30 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Güncel

ASR-I SAADETTEKİ DİNDAR CUMHURİYET ÖRNEĞİ

Bediüzzaman Said Nursî herşeyden önce kendisinin "dindar bir cumhuriyetçi" olduğunu söylemekte; bu görüşünün tarihî dayanağı ve örneği olarak Asr-ı Saadeti gösterirken, Dört Halife için “Hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler” ifadesini kullanmaktadır.

ADALET, MEŞVERET VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ

Cumhuriyetin temel esaslarını “adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet” olarak sıralayan Said Nursî'ye göre cumhuriyetin dayanması gereken en önemli prensiplerden biri adalettir. Bir devletin zulümle payidar olması mümkün değildir. Esasen, onun cumhuriyetin temel bir niteliği olarak zikrettiği adalet kavramı, Kur'ân'ın da dört temel maksadından birini teşkil etmektedir.

DEMOKRASİSİZ BİR CUMHURİYET OLMAZ

Bediüzzaman'ın tanımladığı cumhuriyet anlayışı, demokrasiyi benimsemek zorundadır. Demokrasisiz bir cumhuriyet tasavvur dahi edilemez. Demokrasi ise bütün temel hak ve hürriyetlerin kabul edilmesini gerektirmektedir. Zorla fikirlere ve vicdanlara kelepçe vurmak, cumhuriyetin prensipleriyle bağdaşmaz.

Demokratık ve adıl cumhurıyet özlemı

Risâle-i Nur Enstitüsü, tarafından yapılan açıklamada, cumhuriyetin temel esaslarını "adalet, meşveret ve kanunda inhisarı kuvvet" olarak sıralayan Said Nursî'ye göre cumhuriyetin dayanması gereken en önemli prensiplerden birinin adalet olduğu kaydedildi. Açıklamada, Bediüzzaman'ın tanımladığı cumhuriyet anlayışının, demokrasiyi benimsemek zorunda olduğu vurgulanarak, demokrasisiz bir cumhuriyet tasavvur dahi edilemeyeceği kaydedildi:

Risâle-i Nur Enstitüsü’nün, cumhuriyetin 86. kuruluş yıl dönümünde yaptığı açıklama şöyle:

"Halkın topyekûn gayretleriyle elde edilen zaferin akabinde, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açılmıştır. BMM’nin açılışında da Kurtuluş Savaşının ve o savaşı zaferle sonuçlandıran halkın ruhuna uygun olarak, “dini atmosferin hakim olduğu” tarihen sabittir. BMM’nin açılışının Cuma gününe tesadüf ettirilmesi, Hacı Bayram Camiinde kılınacak Cuma namazından sonra, sakal-ı şerif ve sancak-ı şerif taşınarak, mevlidler okunarak, kurbanlar kesilerek, duâlarla açılışın yapılması dinî atmosferin hakimiyetini açık bir şekilde göstermektedir.

Bunun yanında BMM’de de demokratik bir hava vardı. Hassas konuların müzakeresinde çok şiddetli tartışmaların çıktığı, ikinci ve birinci gruba mensup olan milletvekillerinin birbirlerine girdikleri bilinmektedir.

Mecliste milletin ve dinin lehinde olan konuların savunucularının çok olması Meclis başkanını rahatsız etmiş olacak ki, birinci Lozan görüşmelerinin inkıtaa uğradığı bir zamanda meclis aniden feshedilmiştir. Kısa bir müddet sonra ise iki dereceli bir seçimle Meclis yeniden teşekkül ettirildi. Fakat yeni kurulan meclis adeta dikensiz bir gül bahçesine çevrilmişti.

Birinci Mecliste problem çıkardığı ileri sürülen ve ikinci gruba mensup olan milletvekillerinden çoğu bu meclise sokulmamıştır. İşte bu uyumlu meclis hem Lozan Antlaşmasını imzalamış, hem Cumhuriyeti ilân etmiş, hem de bir dizi inkılâpları gerçekleştirmiştir. İşte Cumhuriyetin ilânından sonra ortaya koyulan tavrın, ne dinî, ne de demokratik bir yönü vardır. Halbuki Bediüzzaman Said Nursî, Mustafa Kemal’in ısrarlı davetleri üzerine gittiği Ankara’da BMM’de yayınladığı bir bildiride ekseriyeti dindar olan bu milletin fıtratına uygun bir cereyan verilmesini milletvekillerinden istemiş, onları dinde laubalilik yapmamaya çağırmış, namaz gibi hususlarda hassas olmaya dâvet etmiştir. Hatta bu beyannamenin sonunda “bu inkılâbın temel taşları sağlam gerek” ifadesini kullanma ihtiyacı duymuştur. (Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2000, s. 125-126)

İSTİSMAR EDİLEN CUMHURİYET

Zaman zaman diktatörlüğe kayan padişahlıktan Meşrutiyete, Meşrutiyetten Cumhuriyete geçilmiş olması elbette Türkiye için bir kazançtır. Fakat geçen süre, Cumhuriyetin çeşitli şekillerde istismar edilerek, istibdada alet edildiğini göstermiştir. Esasen Cumhuriyetin kendisi böyle bir istismarı hak etmemektedir. Ona bu zulmü reva görenlerin, Cumhuriyetle beraber “cumhur”u yani halkı, kamuoyunu da “rencide” ettikleri çok iyi bilinmelidir.

Burada ilginç olan bir nokta var: Kurtuluş Savaşında ve BMM’de hakim olan “dini atmosfer” Cumhuriyetin kuruluşunda da egemendir. M. Kemal’in Cumhurbaşkanlığını yaptığı beş senelik devrede, Türkiye laik bir devlet değildir. Bu tarihî gerçeği görmezden gelmenin veya saptırmanın mümkün olmadığı açıktır. O halde Cumhuriyetimiz kendisini o güne getiren şartlara da uygun olarak “dindar bir cumhuriyet” idi. İşte bu Cumhuriyet Bediüzzaman’ın hürriyet, meşrûtiyet ve cumhuriyet tahlilleri ile de paralellik arz etmektedir. Onun bu tahlillerdeki çizgisi, “meşrûtiyet-i meşrua”, “hürriyet-i şer’iye”, “dindar cumhuriyet” kavramlarıyla hatlarını belirgin hale getirmiştir.

CUMHURİYETİN ÖZELLİKLERİ

Said Nursî’nin cumhuriyetle ilgili değerlendirmelerine dikkat edildiğinde, cumhuriyetin kuruluş amacına nasıl hizmet edebileceği ve özellikleri fark edilebilir. Her şeyden önce o kendisinin “dindar bir cumhuriyetçi” olduğunu söylemektedir. Cumhuriyete taraftar olmanın selef-i salihine muhalefet anlamı taşımadığına temas eden Nursî, meseleye şu şekilde açıklık getirmektedir: “Hulefa-i Raşidin hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Sıddik-i Ekber (r.a.) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.” (Said Nursî, Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2000, s. 304)

Diğer taraftan Said Nursî, meşrutiyetle aynı kategoride gördüğü cumhuriyetin özelliklerini sayarken, “adalet, meşveret ve kanunda inhisarı kuvvet”i zikretmektedir. (26 Şubat 1909, Volkan, sayı 70) Bunun yanında, cumhuriyetin fikir ve vicdan hürriyetini en geniş mânâsıyla tatbik ettiğini ve demokrasi kanunlarını içinde barındırdığını” ifade etmektedir. (Said Nursî, Emirdağ Lâhikası-II, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2000, s. 192) Buna göre Bediüzzaman’ın “dindar cumhuriyet” anlayışının ana umdeleri de ortaya çıkmış olmaktadır. Bu umdeler din ile cumhuriyet arasında bir paralellik olduğunu da göstermektedir.

ADİL CUMHURİYET

Her şeyden önce, cumhuriyetin dayanması gereken en önemli prensip “adalet”tir. Bir devletin zulümle payidar olması mümkün değildir. Adaletin kelime anlamı, eğri olan bir şeyi doğrultmak demektir. Buna göre adalet toplumda meydana gelen ve hukuk dilinde haksızlık olarak nitelendirilen “eğrilikleri” doğrultmak anlamında kullanılmaktadır. Buna bağlı olarak adaletin esas amacı, kanun önünde herkesi eşit hale getirmektir, fertlerin veya yöneticilerin kimseye haksızlık etmemesi, mahkemelerin adalet dağıtmasıdır. Birilerine zulmedildiği zaman da bu zulme taraftar olmamak, zalimin değil mazlûmun yanında yer almaktır.

Bediüzzaman’ın cumhuriyetin temel bir niteliği olarak zikrettiği bu adalet kavramının, Kur’ân’ın temel kavramlarından biri olduğunu ifade etmemiz yerinde olacaktır. Cenâb-ı Allah Kur’ân’da adaleti emretmektedir. (Nisa/58, Nahl/90) Zulüm ise Allah’ın sevmediği bir sıfattır. (Al-i İmran/57) Kur’ân’a göre Allah, zalimleri hidayete erdirmez. (Al-i İmran/86)

“Bir kişinin hatasıyla başkası sorumlu tutulmaz” anlamındaki âyet, adalet-i hakikiyeyi ifade etmektedir. Buna göre, toplum için ferdin feda edilmesi, bir cani için bir geminin yakılması veya batırılması mümkün değildir. Hatta doksan dokuz caninin yanında bir masum dahi olsa, yine masuma zulmedilip, “kurunun yanında yaş da yanar” denilerek onun hakk-ı hayatı elinden alınamaz. Cumhuriyetle idare edildiği iddia edilen bir ülkede, bir kaç cani yüzünden bir köyün yakılmaması gerekir. Eğer yakılıyorsa, Cumhuriyetin adalet prensibi tam işlemiyor demektir.

MEŞVERETE DAYALI CUMHURİYET

İkinci olarak cumhuriyet, meşveret esasına dayanmalıdır. Kur’ân’da iki ayet meşvereti teşvik etmektedir. (Şura/38, Al-i İmran/159) Meşveretin nasıl olacağı, meşveret edilecek kişilerin sayısı ve niteliği örfe bırakılmıştır. Önemli olan meşveret prensibini ihya etmektir. Dindar bir cumhuriyet idaresi diyebileceğimiz Hulefa-i Raşidin döneminde, tıpkı Peygamberimiz zamanında olduğu gibi meşverete gerekli ehemmiyet verilmiştir. Ancak Emevi döneminden itibaren bu meşveret yaşatılmadığı için, kendi başına buyruk idareciler çıkmıştır ve zulümler de eksik olmamıştır.

Kur’ân’a uygun olan cumhuriyetin bu meşveret prensibi, diktatörlüğü engelleyici bir özellik taşımaktadır. Bu sistemde fertlerin ağızlarından çıkan kanun değildir. Kanunlar bir danışma organında alınan kararlarla ortaya çıkar. İdareciye ise o kanunları icra etmek düşer.

Bu sebeple meşveret keyfi idarenin önünde bir sed oluşturmaktadır. Burada şunu da ifade etmekte yarar vardır: Cumhuriyetin önemli bir prensibi olan meşveretin, yani danışmanın toplumun bütün tabakalarında yerleştirilmesi gerekir. Meşveretin toplumsal altyapısı oluşmadan tam olarak uygulanabilmesi mümkün değildir. Bunun aileden başlayarak uygulanması önem arz etmektedir. Bir ailede ortak alınan kararların uygulanabilirliğinin daha fazla olduğu ve aile fertleri arasındaki dayanışmayı arttıracağı da bilinmelidir. Hazret-i Peygamberin, meşveret edenin pişman olmayacağını bildirmesi bu açıdan önem arz etmekte ve evrensel bir özellik taşımaktadır.

KUVVETİN KANUNDA

OLDUĞU BİR CUMHURİYET

Diğer taraftan cumhuriyetin üçüncü bir prensibi de, kuvvetin kanunda olmasıdır. Buna göre böyle bir sistemde kuvvetli olanlar haklı değil, haklı olanlar kuvvetlidir. Çünkü kanunlar haksızdan yana değil, haklıdan yana olmak mecburiyetindedir. Bu sebeple burada haklı olanın üstünlüğünü ve rahatlığını görmek mümkündür. Kuvvetin kanunda olması prensibinin, adalet ve meşveret prensipleriyle bir bütünlük arz ettiği de anlaşılmaktadır.

“Kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdad tevzi olunur” sözü iyi tahlil edilmelidir. Cumhuriyet idaresi, kanunlara istinat etmezse, o ülkede en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün birimlerde keyfilik ve istibdad hükümferma olur. Böyle bir ortamda herkes kendisine verilen küçücük yetkileri, istibdada alet etme cüretini gösterebilir. İslâm’ın da insanlara keyfi muameleyi onayladığı söylenemez. Cezaların hepsinin bir dayanağı vardır. İslâm baştan sona bir kurallar manzumesidir.

DEMOKRATİK CUMHURİYET

Cumhuriyetin dördüncü ve beşinci prensipleri de, fikir ve vicdan hürriyetini esas alıp, demokrasi kanunlarını içinde barındırmasıdır. Bunun için cumhuriyet idareleri demokrasiyi benimsemek, demokratik bir yapıya sahip olmak zorundadır. Demokrasisiz bir cumhuriyet tasavvur dahi edilemez. Demokrasi ise gerekli bütün hak ve hürriyetlerin kabul edilmesini gerektirmektedir. Demokrasi Allah’a kul olunan, Allah’tan başka kimseye kul olunmayan bir sistemdir. Bunun için zorla fikirlere ve vicdanlara kelepçe vurmak, cumhuriyetin prensipleriyle bağdaşmaz.

İslâm da bu esasları benimsemiştir. İslâm bir fıtrat dinidir. İnsan fıtratı hiçbir zaman baskı ve zorlamalara tahammül etmemektedir. Allah insanların inanmaya icbar edilmemesini istemektedir. (Bakara/256) Onlara bir irade hürriyeti vermiştir. Dileyen iman eder, dileyen etmez. İsteyen mümin olur, isteyen kafir. (Kehf/29) Bunun dışında farklı inançtan olan insanların da İslâm’ın ruhuna uygun olan cumhuri sistemde yeri vardır. Ve onların hayatları da, namusları da, dinleri de vergilerini vermeleri karşılığında masun kılınmıştır.

CUMHURİYETİN UYGULANIŞ BİÇİMİ

İşte bu prensiplere dayanan cumhuriyet, gerçek bir cumhuriyet olma niteliği kazanabilir. Ne yazık ki cumhuriyet, ülkemizde başlangıçtan itibaren büyük istismarlara maruz kalmış ve incitilmiştir. Said Nursî’nin ifadesiyle siz, “istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını verir, irtidad-ı mutlakı rejim altına alırsanız, sefahat-i mutlaka medeniyet ismi verirseniz, cebr-i keyfi-i küfriye kanun ismini takarsanız”, (Nursî, Şuâlar, s. 242) o nazenin cumhuriyeti üzmüş, incitmiş, hasta etmiş olursunuz. Said Nursî, gerçek hüviyetini kaybeden böyle bir cumhuriyete muhalefet etmenin (muhalif olduğunu söylemenin) de suç teşkil etmeyeceği kanaatindedir. Ona göre böyle bir muhalefet hiçbir hükümette de suç sayılmamaktadır. (Nursî, Emirdağ Lâhikası-II, s. 127) Burada vurgunun cumhuriyetin kendisine değil, uygulanış biçimine olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Yoksa cumhuriyet ve demokrasinin gelişmesi, olgunlaşması, gerçek rayına oturtulması imkânsız hale gelir. Bu ülkenin cumhuriyetle idare edilmesini gerçekten arzu eden kimselerin, cumhuriyetin eksik uygulamalarına karşı fikri muhalefet içinde bulunan ve bunları seslendiren kimselere karşı tahammül göstermesi gerekir.”

Risale-i Nur Enstitüsü

30.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Bütün haberler

Başlıklar

  Mescid-i Aksa’yı birlikte koruyalım

  ASR-I SAADETTEKİ DİNDAR CUMHURİYET ÖRNEĞİ

  BAŞÖRTÜSÜ HER YERDE HÜR OLMALI

  AKP’liler bizim çocuklar

  Gezilerde, başörtüsü yasağına ayar

  Gazilere de, memur kadar zam

  Hadiseler bitmeden yatırım gelmez

  Cumhuriyeti’nin 86. yıl dönümü kutlandı

  Meslek liselerine ilgi arttı

  MESLEK OKULU MEZUNİYET SONRASI ÖĞRENCİLERİNİ TAKİP EDİYOR

  Domuz gribi lokanta esnafını da vurdu

  Kapadokya’da gayrimüslim mezarlığı oluşturulacak

  Net üzerinden müzik satışı

  Şişme bot üzerinde umuda yolculuk denizde bitti

  PTT şubesinde soygun

  Teknosa, açılışında kuyruk kilometreleri buldu

  Jandarmaya keskin nişancı dürbünü

  THY’nin Isparta seferleri başladı

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.