10 Aralık 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Yargıtay’ın iş yükü neden artıyor?

AdapazarI’nda bir vak'a anlatılır: Adliyede görev yapan yargıcın önüne iki Çerkez’in taraf olduğu uyuşmazlık geliyor. Yurdun çeşitli yerlerini görevi gereği dolaşan, toplumsal ve demografik yapılar ile davalar arasındaki ilişkileri okuyabilen yargıcın tepkisi “Eyvah Çerezler de mahkemelere düştüyse ciddi bir sorun var demektir” biçiminde olur. Hatta Çerkezlerde, düğünlerde silah atmanın sonlanmasını sağlayan olgunun yargı değil, kültürel kodlar ve mekanizmalar olduğu söylenir. Anadolu’nun birçok yerinde, eksilmekle birlikte toplumun uyuşmazlıklarını kendi dinamikleriyle çözümlediğine yönelik örneklere rastlamaktadır. Kuşkusuz ki bununla kültürel ve toplumsal kodlara ve süreçlere mutlak bir üstünlük tanınmıyor. Sorun yargı sisteminin varlığı değil, toplumun tüm sorunlarının çözümünü kendisiyle doğrudan ilgili olmayan, kendi gerçekliğine yabancı üçüncü kişi veya kurumlara aktarmasının yaratacağı sonuçlardır.

İDEOLOJİK FİLTRE

OLARAK HSYK

Avrupa’da birçok sosyal ve ekonomik alanın düzenlenmesi ve uyuşmazlıklarının çözümlenmesi, bu alanın bir parçası olan mekanizmalara bırakılmakta, bu mekanizmaların sorunları çözmede yetersiz kaldığı yerde, gerek kural koyma, gerekse yargı yolunu çalıştırma biçiminde ‘devlet’ ve ‘egemenlik’ araçları devreye girebilmektedir. Yaşamın tüm alanını hukuksallaştırma ve yargısallaştırmaya olumsuz bir anlam yükleyen Avrupa için bu yadırgatıcı değildir.

Toplumun sorun çözme ve iletişim kurma yeteneğini bütünüyle yitirmesi ve bunun da bir çağdaşlaşma göstergesi olarak sunulması herhalde Türkiye tipi modernleşmeyi Avrupa’dan ayıran sayısız örneklerden birisidir.

Ancak en önemlisi ve yakıcı olanı yargıdaki ideolojik yapının inşa biçimidir.

Bilindiği gibi Türkiye yargısı, 1930’lu yılların Tek Parti ideolojisine göre biçimlenmiştir. Uygulama ve kültürüne bakıldığında halen Tek Parti’nin ideolojik söylemlerinin ‘hukuk’ adı altında genel kabul gördüğünü söylemek mümkündür. Yalnızca Ergenekon yargılamaları çerçevesinde ortaya çıkan “yüksek yargısal müdahalelere” bakmak yeterlidir.

Yargının 1950 yılına kadar Tek Parti memuru olması, onun ideolojik aygıtı olarak çalışmasını mümkün kılmış hatta normalleştirmiştir. Öyle ki 1950’den sonra iktidarın el değiştirmesiyle birlikte ortaya çıkan “bünyeye aykırı müdahaleler” 27 Mayıs Darbesi’yle etkisizleştirilmiş, Demokrat Parti döneminde yargıya dâhil unsurlar ayıklanarak yargı yeniden eski ‘normal’ine kavuşturulmuştur.

Hâkim ve savcıların disiplin yönünden denetlenmesi, terfileri ve Yargıtay veya Danıştay üyeliğine seçilmesi konusunda militarist özerk yargı kurulları yetkilendirildi. 27 Mayıs Darbesi’yle ilk defa anayasal düzene aktarılan bu kurullar önce Yüksek Hâkimler Kurulu ile Yüksek Savcılar Kurulu adını taşırken, 12 Eylül Darbesi’nin ardından kurul tüm hâkim ve savcıları kapsayacak şekilde HSYK adını aldı.

Mevcut yargı sisteminin darbeci Tek Parti ideolojisinin uygulama araçlarından biri olarak varlığını devam ettirmesi için HSYK, Yargıtay ve Danıştay arasındaki ilişkinin de düzenlenmesi gerekiyordu. HSYK ideolojik testlerden geçenleri Yargıtay ve Danıştay’a üye olarak seçecek, bu iki üst kurum da HSYK, YSK üyeleri ve AYM’nin yargıç kökenli üyelerini seçecekti. İdeolojik filtre olarak HSYK çalışacaktı. Ancak bu filtreye ilişkin puanlama sisteminin de kurulması gerekiyordu.

Türkiye’de yargıç ve savcıların yükselmeleri için Yargıtay ve Danıştay’dan belirli sayıda dosya geçirmeleri gerekiyor. Yargıçlar bakımından anlatırsak: Her bir yargıcın terfi etmesi için yılda belirli sayıda dosyayı Yargıtay’a temyize göndermesi gerekmektedir. Bu temyiz incelemesinin sonucunda yargıç “zayıf, orta, notsuz, iyi, pekiyi” biçiminde notlar almaktadır. Bu, yargıçları hem iyi not almak için mümkün olduğunca fazla davayı temyize göndertip mümkün olduğunca daha fazla olumlu puan almak şeklinde eğilime sevk etmektedir. Kuşkusuz ki bu eğilimin ilk sonucu, tarihsel ve ideolojik eğilimleri iyi bilinen Yargıtay’ın ideolojik tercihlerine göre karar verme pratiğinin ve kültürünün gelişmesidir. Vatandaşların bir karardan memnuniyeti terfi bakımından hiçbir anlam ifade etmemektedir. Kimi zaman vatandaşların memnuniyetine rağmen, sırf puan almak için davalar temyize gönderilmekte, bazen kararın temyize gönderilmesi adeta dayatılmakta, bunun için bilinçli olarak teknik yanlışlıklar yapılmaktadır. Hatta yargıçların mübaşirlerle işaretleşip, bir şekilde davalı veya davacıyı temyize yönlendirdikleri dahi adliyelerde dile getirilmektedir. Bir bakıma adalet dağıtma görevi üstlenen yargıçlar sistem sayesinde, hasbelkader ortaya çıkmış ve vatandaşın vicdanında olumlu bir yer edinmiş adaletli bir kararı, Yargıtay incelemesine sevk edilebilmekte, bu şans dahi ortadan kaldırılmasının aktörüne dönüşebilmektedir.

TERFİ SİSTEMİ

NASIL İŞLİYOR?

Bu sistem sayesinde Türkiye yargısında geçerli kural “ne kadar temyiz o kadar iyi; ne kadar ideolojiye uygun karar, o kadar makbul yargıç” kuralıdır. Yargıtay ve Danıştay’ın bu şekilde ideolojik eksende yaptıkları puanlamalar HSYK’ya iletilmektedir. HSYK bu puanlamaları esas alarak yargıçların terfisine karar vermekte, hangi yargıcın birinci sınıfa ayrılabileceğini belirlemektedir. Bu şekilde çalışan terfi sistemi, ancak ideolojik yönden homojen bir “birinci sınıfa ayrılmışlar kümesi”nin doğmasına yol açmaktadır. En son olarak Yargıtay veya Danıştay üyeleri bu ‘küme’den seçilmektedir. Yargıtay ve Danıştay’a son 20 yılda seçilenler, onların verdikleri kararlar ve seçimlerde verdikleri oylarla HSYK, YSK ve Anayasa Mahkemesi’ne gidenlerin profili araştırıldığında sistemin nasıl başarılı olduğu ortaya çıkmaktadır. Son yılların karar analizleri dahi bu sonuçlara ulaşmak için yeterlidir.

Bu sistemin hem yargı bağımsızlığı, hem de toplumun adalet beklentileri bakımından bir felaketle sonuçlandığı açıktır.

Osman Can Star, 8.12.2010

10.12.2010


Zamlı benzin fiyatında büyük iddia!

Son dönemde akaryakıt ürünlerine seri halde zam geliyor.

Ham petrolün varil fiyatı 150 dolar seviyesinden küresel krizle birlikte 60 dolarlara kadar geriledi. Ancak aynı hızlı düşüş akaryakıt fiyatlarına yansımadı. O tarihlerde bu çelişkiye işaret edip, petrol fiyatlarında kriz sonrası başlayacak artışın, yeterince inmeyen, üstelik vergisi artırılan akaryakıt fiyatlarını daha da yukarılara fırlatacağı öngörüsünde bulunmuştuk. Bugün işte o süreç yaşanıyor. Benzin artık 4 lira!

Gelelim büyük iddiaya... Akaryakıt ürünleri üzerindeki yüksek vergi malum; fiyatları tepe noktalara çıkaran en önemli unsurun vergi olduğuna kuşku yok. Peki, vergi unsurunu dışarıda bıraktığımızda, ortaya çıkan fiyat gerçekten piyasa kuralları içerisinde mi oluşuyor? Konuyu bir enerji uzmanıyla konuştum. Kendisi halen devlet memuru olduğu için isminden bahsedemiyorum. Ancak iddiası son derece kritik! Şöyle diyor:

“Dışarıdan baktığınızda akaryakıt fiyatları piyasa şartları içerisinde oluşuyor gibi görünüyor. Ancak bu tezi boşa çıkaran ‘ikinci fatura’ gerçeği var. Şirketler, dış piyasadan satın aldıkları akaryakıtın faturasını gizleyip, daha pahalı görünen ikinci bir fatura düzenliyor. Dolayısıyla iç piyasada vergi, navlun, bayi kârı gibi unsurlarla tüketiciye yansıyacak fiyat oluşurken, düşük olan gerçek alım fiyatından değil, şişirilmiş ikinci fatura fiyatı üzerinden hesap yapılıyor.”

75 KURUŞ DÜŞER!

Enerji uzmanı örnek de veriyor; “Diyelim ki bir şirket benzini 4 liradan satın aldı. İç piyasada fiyat 6,5 lira civarında. Gerçek alım fiyatından vergi uygulansa fiyat 5,5 lirada oluşacak. Bu düşüşe izin verilmiyor, fiyatı iç piyasada 7 liraya getiren ikinci bir fatura devreye giriyor, sonuçta akaryakıtta indirim olacağına fiyat artışı yaşanıyor.” Uzman, bütün bu iddialarından sonra şu çarpıcı hesabı ortaya atıyor:

“Eğer ikinci fatura oyunu oynanmasa akaryakıt fiyatları bugünkü seviyesinden çok daha aşağıda olur. Akaryakıt şirketlerinin 1 litre benzin fiyatını yaklaşık 75 kuruş aşağı çekme marjı olduğunu düşünüyorum. Gerçek fatura iç piyasaya yansımış olsa bugün benzin 4 lira değil 3,25 lira olurdu...”

Son derece iddialı bir o kadar da çarpıcı bir görüş! “İyi de sizin gördüğünüz bu oyunu EPDK göremiyor mu” diye sordum. Soruma aldığım yanıt, işin boyutunu daha bir net ortaya koydu. Dedi ki, “Serbest piyasa kuralında kontratlarda gizlilik esastır. EPDK kimsenin kontratını göremez. Dolayısıyla gerçekte kimin hangi fiyattan ürün aldığını bilemez, takip edemez. Zaten işin püf noktası da bu gizliliktir.”

Yüksek vergiye dokunmadan akaryakıt fiyatlarını düşürmek isteyenlere duyurulur...

Erdoğan Süzer Bugün, 9.12.2010

10.12.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.