22 Mayıs 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Zonguldaklı’nın gönüllü çilesi!

Zonguldak’taki Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Karadon Müessese Müdürlüğü maden ocağında meydana gelen grizu patlamasında 30 madencimizin vefat etmesi ülkemizi derinden etkiledi. Bu acı, bir gerçeği tekrar ortaya koydu. Arkadaşlarının ölmesinin acısını yüreğine gömen madenciler, korku ve endişeyle yeniden ekmek teknelerine döndüler.

Bir sonraki faciada belki de gözyaşları kendileri için akacak. Ne var ki, onların başka çareleri de yok. Kendilerine umut bağlayan aileleri için çalışmak zorundalar. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Yıldız’ın verdiği bilgiye göre, Zonguldak’ın tamamına yakını Türkiye Taşkömürü Kurumu’na ait. Yer bulunamadığı için, yeni hastane binası, ancak eskisi yıkılarak yapılabilmiş. (Cnnturk, 20 Mayıs 2010) Hal böyle olunca Zonguldak halkının madende çalışmaktan başka pek şansı da gözükmüyor. Dönem dönem Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun maden işçisi almak için açtığı sınavlarda aralarında üniversite mezunlarının da bulunduğu “taliplilerin” kıyasıya yarışı, aslında Zonguldak insanın “beklenen sona” çaresizce teslimiyetini gösteriyor. Son facianın ardından bir kez daha hatırladığımız bu “çaresizlik”, tarihte yaşadığımız “mükellefiyet dönem”leri hatırlattı. Taşkömürü tarihinde bundan önce iki kez yaşanan mükellefiyetin ilki 19. yüzyılın ikinci yarısında. Yani, Zonguldak taşkömürünün buharlı gemilerde kullanılmasından ötürü stratejik bir önem kazandığı yıllarda… Zonguldak yöresindeki kömür ticaretine, Osmanlı Devleti’nin 1848 sonrası, Galata Sarrafları dahil, Kurtuluş Savaşı dönemine kadar başta; Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya olmak üzere çok sayıda ülke girer. Taşkömürü havzasında üretimin arttırılması için işgücü ve taşıma eksikliklerinin giderilmesi zorunluluğu doğmuştur. Zira Zonguldak kömür havzasında kömür üretimine başlanılan 1848 yılından 1865 yılına değin, işçi ve işveren ilişkileri, örf ve adetlerle idare ediliyordu. Asıl amaç üretimin arttırılması olsa da ilk olarak Havza’da işçi ve işveren ilişkisini düzenleme ihtiyacını Dilaver Paşa duymuştur. Havza’ya Ereğli Valisi ve Maden-i Hümayun Nazırı olarak atanan Dilaver Paşa, hukukî, idarî ve teknik konular yanında işçi ve işveren ilişkilerinin düzenlenmesine de ağırlık vermek suretiyle kendi adıyla anılan nizamnameyi hazırlamıştır. “Dilaver Paşa Nizamnamesi” ile üretim artışı sağlanmış, ancak alınan sosyal tedbirlerin uygulanması mümkün olmamıştır. Nizamname ile Ereğli köylülerine getirilen zorunlu çalışma mükellefiyeti, 1869 tarihinde çıkarılan “Maden Nizamnamesi” ile kaldırılmıştır.

İkinci mükellefiyet dönemi ise bir çok acının yaşandığı 27 Şubat 1940 - 1 Eylül 1947 tarihlerinde uygulanmıştı. II. Dünya Savaşı yıllarını da içerisine alan mükellefiyet dönemi, “uluslararası sözleşmelerden uzak durularak ve İş Kanunu maddeleri değişik hükümlere bağlanmıştı.” (Prof. Dr. Ahmet Makal, “Zonguldak ve Türkiye Toplumsal Tarihinde Acı Bir Deneyim Olarak İş Mükellefiyeti” bildirisi, 2005) Mükellefiyetten kaçanlar tahkimata gönderilirler, kimi zaman işçinin cezası işten kaçtığını günün iki katı kadar çalıştırmak olurdu. 1943 yılında madende işçi olarak çalışmaya başlayan Abdurraman Caymaz, yıllar önce Haber Zonguldak’taki röportajında o yılların zorluğunu anlatırken şunları söylüyor:

“İlk yatırım Gelik’e yapıldı. Pavyonlar yapıldığı zaman bir koğuş da askere verildi. Karakolun haricinde 35 asker de işçinin arasında idi. Bunların vazifesi işçiyi köyüne kaçırmamak, kaçanı geri getirmek, ailesini ve çoluk çocuğunu da ona yanaştırmamaktı. Köydekinin hastalık getireceğinden korkarlardı. Hatta erkeklerini ziyarete gelmiş ailelerin de başlarında bit ararlardı jandarmalar.”

O zor yıllar “Mükellefin urganı, terli olur yorganı /Mükelleften kurtulan, çifte kessin kurbanı” dizeleriyle türkülere dahi konu olmuştu.

1,5 asra yakın zaman geçti. Yıllar değişti, ama Zonguldaklının kaderi değişmedi. 1940’lı yıllarda devlet zoruyla çalıştırılıyorlardı, şimdi ekonomik zorluk sebebiyle çalışıyorlar.

Tekrar aynı acıların yaşanmaması için ilgili ve yetkililerin soruna en kısa zamanda kalıcı bir çözüm bulmasını diliyoruz.

AHMET TURAN SÖYLER

[email protected]

22.05.2010


“Kâinatın nağmelerini dinleyen adam”ın serencamı - 6

Ahir zaman müceddidi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin hayatını ve dâvâsını konu alan, beş kitaptan müteşekkil biyografik bir dizi-roman.

Romanın ilk cildinde (“Zaman’ın Sesi”) Üstad’ın 1878-1916, ikinci cildinde (“Bediüzzaman”) 1916-1925, üçüncü cildinde (“Said Nursî”) 1925-1944, dördüncü cildinde (“Nurcular”) 1944-1960 dönemlerindeki hayatı anlatılırken, beşinci ciltte de (“Muhabbet Fedaileri”) vefatından sonraki 11 yıllık süreç işleniyor.

Görüldüğü üzere, beş ciltlik eserin ilk dört cildinde Üstad’ın kendisi var. Bu durumda, okuyucunun aklına tabiî olarak, “Üstad sonrası dönemi anlatan beşinci cildin bu seride işi ne?” sorusu gelebilir. Bunun cevabını müellifin kendisi, beşinci kitabın girişinde (“Beşinci Kitap İçin”) veriyor zaten: “Hamse, ‘mesnevî şekliyle yazılmış beş kitaptan ibaret bir takım’ demektir. / Eskiden divan edebiyatının makbul ve muteber tarzlarından biriydi hamse. Nazım şeklinde yazılması teamül olduğu hâlde, nesir hâlinde tanzim edilenler de vardı. Edebiyatımız Batı medeniyetinin tesirine girdikten sonra ne yazık ki pek çok mefahirimizle birlikte hamse tarzı da unutulup gitti. / Bugün fazilet sahibi pek çok ferzane insanın mazimizin meziyetlerini diriltmeye çalıştığını müşahede edince, ben de hamseyi ‘beşleme’ tabiriyle de olsa ihya ederek, bu öze dönüş hareketini hızlandırmak istedim. / ‘Bediüzzaman Beşlemesi,’ işte bu bedii zevkin ve edebî idealin neticesinde teşekkül etti. / ‘Bediüzzaman Beşlemesi,’ 17. yüzyılda yaşayan Nergisî’nin yazdığı(…) mensur hamseden sonra, bu sahada bu maksatla yazılan ilk hamse, yani beşlemedir.” (s. 7)

Yani müellif, “beşleme” projesini “bediî zevk ve edebî ideal”ine dayandırıyor. Beşinci cilt itibarıyla “zorlama” gibi görünenin sırrı bu olsa gerek. (Kapak tasarımları da bir ipucu olabilir: İlk dört ciltte Üstad’ın, beşincide de Nur Talebelerinin resimleri var.) Olsun, biz yine de hüsnüzan edelim ve “bu ‘bediî zevk ve edebî ideal’in eserin bütününe denk gelip gelmediği” sor(g)usuna âcizane şöyle bir cevap bulmaya çalışalım:

Malûmunuz, Bediüzzaman’ın en önemli can ve dâvâ düşmanlarından birisi de, (Yazar Şevket Süreyya Aydemir’in nitelemesiyle) “İkinci Adam” idi. Dizi-romanın bitirildiği yıllarda zaten kendisi de terk-i dünya eylemiş. Bu açıdan, onun dolaylı olarak “beşlemenin amacına hizmet ettiği” varsayılabilir; ki her mağlûbiyetinde “Beni Nurcular yıktı!” demesiyle, menfur gayesine eremeyişine kahrederek son nefesini vermiş olması muhtemel!

Beşlemenin peşinden yazılan ve sonraki dönemleri ele aldığını bildiğimiz “Nur Hareketi Serisi”ni henüz okumamakla beraber, bu son cildin istenseydi pekâla buraya dâhil olabileceği de aklımıza gelmiyor değil. Fakat şimdilik burada kesmek en iyisi!

Küçük notlarımıza gelince:

*Eserin her cildi 10 bölüme ayrılmış (keza bölüm numaraları seri bazında müteselsil; dolayısıyla beş ciltte bölümler 1’den 50’ye kadar sıralı).

*Bölüm isimleri muhtevayı anlattığı gibi, bunların ekserisi de başka kitaplara isim olabilecek çapta. (Her ciltten birer örnek: c. 1’de bölüm 7: Yükseklere Gölge Düşmez / c. 2‘de bölüm 18: Nâr Nuru Yakmaz / c. 3’te bölüm 27: Ateş Işığa Kuvvet Verir / c. 4’te bölüm 31: Kâinata Meydan Okumak / c. 5’te bölüm 49: Ateş Çemberinde Parlayan Nur)

*Bölüm isimleri arasında bazı mühim şahıslara karşılık gelen nitelendirmeler de var; ki bunları tahmin edebilirsiniz: Matruş Mareşal (c. 2’de bölüm 19); Cücelerin Devi (c. 3’te bölüm 30) ve Korkusuz Korkuluk (c. 4’te bölüm 38); Kuş Beyinli Kartal (c. 2’de bölüm 17)…

*Dizi-romanda, Üstad’ın biyografisinin ve yazılı hatıraların yanı sıra “sözlü” hatıralardan da istifade edildiği belli. Bu da, müellifin dizi-romanı yazarken epey görüşme yaptığını, romanı için birinci elden doneler topladığını ispatlıyor.

*Beşleme 90’lı yıllarda yayınlanmıştı. Fakat 2008 yılında mizanpajı ve kapak tasarımı yenilenerek yeniden basılmış ve şık bir ambalajda satışa sunulmuş.

*Serinin dördüncü kitabında yanlış anlamaya müsait tashih hatalarıyla karşılaştık. Bunlar maalesef sehven Üstad’ın “çocukları olduğu”nu (s. 95), keza (İnönü’ye atfen) “saldırdıkça kuvvetlendiği”ni ve “vurdukça güç kazanıp kalktığı”nı (s. 365) ihsas ediyor!

*Bazı bölüm başlıklarındaki “âyet, vecize, söz vs.” gibi hüküm ya da konuşma cümleleri tırnak içine alınırken bazıları alınmamış; ama bu sonuncuların “müellife ait” zannedilmesi tehlikesi mevcut! (Örnekler: c. 1’de bölüm 4: Kılıç Kesmez, El Keser / yine 1’de bölüm 6: Davam / yine 1’de bölüm 7: Zalimler İçin Yaşasın Cehennem! / yine 1’de bölüm 10: Keçe Külahlılar Geliyor / c. 3’te Bismillah Her Hayrın Başıdır / yine 3’te bölüm 25: Allahu Ekber / c. 4’te bölüm 37: Aziz, Sıddîk Kardeşlerim / yine 4’te bölüm 39: Dinsiz Millet Yaşamaz / yine 4’te bölüm 40: Her Nefis Ölümü Tadacaktır)

Toparlayacak olursak, pek çok önemli/gerçek (tarihî) ve hissî sahneyle dolu, 18. yüzyıl son çeyreği ile 19. yüzyıl ilk yarısını kapsaması itibarıyla bir şekilde yakın tarihimizi de ele alan, ana kahramanını muhatap olduğu şahıs ve olaylarla birlikte mükemmelen anlatan, her Nur sevdalısında bulunması ve sık sık okunması gereken, tasvir ve hayal gücü yüksek kalemden çıkma bir şaheser!

***

BEDİÜZZAMAN BEŞLEMESİ

Yazan: İslâm Yaşar Sayfa Sayısı: 2174 (5 cilt) Ebatları: 13,5x21 cm Türü: Roman Yayınlayan: Yeni Asya Neşriyat Yayın Tarihi: Mart 2008

ORHAN GÜLER [email protected]

22.05.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.