ve habbe ve habbeciklerden ve çekirdeklerden, yanlışsız,
        
        
          mükemmel, süslü, alâmet-i farikalı olarak yaratılışları,
        
        
          sâni-i Hakîm’lerinin vücuduna ve vahdetine ve hikmeti-
        
        
          ne ve hadsiz kudretine öyle bir şahadettir ki, ziyanın gü-
        
        
          neşe şahadetinden daha kuvvetli ve parlaktır.
        
        
          Hem hava, su, nur, ateş, toprak gibi hiçbir unsur yok-
        
        
          tur ki, şuursuzluklarıyla beraber, şuurkârâne mükemmel
        
        
          vazifeleri görmesiyle, basit ve istilâ edici, intizamsız, her
        
        
          yere dağılmakla beraber, gayet muntazam ve mütenevvi
        
        
          meyveleri ve mahsulleri hazine-i gayptan getirmesiyle,
        
        
          senin birliğine ve varlığına şahadeti bulunmasın.
        
        
          Ey Fâtır-ı Kadir, ey Fettah-ı Allâm, ey Fa’al-i Hallâk!
        
        
          nasıl arz, bütün sekenesiyle Hâlık’ının Vacibü’l-Vücud
        
        
          olduğuna şahadet eder; öyle de, senin –
        
        
          ey Vahid-i
        
        
          Ehad, ey Hannan-ı Mennan, ey Vehhâb-ı Rezzak!
        
        
          – vah-
        
        
          detine ve ehadiyetine, yüzündeki sikkesiyle ve sekenesi-
        
        
          nin yüzlerindeki sikkeleriyle ve birlik ve beraberlik ve bir-
        
        
          biri içine girmek ve birbirine yardım etmek ve onlara ba-
        
        
          kan rububiyet isimlerinin ve fiillerinin bir olmak cihetin-
        
        
          de, bedahet derecesinde senin vahdetine ve ehadiyetine
        
        
          şahadet, belki mevcudat adedince şahadetler eder.
        
        
          Hem nasıl zemin, bir ordugâh, bir meşher, bir talim-
        
        
          gâh vaziyetiyle ve nebatat ve hayvanat fırkalarında bulu-
        
        
          nan dört yüz bin muhtelif milletlerin ayrı ayrı cihazatları
        
        
          muntazaman verilmesiyle, senin rububiyetinin haşmeti-
        
        
          ne ve kudretinin her şeye yetişmesine delâlet eder. öyle
        
        
          de, hadsiz bütün zîhayatın ayrı ayrı rızıkları, vakti vaktine,
        
        
          
            AsA-yı MûsA
          
        
        
          
            s
          
        
        
          
            ekizinci
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            üccet
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            ManiYe
          
        
        
          
            | 323 |
          
        
        
          3. Şua / mÜnaCaT
        
        
          
            kudret:
          
        
        
          güç, kuvvet.
        
        
          
            mahsul:
          
        
        
          ürün.
        
        
          
            meşher:
          
        
        
          sergi yeri.
        
        
          
            mevcudat:
          
        
        
          yaratılmış şeylerin ta-
        
        
          mamı, varlıklar.
        
        
          
            muhtelif:
          
        
        
          farklı, çeşitli.
        
        
          
            muntazam:
          
        
        
          düzenli, düzenlenmiş.
        
        
          
            muntazaman:
          
        
        
          düzenli olarak.
        
        
          
            mükemmel:
          
        
        
          kusursuz, eksiksiz.
        
        
          
            mütenevvi:
          
        
        
          çeşit çeşit; çeşitli.
        
        
          
            nebatat:
          
        
        
          bitkiler.
        
        
          
            nur:
          
        
        
          ışık; aydınlık.
        
        
          
            ordugâh:
          
        
        
          ordunun konakladığı
        
        
          yer.
        
        
          
            rızık:
          
        
        
          Allah’ın verdiği, nimetler, yi-
        
        
          yecekler.
        
        
          
            rububiyet:
          
        
        
          Cenab-ı Hakkın her za-
        
        
          man, her yerde ve her varlığa
        
        
          muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
        
        
          onları yetiştirmesi, uyum içinde
        
        
          sevk ve idare etmesi.
        
        
          
            sâni-i Hakîm:
          
        
        
          her şeyi gayeli, fay-
        
        
          dalı, anlamlı, yerli yerinde ve sa-
        
        
          natlı olarak yaratan Allah.
        
        
          
            sekene:
          
        
        
          bir yerde yaşayanlar, ka-
        
        
          lanlar.
        
        
          
            sikke:
          
        
        
          damga, mühür.
        
        
          
            şahadet:
          
        
        
          şahitlik, tanıklık.
        
        
          
            şuur:
          
        
        
          bilinç, olup bitenin farkında
        
        
          olma; anlama ve kavrama gücü.
        
        
          
            şuurkârane:
          
        
        
          şuurlu ve bilinçli ola-
        
        
          rak, olup bitenin farkındaymış gibi.
        
        
          
            talimgâh:
          
        
        
          eğitim yeri.
        
        
          
            unsur:
          
        
        
          madde, bir şeyi oluşturan
        
        
          parçalardan her biri.
        
        
          
            Vacibü’l-Vücut:
          
        
        
          varlığı zorunlu ve
        
        
          gerekli olan ve yokluğu düşünüle-
        
        
          meyen; varlığı zatî, ezelî, ebedî
        
        
          olup vücut tabakalarının en sağla-
        
        
          mı, en kuvvetlisi, en esaslısı ve en
        
        
          mükemmeli olan Allah.
        
        
          
            vahdet:
          
        
        
          birlik.
        
        
          
            Vahid-i Ehad:
          
        
        
          bir olan ve birliği
        
        
          her bir şeyde tecelli eden Allah.
        
        
          
            vakit:
          
        
        
          zaman, an, saat.
        
        
          
            vazife:
          
        
        
          görev.
        
        
          
            vaziyet:
          
        
        
          durum, hâl.
        
        
          
            Vehhab-ı Rezzak:
          
        
        
          bol bol rızık ve-
        
        
          ren, çok çok ihsanda bulunan Al-
        
        
          lah.
        
        
          
            vücut:
          
        
        
          varlık, var olma.
        
        
          
            zemin:
          
        
        
          yer, yeryüzü.
        
        
          
            zîhayat:
          
        
        
          hayat sahibi, canlılar.
        
        
          
            ziya:
          
        
        
          ışık.
        
        
          
            alâmet-i farika:
          
        
        
          bir şeyi diğer-
        
        
          lerinden farklı kılan, ayıran
        
        
          özellik.
        
        
          
            arz:
          
        
        
          yeryüzü, dünya.
        
        
          
            bedahet:
          
        
        
          açıklık.
        
        
          
            cihazat:
          
        
        
          cihazlar, organlar.
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön.
        
        
          
            delâlet etmek:
          
        
        
          delil olmak,
        
        
          göstermek.
        
        
          
            ehadiyet:
          
        
        
          Allah’ın her bir şey-
        
        
          de birliğini göstermesi.
        
        
          
            Fa’âl-i Hallâk:
          
        
        
          her şeyi yara-
        
        
          tan, dilediğini dilediği gibi ya-
        
        
          pan Allah.
        
        
          
            Fâtır-ı Kadîr:
          
        
        
          varlıkları farklı
        
        
          fıtratlarda, farklı yaratılış özel-
        
        
          likleriyle, benzersiz ve harika
        
        
          şekilde yaratan, her şeye gücü
        
        
          yeten sonsuz kudret sahibi Al-
        
        
          lah.
        
        
          
            Fettah-ı Allâm:
          
        
        
          her şeyi en in-
        
        
          ce ayrıntılarına varıncaya ka-
        
        
          dar bilen ve her şeye ayrı ayrı
        
        
          suretler veren Allah.
        
        
          
            fiil:
          
        
        
          iş, oluş, hareket.
        
        
          
            fırka:
          
        
        
          topluluk, grup.
        
        
          
            gayet:
          
        
        
          son derece, çok.
        
        
          
            habbe:
          
        
        
          tohum, tane.
        
        
          
            hadsiz:
          
        
        
          sınırsız, sonsuz.
        
        
          
            Hâlık:
          
        
        
          yaratıcı, her şeyi yoktan
        
        
          yaratan Allah.
        
        
          
            Hannan-ı Mennan:
          
        
        
          merha-
        
        
          met ve ihsanı bol olan Allah.
        
        
          
            haşmet:
          
        
        
          heybet, büyüklük.
        
        
          
            hayvanat:
          
        
        
          hayvanlar.
        
        
          
            hazine-i gayp:
          
        
        
          gayp hazinesi.
        
        
          
            hikmet:
          
        
        
          belirli gayelere yöne-
        
        
          lik, faydalı, anlamlı ve yerli ye-
        
        
          rinde oluş, İlâhî gaye.
        
        
          
            intizamsız:
          
        
        
          düzensiz.
        
        
          
            istilâ edici:
          
        
        
          yayılan, kaplayan,
        
        
          kuşatan.