17 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Aile-Sağlık

Haklılık mı, mutluluk mu?

Ankara Üniversitesi (AÜ) İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Öznur Özdoğan, haklılık duygusunun öfkeyi beslediğini, bunun da cinayetlere sebep olduğunu söyledi.

Özdoğan, mutlu olmanın yolunun kusurları örtmekten geçtiğini ifade etti. ‘’Dinin amacı iki dünyada da mutlu olmak, hem bu dünyada hem ahirette. Psikoloji biliminin de amacı mutluluk. Din psikolojisi olunca çifte mutluluk oluyor’’ diyen Özdoğan, çocukluğundan beri niyet etmeyi çok merak ettiğini, ama bunun psikolojide ‘’farkında olmak, yapılanı bilinçli yapmak’’ kavramıyla ilgili olduğunu anladığını dile getirdi.

Kusurları görüp örtmenin mutluluğun birinci şartı olduğunu söyleyen Özdoğan, ‘’İkincisi kusurları görmemektir. Aşkın gözü kördür derler. Kusur görmek istemiyorsanız sevginizi arttırın, hoşgörünüzü arttırın. Olumlu yanını bulup, olumlu tarafını büyütün’’ dedi.

‘’Hz. Muhammed’in (asm) sahabeleriyle birlikte ölmüş bir hayvanın yanından geçerken, arkadaşlarının burnunu tutup söylendiklerini, onun ise ‘Dişleri de çok güzelmiş’ diyerek, hayvanın iyi tarafını gördüğünü’’ anlatan Özdoğan, şöyle devam etti:

‘’Buna Anadolu’da gönül gözü derler. Kötü şeylerde iyi şeyler görmektir bu. En kusurlu durumlarda en güzeli görmeliyiz. Hayata olumlu bakmaya niyet etmeliyiz. Tıpkı oruçlu olduğumuzda ikram edileni çevirdiğimiz gibi kötü bir şeyle karşılaştığımızda da ‘ben niyetliyim’ diyerek bunları geri çevirmeliyiz. Mutlu olmak için affedip, yapılanları da silmeliyiz. Sadece affetmekle kalmayıp bunları hayatımızdan tamamen silmeliyiz, bilgisayarın çöp kutusunda olduğu gibi çöp kutusundan da silmeliyiz. İnsandaki kin ve nefret vücutta tümörleşir, bunlara müsaade etmemeliyiz.’’

Haklılığı değil, mutluluğu seçmek gerektiğini söyleyen Özdoğan, ‘’Haklılık duygusu, öfkeyi besler. Bu ise cinayetlere sebeptir. Hapishanelerde yapılan araştırmalarda, eşler cinayetleri haklı oldukları için yaptıklarını söylemekte. Hırsızlığı gerçekleştirenler bunu haklı sebeplerle gerçekleştirdiğini savunmakta. Hz. Muhammed (asm), Taif’te kendisine yapılanlara karşı haklılığı değil, mutluluğu seçmiştir. ‘Dünyanın en güçlü insanı, öfkesini yöneten, yenen kişidir’ sözü, o güzel insana aittir’’ diye konuştu.

Çözüm insanı olmak gerektiğini vurgulayan Özdoğan, ‘’Beşer şaşar. Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz. Değer mi üzmeye, kırmaya değer mi? Neden haklılığı seçerek insanları üzelim, birbirimizi kıralım? Bizim kültürümüz bize bunu öğretmiş’’ dedi.

17.10.2010


İçinizde doymayan bir dev mi var?

“Zaman zaman daha sofradan kalkarken acıktığınızı hissettiğiniz oldu mu? Hatta ‘Yoksa midemde bir sorun mu var?’ dediğinizi duyar gibiyiz.

Kendinizi suçlamadan önce öğünlerinizde tükettiğiniz yiyecek ve içecekleri gözden geçirmenizde yarar var” diyen Amerikan Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Diyetisyen Ayşe Korkmaz, açlık hissini dindirmek için posa muhtevası yoğun olan tahıllar, taze sebze ve meyveler, kurubaklagiller ve fındık, fıstık, tahin, helva, susam gibi vücudun enerji ihtiyacını karşılayan besinlerinin tüketilebileceğini belirtti.

Vücudumuzun besin alımımızı kontrol eden mekanizma beynimizde, hipotalamus adı verilen bir bölge olduğunu belirten Diyetisyen Korkmaz, “Hipotalamus da iki bölgeye ayrılmaktadır. Bir tanesi açlık merkezi, bir tanesi de tokluk merkezidir. Bu bölgelerden salgılanan hormonlar, kişilerde besin alımını arttırmak ya da azaltmak şeklinde etki göstermektedir” dedi.

Korkmaz, besinlerin içerisinde bulunan bazı maddelerin de kişilerde tokluk hissi meydana getirdiğini söylemenin yanlış olmayacağını ifade ederek, besinlerin içinde tokluk meydana getiren etkilerini;

1- Posa muhtevası, 2- Yağ muhtevası, 3-Besinlerin glisemik indeksi (cevapları) şeklinde sınıflamak mümkün olduğunu anlattı. Diyetisyen Korkmaz, bu etkilerin nasıl olduğunu tek tek incelerken şunları söyledi:

“1- Besinlerin posa (lif) muhtevası: Posayı, besinlerin bağırsaklar tarafından sindirilemeyen kısmı olarak tanımlamak mümkündür. Suda çözünürlük yönünden; çözünür posa ve çözünmeyen posa diye ikiye ayrılır. Tahıllar, taze sebze ve meyveler, kurubaklagiller posadan zengin besinler arasında sayılmaktadır. Diyette posa alımının arttırılmasının besin alımını azaltma yönünde etki gösterdiği söylenmektedir. Posanın sindirilmesi ve vücuttan atılması daha uzun sürede olduğu için kişide daha uzun bir süre tokluk hissi oluşturmaktadır. Tabiî ki burada unutulmaması gereken bir nokta ise kişinin posadan zengin bir beslenme uygulamasına engel olabilecek herhangi bir sağlık sorununun olmamasıdır. Örnek olarak; ishal, ülseratif kolit vb.

2- Besinlerin yağ muhtevaları: Yağlar vücudumuzun en ekonomik enerji kaynağıdır. Enerji ihtiyacımızın ortalama olarak % 25–30’unu karşılamaktadırlar. Aynı zamanda yapısı dolayısıyla kişide tokluk hissi oluştururlar. Yağ muhtevası yüksek besinle arasında, yağlı tohumlar (fındık, fıstık gibi), sıvı ve katı yağlar, tam yağlı et, tahin, helva, susam gibi besinler sayılabilir. Ancak unutulmamalıdır ki fazla yağlı besin tüketimi beraberinde bazı hastalıkları getirmektedir. Kalp ve damar hastalığı, şişmanlık gibi... Bu sebeple yağ muhtevası yüksek olan besinler tüketilirken dikkat edilmelidir.

3- Besinlerin glisemik indeksi: Glisemik İndeks (G. İ.); besinlerin yenildikten sonra gösterdikleri glikoz yanıtın (kan şekeri üzerindeki etkisi) beyaz ekmeğe göre değerlendirilmesidir. Beyaz ekmek standart 100 olarak kabul edilir. Diğer besinlerin değerleri buna göre değerlendirilir. Bir hesaplama sonucunda düşük puanda olan besinlerin glisemik indeksi düşük demektir. Yani kişinin kan şekerini daha az etkilemekte ve bu sebeple daha az besin alınmasını sağlamakta ve kişide tokluk hissi oluşturmaktadır. Posa oranı yüksek olan besinlerin glisemik indeksi düşüktür. Bu nedenle bu besinler daha uzun süre tokluk hissi oluşturmaktadırlar. Basit karbonhidrat olarak adlandırılan bal, reçel, pekmez, şeker gibi besinlerin G.İ.’i yüksek olduğu için kana çabuk karışmakta ve daha sonra tekrar kişide açlık hissi uyandırmaktadır.”

17.10.2010


Kulaklıkla müzik dinlemek sağlığı tehlikeye atıyor

Türkıye Trafik Kazalarını Önleme Derneği Genel Başkanı Hitay Güner, kulaklıkla yüksek sesli müzik dinlemesinin hem yaya güvenliğini, hem de sürücülerin can güvenliğini tehlikeye attığını söyledi.

Genel Başkan Güner, bu konuda toplumsal bilince ihtiyaç olduğunun altını çizdi. Uzmanlar, yüksek sesle müzik dinlemenin, başta işitme problemleri olmak üzere birçok rahatsızlığa sebep olduğunu ifade ediyor.

Uşak’ta okula giderken taktığı kulaklıkla müzik dinleyen İlayda Topbay’ın, tren çarpması sonucu ölmesi gözleri tekrar bu konuya çevirdi. Türkiye’de özellikle okulların açıldığı dönemlerde birçok öğrenci müzik dinlerken trafik kazalarına kurban gidiyor. Özellikle genç nesil arasında kullanımı yaygınlaşan iPhone, walkman ve cep telefonundan müzik dinleme alışkanlıkları ölümleri de beraberinde getiriyor. Özellikle trafikte hem sürücülerin, hem de yayaların dikkatini dağıtan yüksek sesle müzik dinleme, can güvenliği için büyük tehlike oluşturuyor. Geçtiğimiz yaz döneminde kulaklıkla müzik dinleyen ikisi öğrenci üç kişi vefat etmişti. Türkiye Trafik Kazalarını Önleme Derneği Genel Başkanı Hitay Güner, bu hususta toplumda ‘bana bir şey olmaz mantığı’ olduğunu söyledi. Yayaların ve sürücülerin kulaklıkla müzik dinlemesinin kanunla önlenemeyeceğini dile getiren Güner, “Yaşanan acılar var. Ancak insanlar yollarda araç kullanırken ya da yaya olarak bir yere giderken müzik dinliyor. İnsanların dikkatli olması için eğitim ve bilinç lazım. İnsanlar bilseler de yine de yanlışları yapıyorlar. Toplumumuzda ‘Bana bir şey olmaz’ mantığı var. Yaya ve sürücü dikkatini dağıtıyor. Ölümlü ya da yaralamalı kazalara neden oluyor. Uzman doktorlar kulaklıkla müzik dinlemenin 40 yaşından sonra yüksek sesle müzik dinleyenlerde işitme problemlerinin olacağını ifade ediyor.” dedi.

2030 YILINDA İŞİTME

SORUNU OLACAK

Öte yandan, ABD’de yapılan bir araştırma, yukarıdaki tezin ne kadar haklı olduğunu gözler önüne serdi. Araştırmaya göre, sinemadan eğlence salonlarına kadar yüksek sesin hakim olduğu bir çok alan, insanoğlunun duyma yetisini ortadan kaldırıyor. Bilim adamları, sadece ABD’de 28 milyon kişinin farklı seviyelerde işitme kaybıyla karşı karşıya olduğunu söylerken, bu sayının 2030 yılında 78 milyonu bulacağını belirtti. Araştırmalara göre, işitme kaybının en büyük sebepleri ise gittikçe daha yüksek sesle yayın yapan sinemalar, ses kalitesi yüksek televizyonlar, radyo sistemleri ve özellikle gençlerin ellerinden düşürmediği MP3 çalarlar.

17.10.2010


Suyunuz hijyenik olsun

Canpinar Doğal Kaynak Suları temsilcisi Kâmil Ünel, tüketilen suların insan sağlığı açısından önemini anlattı.

Suyun vücudumuz için hayati önemi olduğunu bir kez daha vurgulayan Ünel, damacana sularının içerisindeki mineraller ve sertlik derecesinin metabolizbaya doğal bir destek olduğunu kaydetti. Ünel, aslında önemli olanın tüketilen içme suyunun dolumunun hijyenik olması, içimi ve vücuda verdiği yarar olduğunu belirtiyor.

17.10.2010


Çile karşı krem

Tamamen tabiî olarak üretilen Blue Ocean çil, leke ve benek kremi büyük ilgi görüyor.

Blue Ocean kremi ciltteki doğum ve güneş lekelerini, kahverengi benleri gidermeye yardımcı oluyor. Bu ürün cildin ölü deri tabakasını dökmeye yardımcı olurken, kolajen ve elastin üretimini de uyararak cildin üst tabakasındaki hücrelerin sağlıklı çıkmasına yardımcı oluyor. Krem ayrıca cildin renk tonunu düzenleyerek sağlıklı ve ışıltılı görünmesini yardımcı oluyor. Furkan tabiî ürünler tarafından üretilen krem, bütün seçkin baharatçılarda bulabilirsiniz.

17.10.2010


85 DESİBEL NORMAL

İşitme kaybında geri dönüş olmazken, özellikle 85 desibelin üstündeki bütün sesler, insan kulağı için tehdit oluşturuyor.

Bir saat 110 desibellik müzik dinlemek, yaklaşık 8 saat ile 95 saat müzik dinlemek kadar kulağı yoruyor ve ona hasar veriyor. Yüksek volümlü ses, iç kulağa hasar vererek gençleri sağır ediyor; kulak çınlaması, uyku bozuklukları, huzursuzluk ve yüksek tansiyon gibi rahatsızlıkları da beraberinde getiriyor.

17.10.2010


Sezaryen doğumlar, alerjik hastalıkları çoğalttı

Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Serhan Sakarya, insan hayatı için hayatî önem taşıyan mikroorganizmaların normal doğum sırasında bebek doğum kanalından geçerken anneden çocuğa aktarıldığını, bu sebeple normal doğum sayısındaki azalmayla birlikte alerjik rahatsızlıkların arttığını söyledi.

Mikroorganizmaların, dünya için olmazsa olmazlarından biri olduğunu belirterek Doç. Dr. Sakarya, böylesi bir ortamda, insanın hayatını sürüdürebilmesi için bu mikroorganizmalarla tanışıklığın hayati öneme taşıdığını ifade etti. Doç. Dr. Sakarya, insanın hayatta sağlıklı bir birey olarak tutunabilmesi için bu mikroorganizmaları bünyesinde çok sayıda barındırdığına, bunu da doğum sırasında anneden aldığına işaret ederek, şu bilgileri verdi:

‘’İnsan için hayatî önem taşıyan mikroorganizmalar, normal doğum sırasında bebek doğum kanalından geçerken anneden çocuğa aktarılıyor. Daha sonra da anne sütüyle bunları güçlendiren birtakım faktörler yine anne tarafından veriliyor. Ne ek mama, ne süt, ne de başka bir besin bunun yerini tutuyor. Bu mikroorganizmalar, normal doğumda, annenin doğum kanalından geçerken bebeğe ağız yoluyla bulaşıyor ve sindirim sistemine yerleşiyor ve burada tıpkı annedeki gibi aynı görevi yapmak için uyumlu bir çevre oluşturuyorlar. Bu mikroorganizmalar, sadece bulunduğu sindirim bölgesi için değil, insan için önemli olan bütün hayati bağışıklık sistemleri veya aldığımız gıdaların kullanımı açısından çok önemli.’’

Doç. Dr. Sakarya, sezaryen doğumlarla bebeğin, bu mikroorganizmaları edinmeden dünyaya geldiğini belirterek, ‘’Normal doğumların azalmasıyla birlikte alerjik hastalıklar arttı’’ dedi.

17.10.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.