniz gibi bizim anayasamızda, Atatürk’ün adı geçer. Geçmekle de kalmaz onun milliyetçilik anlayışına, ilke ve inkılaplarına atıfta bulunulur.

Böyle bir ülke olur mu? Elbette olur. Var zaten. Bizimki!

Peki bu rejime ‘cumhuriyet’ denebilir mi? Denemez!

Örneğin bazı Kemalistler, ‘Atatürk Cumhuriyeti’ diye bir tabir kullanır. Bu lafın kendisi cumhuriyete aykırıdır.

Çünkü “Atatürk Cumhuriyeti” demenin, “Osmanlı İmparatorluğu” ya da ‘Osmanlı Cumhuriyeti’ demekten farkı yoktur. İkisinde de özel isim merkezdedir.

***

Devam ediyoruz:

Cumhuriyet yasalarının kişiye özel olmadığını, olamayacağını söyledik.

Halbuki bizde kısaca ‘Atatürk’ü Koruma Kanunu’ dediğimiz bir kanun var.

31 Temmuz 1951’de yürürlüğe girmiş olan bu kanunun tam adı şöyle: ‘Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun.’

Demokrat Parti bu kanunu CHP’nin şirretinden kendini korumak için çıkarmıştı.

Çünkü o tarihlerde bazı fanatik dindarlar (Ticaniler) Atatürk heykellerine saldırıyor, CHP de “Sizden cesaret alıyorlar” diye yaygara koparıyordu.

DP’nin niyeti ne olursa olsun, büyük bir hata yaptı. Cumhuriyetin ruhuna, temel felsefesine aykırı hareket etti. Kişiye özel kanun çıkarttı.

Böylece Atatürk’ü simgesel monark (monarşinin manevi başı) haline getirdi.

Daha sonra da 1960 darbesiyle Atatürk’ün adı 1961 Anayasası’na girdi. Hâlâ da orada duruyor.

***

Şimdi Avrupa Birliği, “Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu kaldırın” diyor. Tabii Kemalistler ve her türden AB karşıtı da yaygarayı basıyor.

Halbuki olay basit: Cumhuriyet rejiminde kişiye özel kanun olmaz!

Buna dayanarak, insanları yargılamak ise sadece cumhuriyetin felsefesine değil, fikir özgürlüğüne de aykırıdır.

Atatürk’ün hatırası ve çağdaş uygarlık vizyonu, ‘kişiye özel’ kanunlar çıkarmadan da korunabilir.

Faraza: “Kamu malı olduğu için heykelleri kırmak yasaktır; cezası şudur” denebilir.

Ama Kemalistlerin ve tam bu noktada onları destekleyen sağ ve sol tutucuların derdi başka:

Heykel kırma hakkını bırakmak istemiyor; “Atatürk’ünkiler hariç, sinir olduğumuz heykelleri kırabilmeliyiz” diyorlar.

Emre Aköz, Sabah, 16 Ekim 2009

17.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.