26 Haziran 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Dizi Yazı

Dünyamız büyük ve mükemmel bir gemi

Bu adadaki kaleyi yıkan Barbaros Kardeşler kaleden çıkan taşlar ile sahile kadar mendirek yapmışlar böylece Kuzey Afrika’nın en büyük limanını kurmuşlardı.

Oruç Reis, İspanyollar ile yapılan savaşta şehit düşmüştü. Yerine kardeşi Hızır Reis geçti. Kanuni Sultan Süleyman, Cezayir krallığı yerine Osmanlı devletine kaptan-ı derya olan Barbaros Hızır Paşa’yı çok seviyordu. Yapmış olduğu başarılı savaşlardan dolayı kendisine “Hayrettin” ismini verdi. Yıllarca Akdeniz’i Türk gölüne çeviren bu Gazi Hayrettin Paşa, İstanbul’da vefat etti ve kabri Beşiktaş’taki türbededir. Allah gani gani rahmet eylesin.

İşte tarih kitaplarında Barbaros Kardeşler ve Cezayir bu şekilde yer almaktadır. Cezayirli Türk denizciler, İspanyolların Endülüs’te yapmış olduğu zulme dur demiş Müslümanları bir araya getirerek büyük bir katliâmdan kurtarmışlardı.

Türk denizciliğinin piri sayılan Barbaros Hayrettin Paşa’nın memleketine gelmiştik, ama şehri gezme fırsatımız olmadı. Maalesef şiddet olayları sebebiyle denizciler dahil hiç kimseye şehri gezmek için izin verilmiyordu. Bu sebeple biz de sadece televizyondan bu ülkeyi tanıma imkânı bulabildik.

Cezayir yaklaşık 30 milyon nüfusu olan bir devletti. Halkı Berberi ve Arap karışımı idi. Uzun yıllar Fransız işgali altında kaldığı için birçok insan Fransızca konuşabiliyordu. Resmî dil ve yazışma dili Arapça olmasına rağmen halkın Fransızca ve Arapça karışımı bir dil kullandığını televizyondan izlemiştik.

Bu arada denizciler gemi yanaşır yanaşmaz işe başlamışlar konteynerleri boşaltmaya koyulmuşlardı. Yaklaşık bir gün kaldıktan sonra Cezayirden ayrıldık.

3. Bölüm: Endülüs, şimdiki adıyla İspanya

İki günlük bir yolculuktan sonra İspanya kıyılarına ulaştık. Gittiğimiz liman Castellon (Kasteyyon diye okunur) isimli bir kıyı şehriydi. İspanya’nın doğusunda yer alıyordu.

Castellon Limanı daha önce uğradığımız limanlara göre oldukça büyük sayılırdı. Fakat şehir ise buna ters orantılı olarak oldukça küçüktü. Fakat oldukça modern binaların olduğu bakımlı yol ve caddeleri ile turistik bir şehre geldiğimiz anlaşılıyordu.

Şehir ismi “castle” yani kale anlamına gelmekteydi. Denildiğine göre şehrin kuzeyinde kalan büyükçe bir kaleyi Müslümanlar almak için çok uğraşmış, fakat ele geçirememişler. Gerçekten de şehrin kuzey taraflarında yer alan ve her taraftan görünebilen büyük bir kale vardı. Burayı gezmek mümkün olmadı, çünkü gemimiz gitmiş olduğu limanlarda çok fazla kalmıyordu. 10-12 saat olmadı en fazla 24 saat sonra yük işlemlerini bitirip kalkmak zorunda kalıyorduk. Ne de olsa gemimiz yolcu gemisi değil bir yük gemisiydi. Bu kadarına dahi sevinmek gerekirdi.

Gerçi sahip olduğumuz konfor yolcu gemilerinde dahi bulunamazdı. Her şeyden önce kalmış olduğumuz kamaralar yolcu gemilerine göre oldukça genişti. Armatör kamarasında kalan ağabeyimin odası kaptan kamarası kadar büyüktü. Lumbuzları genişti ve kamaraların içi oldukça aydınlık sayılırdı. Babam birçok gemide çalışmıştı ve yaşama alanlarının diğer gemilere göre çok daha iyi olduğunu söylüyordu.

Her ne ise biz İspanya gezimize dönelim. Gemimiz yanaştıktan sonra öğle ile ikindi namazlarını birleştirerek kıldıktan sonra, öylece yola çıktık. Acente denilen ve geminin gelmiş olduğu ülke yetkili makamları tarafından yapılan işleri takip eden bir kişi tarafından Castellon şehrine gittik. Acentemiz bizi şehrin merkezine kadar götürmüş gidebileceğimiz yerleri kısaca tarif etmişti.

Şehir çok büyük olmadığından önemli sayılabilecek her yeri gezmiştik. Burada ilk defa rahibelerle karşılaşmıştım. Onlarla resim çekildik. Şehirde dikkatimizi çeken hususların başında geniş ve düzenli parklar geliyor. Oyun oynayan çocuklar bebeklerini gezmeye getiren anneler İstanbul’da çok zor bulacağımız yeşil alanlara kolaylıkla gidebiliyorlardı. Şehrin her yerinde nefes alabilecek, gezip dinlenebilecek parklara rastlamıştık. Köpeklerini gezmeye çıkaran birçok insan gördüm. Burada hoşuma gitmeyen birkaç şeyden bir tanesi de bu köpeklerin bırakmış olduğu pislikler. Her tarafta maalesef bulunabiliyordu.

Park ve meydanlarda yüzlerce güvercine rastlamak mümkün... İnsandan kaçmayan bu güzel kuşlara karşılık bir tane bile kedi göremedim.

İspanya’da kulübeden telefon etmek ucuz olduğu için biz de akrabalarımızı buradan aradık. Dakikalarca konuştuğumuz halde çok fazla para ödememiştik. İlginç olan kulübelerde jeton yerine sadece para kullanılabiliyordu. Atmış olduğun para kadar konuşabiliyor, kapatınca da kalan para iade ediliyordu.

Öğle yemeği için pizzacıya gitmeye karar verdik. Bulunduğumuz ülke bir Hıristiyan ülkesi idi ve yiyeceklerinde domuz eti olabilirdi. Pizzacıda vejetaryen usûlü çeşitler vardı ve bizim için uygundu.

Pizzacı kadın İspanyolca konuşuyordu, ama resimlere bakarak siparişlerimizi kolayca verdik. Biz oturup pizzalarımızı beklerken kadıncağız hamur açmaya ve üzerine malzemelerini koymaya başladı. Biz burada epeyce bekleyeceğiz diye düşünürken elleri seri çalışmaya alışkın olan pizzacı kadın kısa zamanda yiyeceklerimizi getirdi.

Şehir gezimizi tamamladıktan sonra dönüş yoluna geçecektik, fakat bir türlü taksi bulamıyorduk. Bu şehirde taksiler gezmiyor belirli duraklarda yolcularını bekliyorlardı. Birkaç işyerine sorduk, fakat kimse yardımcı olamadı. Sonunda bir büfeden içecek bir şeyler alıp oturalım dedik ve garsona taksiye ihtiyacımız olduğunu söyledik. Garson Arap asıllı bir Müslüman’dı ve kıyafetlerimizden bizim de Müslüman olduğumuzu anlamıştı. Hemen telefon ederek taksiyi dükkânın önüne çağırdı.

Taksici bizi gemimizin iskelesine kadar getirdi. Birkaç saat sonra gemimiz kalkacaktı ve güzel bir geziden sonra tatlı bir yorgunlukla istirahata çekildik. Uzun ve kıvırcık saçlı kılavuz kaptanımız gemiye geldi ve Castellon limanından ayrıldık. Şimdiki rotamız İtalya’nın La Spezia şehriydi.

4. İtalya

Gemimiz İspanya’ya ait Balear Adalarının arasından geçerek kuzey İtalya’ya doğru yol alıyordu. Deniz çok güzeldi ve rüzgâr tatlı tatlı esiyordu. Kamaralarımızda klima sistemi olduğu için sıcaklık bizleri rahatsız etmiyordu. Akdeniz gündüz bir güzel, gece bir başka güzeldi.

Gece olunca mehtap çıkmıştı ve babam Ay ile ilgili olarak çok ilginç şeyler anlattı. İsterseniz sizlerle paylaşayım.

Bize şöyle bir soru sordu, ay bize niçin arka yüzünü göstermez?

O güne kadar hiç düşünmemiştim. Ama gerçekten de biz insanlar Ayın sadece bir yüzünü görebiliyorduk. Arka kısmını sadece Ay’a giden uzay gemileri ve astronotlar görebilmişlerdi.

Kur'ân-ı Kerim’de Yasin Sûresinde “vel kamere kaddernahü menazile…” şeklinde bir âyet vardır. Cenâb-ı Allah mealen “Aya gelince onun için de menziller takdir ettik” diye buyurmaktadır. Bediüzzaman, bu âyeti tefsir ederken “Evet, kamerin takdiri ve tedviri (dönmesi) ve zemine ve güneşe karşı dakik bir hesapla vaziyetleri o kadar hayretfeza, o derece harikadır ki, onu öyle tanzim eden ve takdir eden bir Kadir’e hiçbir şey ağır gelmez; onu öyle yapan her şeyi yapabilir, fikrini temaşa eden her bir zişuura (seyreden her şuur sahibine) ders verir” demektedir.

Gerçekten de Ay öyle bir tarzda Güneşi takip ediyor ki bir saniye bile yolunu şaşırmamaktadır. Dikkatle bakan insanı derin düşüncelere daldırmaktadır.

Evet Ay’ın bir günü bir yılına eşittir. Yani, kendi ekseni etrafındaki dönüşüyle, dünyanın etrafındaki dönüşü 27 gün ve birkaç saat olup eşittir. Böyle olunca da Ay bize daima bir tarafını gösterir arka kısmını hiçbir zaman göremeyiz.

Babam bize bu soruyu sorarken düşünmemizi ve gök cisimlerinin ne kadar mükemmel hareket ettiklerini anlamamızı istemişti. Gerçekten de Ay, Güneş ve yıldızların ne kadar ince hesaplarla hareket ettiğini ve bir saniye bile yolundan şaşırmadığını anlamış oldum. Eğer Ay, bir saniye kendi ekseni etrafında hızlı hareket etse veya dünyanın etrafında dönerken bir saniye geri kalsa, arka tarafını görebilirdik. Çünkü her 27 gün sonrasında pozisyonu bir parça değişecek birkaç ay sonra arka kısmını görebilecektik. Fakat hayır, Yasin Sûresinde geçtiği gibi Allah, Ay’a öyle bir menzil yani rota çizmiştir ki bir saniye bile yolunu şaşırmaz. Demek ki kâinattaki her şeye Allah’ın kudreti yetişir. Onun izni olmadan bir yaprak dahi kıpırdamaz. Bunu şimdi daha iyi anlamıştım. Yol boyunca yıldızların altında hep bu konuları konuştuk. İsteyenlere tavsiyem Bediüzzaman’ın Mektubat isimli kitabının üçüncü mektubunu okumalarıdır. Burada insanın tefekkür etmesine yarayan birçok âyet ve tefsiri bulunmaktadır.

Evet, bizi terbiye eden Rabbimiz, dünyayı öylesine büyük ve mükemmel bir gemi olarak düzenlemiş ve bizlerin hizmetine sunmuştur. O halde ona iman etmeli ve emrettiği şekilde ibadet etmeliyiz aksi takdirde nankörlük etmiş oluruz.

İşte dünya nasıl uzay denizinde yol alıyorsa bizim gemimiz de Akdeniz’de yol alıyordu ve sonunda İtalya’nın La Spazia şehri önlerine gelmiştik. Gemimiz demirlemeden kılavuz kaptanı almış direkt olarak yanaşma işlemine başlamıştı. Mendirekten limana girince içerisinde yüzlerce yelkenli ve motorlu teknenin bulunduğunu gördüm. Burası İtalya’nın turistik bir şehriydi.

Genova yani bizdeki adıyla Ceneviz şehrinin biraz güneyinde yer alan bu liman şehri deniz turizmi ile ünlüydü. Avrupa’nın çeşitli şehirlerinden gelen tekne sahipleri hafta sonlarını ve yaz tatillerini bu şirin liman şehrinde geçiriyor teknelerine atladıkları gibi soluğu Akdeniz’in berrak sularında alıyorlardı.

Gemimiz limanda çok kalmadığı için biz de şehri doya doya gezemedik. Sadece kıyıda birkaç tur attık ve sonunda gemimize gelmek zorunda kaldık. Yol üzerinde birkaç dükkândan küçük hediyelik eşyalar almıştık ve bunları güzel bir hatıra olarak hâlâ saklıyorum.

5. Bölüm: Yunanistan ve İzmir

Gemimiz İtalya’dan hareket ettikten sonra Yunanistan’ın Selanik şehrine gelmişti. Ne yazık ki çocuk yolculara şehri gezmek için izin vermiyorlardı ve bu sebeple Selanik’i gezme imkânı bulamadım. Sadece televizyondan Yunanistan’ı izleyebilmiştik. Zaten gemimiz birkaç saatlik yükleme ve tahliye işinden sonra limandan ayrılacaktı. Bu sebeple çok istememe rağmen Selanik’i gezememiştim. Fakat çok yakınından geçtiğim Yunan adaları için şunu söyleyebilirim. Bu adalar ne yazık ki taş ve kayalıktan ibaret. Üzerinde doğru dürüst bir yeşillik yok. Hemen hemen hepsinde insanlar yaşıyor, ama nedendir bilinmez bu adaların çorak hali beni bir hayli üzmüştü.

Her ne ise yaklaşık 20 saatlik bir yolculuktan sonra İzmir’e geldik. İzmir’de kordon boyunca gezdik ve faytona bindik.

Konak Meydanı ve sahil kısmı çok güzel bir şekilde tanzim edilmiş her taraf yeşillikler içindeydi. Selanik’te yapamadıklarımızı İzmir’de yapmış şehri gezerek güzel bir gün geçirmiştik.

İstanbul’dan yola çıkalı 25 gün olmuştu ve evimizi özlemeye başlamıştık. Hâlbuki biz iki ay boyunca gezebilecek şekilde yola çıkmıştık. Fakat artık yorulmuştuk ve babama İstanbul’da gemiden ayrılmak istediğimizi söyledik. Babam bir sefer sonra sözleşmesini dolduracağı için hep birlikte ayrılmamızı istemişti. Ama kusura bakma diyerek çok güzel geçen bu yolculuğumuzu bitirmek istediğimizi söyledik.

Gemimiz sabah vakti İzmir’den ayrıldı ve bir günlük yolculuktan sonra tekrar İstanbul’un Ambarlı Limanı’na yanaştı.

Gemiden ayrılarak evimize geldik ve babam tekrar gemiye dönmüştü. Bu kadar güzel bir yolculuk yapmama rağmen evimizi ve İstanbul’u çok özlemiştim.

İnsan kendi yurdundan uzak olduğu zaman, yaşadığı yerin kıymetini anlıyor.

26.06.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (25.06.2010) - Denizciler işine ‘besmele’ ile başlıyor

  (24.06.2010) - Seyahat boyunca hep kitap okuduk

  (28.05.2010) - Fatİh’in Kanunnamesi bize yol gösteriyor

  (27.05.2010) - Fen ilimleri ile din ilimleri birlikte okutuluyor

  (26.05.2010) - Ecdat her yere mührünü vurmuş

  (25.05.2010) - Saraybosna, Avrupa’nın Kudüs’ü

  (24.05.2010) - AB, Müslüman Bosna’nın garantisi olacak

  (20.05.2010) - Seracılığın başşehri Antalya

  (19.05.2010) - Çiftçi, seralarda Çin malı tarım ilâcı kullanıyor

  (18.05.2010) - Gübre ve ilâç maliyetleri çiftçinin belini büküyor


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.