08 Aralık 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Bediüzzaman ve Gladston zihniyeti

Üstad Bediüzzaman’ın ilk İstanbul seyahati öncesi son ikametgâhı Van’dır.

Burada Vali Tahir Paşa konağında kalmaktadır.

Daha çok din ilimleri ve fen ilimleri ile meşgul olmaktadır. İlmî meclislerde çeşitli konularda derin müzakereler yapılmaktadır. İlmî münâzaralar da sürüp gitmektedir. Ancak bu arada Bediüzzaman Tahir Paşa vasıtası ile âlem-i İslâmın hâl-i pür melâlinden de haberdar olmaktadır. Zira Tahir Paşa kendisine gelen gazetelerden bazı haberleri ona okumaktadır.

Bir gün yine Paşa, elinde gazete çıkagelir.

Gazetede mühim ve müthiş bir haber vardır:

İngiliz Müstemlekât Nâzırı Gladston, İngiliz Meclis-i Mebusanında, elinde Kur’ân-ı Kerîm’i göstererek söylediği bir nutukta, “Bu Kur’ân İslâmların elinde bulundukça, biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ân’ı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız” diye hitabede bulunur.

Bu haber adeta Bediüzzaman’ın fikir dünyasında şimşekler çaktırır. Kur’ân aleyhindeki bu fikrin çıkış noktasını ve meydana getireceği tesiri ufkî bir nazarla süzen Bediüzzaman, tehlikenin ne derece mühim olduğunu idrak eder ve bu dehşetli hücuma karşı mücadelesini şu cümle ile dile getirir: “Ben de Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, tüm dünyaya gösterip ispat edeceğim!”

İşte Üstad Bediüzzaman’ın bütün fikir ve düşüncelerinin bilkuvveden bilfiile çıkması ve onun İstanbul’a giderek fiilî bir mücadele başlatması bu haber üzerine olur.

Peki bu haber niçin Üstadın fikir cephesinde bu kadar derin bir tesir yapmıştır? Niçin bu haberin kaynağına bu kadar tepki göstermiştir? Halbuki o zamanlarda yüzlerce İslâm düşmanı İslâm aleyhinde binlerce fikir neşretmektedir? Niçin bir İngiliz bakanın sözlerine bu kadar önem vermiştir? Bu tepkide bir mübalâğa gözükmüyor mu?

Evet, işin aslına bakılırsa zâhiren bir mübalâğa gözüküyor. Zira o zamanda zaten yüzlerce fikir akımı İslâm aleyhine faaliyet göstermektedir. Hatta İstanbul’da bile gizli veya açık fitne faaliyetleri vardır. Bazı yazarlar yazdıkları yazılar ile açıktan İslâm düşmanlığı yapmaktadırlar. Her gün durumu biraz daha kötüleşen Osmanlı da bütün bu fitne faaliyetlerinin önüne geçememektedir. Hâl böyle iken ta uzaktaki bir ülkenin bakanı İslâm düşmanlığı yaptı diye büyük bir tepki göstermek görünüşte biraz fazla gibi gözüküyor.

Ancak işin biraz iç yüzüne bakıldığı zaman Bediüzzaman’ın tepkisinde hiç de bir mübalâğa olmadığı görülecektir. Zira o zaman İngiltere süper bir güçtür. Üzerinde güneş batmayan bir ülkedir. Çok güçlü bir donanması vardır. Denizlerin tek hâkimi durumuna gelmiştir. Sanayi devrimi ile büyük bir güç ve kuvvet elde etmiştir. İslâm âlemini parçalamak, Osmanlı Devletini yok etmek emel ve gayesi içindedir. İslâmiyet ve Osmanlı aleyhine karşı her türlü gizli ve açık faaliyeti yapmaktan çekinmemektedir. İşte bu sebeple bu habere karşı hiddetli ve sert bir tepki vermiştir Bediüzzaman. Zaman içinde meydana gelen hadiselere baktığımız zaman da, yine Bediüzzaman’ın İslâm ve Kur’ân adına ortaya koyduğu bu tepkinin ne kadar haklı ve doğru olduğunu anlıyoruz. Zira Osmanlının son zamanlarındaki Meşrûtiyet hareketlerini baltalayan meşhur 31 Mart hadisesinde büyük ölçüde İngiliz parmağı vardır. Osmanlı’yı yıkmak için Çanakkale önlerine gelen İngilizlerdir. Burada mağlûp olmalarına rağmen İstanbul’u işgal eden yine İngilizlerdir. İstanbul işgali süresince Anglikan Kilisesi yolu ile insanların zihinlerini ifsat etmeye çalışan yine İngiliz Hükûmetidir. İngilizlerin bu menfî propagandalarına karşı mücadele eden Bediüzzaman aleyhinde “vur” emri çıkartan cebbar İngiliz kumandanı Allenby’dir.

Hatta bu fikir ve düşüncenin günümüze kadar uzanan etkisi vardır. 11 Eylül 2001 yılındaki İkiz Kulelere saldırı sonrası işleme konan İslâm düşmanlığı yine benzer bir fikrin ürünüdür. ABD ve İngiltere’nin bu konuda baş rolleri oynaması yine dikkate değer bir konudur. Bu gün bile bizim içimizdeki derin güçleri bu millet aleyhine harekete sevk eden yine malûm ülkelerin kontrolündeki güçlerdir.

Demek ki Üstad Bediüzzaman’ın İslâm adına ortaya koyduğu fikrî ve fiilî tepki yerinde ve olması gereken bir tepkidir. Zaten Gladston zihniyetinin İslâm aleyhinde yapmaya çalıştığı faaliyetlerin ilk cephede karşısına çıkan Bediüzzaman olmuştur. Bu fitne hareketinin bütün müntesiplerini bir bir teşhis etmiş, bu fitne cephesinin yaymaya çalıştığı zehirli fikirleri bir bir çürütmüş ve telif ettiği Risâle-i Nurlar ile bugün için İslâm adına büyük bir zafer elde etmiştir. Birçok Batı ülkesinde olduğu gibi İngiltere’de de yüzlerce insan İslâm dinini seçmektedir. Yakın bir gelecekte İnşâallah birçok insan İslâma teslim olacaktır. Günden güne “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde” olduğunu, Risâle-i Nur yoluyla bütün dünyaya gösterip ispat eden Bediüzzaman Hazretlerinin büyük İslâm ve Kur’ân dâvâsı bütün dünyaya yayılmaktadır. Gladston zihniyeti ise günden güne kaybetmektedir.

HALİL AKGÜNLER

[email protected]

08.12.2010


İstemek...

Hani dünyada bir şeylerin olmasını temennî ederiz ya. Temennî etmek bir yana, öyle isteriz ki ‘illâ ki olsun’ deyiveririz.

İstemek…

Neden ister ki insan?

İhtiyacına binâen arzu ettiği şeylerin gerçekleşmesi için mi? İstemek hissi, bizlere verilmiş olduğu için mi? Yoksa fıtraten zayıf yaratıldığımız için mi? İstemek âciz olduğumuzun bir ispatı değil midir zaten?

Farkında olmadan mı istiyoruz bir şeyleri? Elimizde olmadan yani. İsteyiveririz her şeyi içimizden geldiği gibi. Sahiplenme duygusu da vardır işin içinde belki, mutlu olmak arzusu...

Bir şeye ilgi gösterdiğimizin delilidir istemek. İlgi olmazsa, istemek de olmazdı zaten…

Peki ya, istediğimiz şey gerçekleşmezse… Bir şeylerin gerçekleşmesi elimizde değil ya neticede… Gerçekleşmeyeceğini bilsek dahi, yine de ‘Olsun işte’ der miyiz? İsteyecek miyiz tekrar be tekrar? Yine de peşinden gölge gibi koşacak mıyız, bir umut belki yakalarız diye…

Olmama…

Hani istediğimiz bir şeyler vardı ya. ‘Olsun’ diye arzuladığımız şeyler… Bir bakmışız ki bomboş, kalakalmış hayaller, kırık hikâyeler… Ayak sendelenir, düşecek gibi oluruz. Tâkatimiz dahi kalmaz ayakta durmaya.

Ya ‘olmazsa’ demiş miydik gerçekten? Geçirmiş miydik aklımızın ucundan? ‘Olmadı işte’ deyip içten bir ‘ahh’ mı çekeceğiz? O arzu ve isteklerimizin yerini elem, keder mi aldı? “Hayat bizim için ne mânâya geliyor ki artık?” mı diyeceğiz bundan sonra?

İsteğimiz olmadığında, “Her şeyde bir hayır vardır” diyebiliyor muyuz, bütün cesaretimizi toplayarak…

“Gerçekleşmeyen bir şeyde nasıl bir hayır olabilir ki” diye fısıldayacak mıyız yine de içimizden? Peki ya olsaydı, bizleri ne bekleyeceğini biliyor muyduk? Bizim ilmimiz sınırlı olduğu için, ‘göremiyor’ olabilir miyiz gerçekten, geleceğimizi? Yaratıcı bizlere en uygununu tasarlıyor olamaz mı yani? “Benden daha iyi bilen biri var” dememiz gerekmez mi? Başka dayanak noktamız mı var sanki? Tevekkül etmemek, ateşin alevini büyüterek, yaşadığımız sıkıntıları, elemleri, hüzünleri bir’den bin’e çıkarmaz mı?

Netice...

Şah damarımızdan daha yakın olan, bizi bizden iyi bilen, ‘Alîm’ olan, geleceğimizi bilen bir yaratıcıdan en hayırlısını istemek en uygunu olsa gerek… Dert içinde derman ancak ve ancak ‘O’dur.

Bizim vazifemiz istemek, gerisi ise mal sahibine kalmış. Ne de olsa mal sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Öyleyse, bizler istemekten çekinmeyerek, her daim her şeyin hayırlısını istemek için isteyelim… Vermek istemeseydi şâyet, istemeyi de vermezdi elbet…

M. FATİH URAS

[email protected]

08.12.2010


Okul öncesi eğitim

Son yıllarda popülerliğini gittikçe arttıran okul öncesi eğitimin, araştırmalar sonucunda çocuk eğitimine oldukça yararı olduğu biliniyor.

Okul çağına gelmeyen çocukların, daha erken yaşta eğitilmesini hedefleyen anaokulu ve kreşlere her geçen gün yenileri ekleniyor. Bir çok semtte ve şehirde, anaokulu ya da kreşler zinciri kuran firmalar, bu eğitim yuvalarını maalesef tamamen ticârî olarak da görebiliyor. Tabiî ki ticârî mânâda bir kazanç muhakkak olacak ve olmalı. Fakat asıl meslek ve görevleri eğitim ve öğretim olan bu yerlerin, maksadının dışında sıradanlaştırılmış bir şekilde eğitim vermesi de gerçekten çok üzücü.

Tabiî ki bütün anaokulları ve kreşler için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Gerçekten üzerine düşenleri yapıp, “iyi bir gelecek” için güzel, saygılı, ahlâklı ve değerlerine bağlı nesiller yetiştirmeyi ilke edinenler de var.

Geçen günlerde uzaktan izlediğimiz kadarıyla; düzgün, eğitici, mânevî değerleri de çocuklara kazandırmak için gayret sarf eden bir anaokulu, öğrencilerine bir kitap hediye etmiş.

Kitapta muhteva olarak mânevî değerler de çocuklara öğretilmek isteniyor. Maddî boyutun yanında, mânevî değerlerin de çocuklara öğretilmesi gerektiği konularına girmek istemiyorum. Bunlar yıllardır tartışılan ve sonunda gerekliliği ispatlanmış bulunan konular. Siz 12-13 yaşından sonra “Ben artık büyüdüm, kendi kararlarımı verebilirim, karışmayın!” diyen bir çocuğa hangi eğitimi rahatlıkla verebilirsiniz?

Konuya geri dönecek olursak, öğrencilere verilen kitapta, Allah’ın varlığı ve birliği, bize bir şey hediye eden ya da yardımcı olan birisine teşekkür etmemiz gerektiği gibi, Allah’a da (cc) bize lütfettiği nimetlerden dolayı şükür etmemiz gerektiği ve şükür kavramı, elhâsıl buna benzer manevî değerlerimiz öğretilmek isteniyor. Fakat bu çalışma, bazı kimseleri rahatsız etmiş olacak ki, bir kısım medya bu olayı geçtiğimiz günlerde manşetlerine “abartılı ve yanlış” bir üslûbla taşımıştı.

Konuyla ilgili o zaman birşeyler yazmıştık. Fakat yazıyı yayına gönderip, olayı uzatmak istememiştim. Ama bir kaç gün önce yaşadığım hadise, (aslında yıllardır gözlemliyorum) konuyu tekrar değerlendirmemi gerektirdi.

Geçen günlerde arkadaşlarımızla birlikte Risâle-i Nur üzerinde yaptığımız bir çalışmayı tamamladıktan sonra, otobüsle eve dönerken bir bayan küçük kızıyla birlikte otobüse bindi. Oturmaları için yer vermek istemiştim. Fakat yanımda oturan, birazdan ineceğini söyleyip kendisi kalkıp yer verdi. Hanımefendi de kızının oturmasını istediğini söyleyince, küçük kız yanıma oturdu. Derken küçüğün uykusunun geldiğini anlayan annesi, onu konuşturmak için zorla birşeyler söyletmeye çalışıyordu.

Ben de anneye yardımcı olmak için küçükle sohbet etmeye başladım. Tanışmamızın ardından ana okuluna gittiğini öğrendiğim küçük kız, en çok sevdiği şeyin şarkı söylemek ve dans etmek olduğunu söyledi. (Anlaşılan okulda da sürekli bunları yapıyorlar.) Konuşmamızın sonuna doğru o bilinen klâsik soruyu ben de sordum: “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” Aldığım cevap ise gerçekten içimi acıtmıştı. Küçük kız “dansöz” olmak istiyormuş...

Bunun üzerine ne diyeceğimi şaşırmıştım. Öğretmen, doktor ya da avukat olmak istediğini tahmin ettiğim küçük, dansöz almak istiyordu. Anlaşılan bu cevap annesini de pek memnun etmemişti. Biraz da gülümseyerek “Okulda böyle şeyler öğretiyorlar işte...” der gibi birşeyler söyledi. Ben de küçüğe öğretmen olursa daha iyi, daha faydalı olacağını söyledim.

Biraz daha sohbet ettikten sonra, annesi teşekkür edip inmeleri gerektiğini söyledi. Küçük kız giderken bana “O zaman hem öğretmen, hem de dansöz olacağım” diyerek annesiyle birlikte otobüsten indi.

Bu yaşadığım olay beni gerçekten çok üzdü. Ana okuluna giden bir çocuk, geleceği hakkında planlar yaparken gördüğü, örnek aldığı ve eğitildiği şekilde planlar yapıyor. Onların bu eğitimine mâneviyâtı da katıp, Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda bir eğitim yapıldığında; bunu yanlış, çocukların aklını karıştırıcı ve çağdışı algılayanlar, çocukların mânevî değerlerden yoksun bir şekilde eğitildiklerinde “dansöz” olmak istemelerini tedirginlikle karşılayıp “Nerede hata var?” diye sormuyorlar.

Bu konuda aslında yazılacak çok şey var, fakat işin bu boyutunu uzmanlara havâle edip, şu sorunun cevabını arıyorum: “Acaba manevî eğitim verilmeyen çocukların, gelecek hakkındaki bu olumsuz planları, daha önce maneviyâtsız bir eğitimin gerekliliğini manşetlere taşıyanların manşetlerinde olacak mı?”

M. YASİN AYDIN [email protected]

08.12.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.