intizam-ı mutlak, elbette, gündüz ışığı, ışık güneşi göster-
        
        
          diği gibi, bir
        
        
          Kadîr-i Zülcelâl’
        
        
          in, bir
        
        
          Hakîm-i Zülkemal
        
        
          ’in,
        
        
          bir
        
        
          Rahîm-i Zülcemal’
        
        
          in vücub-i vücuduna ve kemal-i kud-
        
        
          retine ve cemal-i rububiyetine ve vahdaniyetine ve eha-
        
        
          diyetine şahadet ederler,
        
        
          
            (1)
          
        
        
          »'
        
        
          æ°r
        
        
          ùo
        
        
          ?r
        
        
          G o
        
        
          ABÉ n
        
        
          ªr
        
        
          °Sn
        
        
          ’r
        
        
          G o
        
        
          ¬n
        
        
          d
        
        
          sırrını gös-
        
        
          terirler.
        
        
          Şimdi, ey bîçare cahil, gafil, muannit, muattıl! Bu ha-
        
        
          kikat-i uzmayı ne ile tefsir edebilirsin? Bu nihayet dere-
        
        
          cede mu’cize ve harika keyfiyeti ne ile izah edebilirsin?
        
        
          Bu hadsiz derecede acip şu sanatları neye isnat edebilir-
        
        
          sin? Bu yeryüzü derecesinde geniş bu pencereye hangi
        
        
          perde-i gafleti atıp kapatabilirsin? senin tesadüfün nere-
        
        
          de, tabiat dediğin ve güvendiğin şuursuz yoldaşın ve da-
        
        
          lâlette istinatgâhın ve arkadaşın nerede? Bu işlere tesa-
        
        
          düfün karışması yüz derece muhal değil mi? Ve şu hari-
        
        
          ka işlerin binden birinin tabiata havalesi bin derece mu-
        
        
          hal olmuyor mu? Yoksa camit, âciz tabiatın her bir şeyin
        
        
          içinde, o şeyden yapılan, eşya adedince manevî makine
        
        
          ve matbaaları mı var?
        
        
          ®
        
        
          
            AsA-yı MûsA
          
        
        
          
            Y
          
        
        
          
            eDinci
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            üccet
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            ManiYe
          
        
        
          
            | 313 |
          
        
        
          on yedinCi penCere
        
        
          
            ifade:
          
        
        
          anlatma, bildirme.
        
        
          
            intizam-ı mutlak:
          
        
        
          tam ve mü-
        
        
          kemmel düzen.
        
        
          
            isnat:
          
        
        
          dayandırma.
        
        
          
            istinatgâh:
          
        
        
          dayanak noktası.
        
        
          
            izah:
          
        
        
          açıklama.
        
        
          
            Kadîr-i Zülcelâl:
          
        
        
          sonsuz büyüklük,
        
        
          haşmet ve kudret sahibi, Allah.
        
        
          
            kemal-i kudret:
          
        
        
          kudretin mü-
        
        
          kemmelliği.
        
        
          
            keyfiyet:
          
        
        
          durum, vaziyet.
        
        
          
            mana:
          
        
        
          anlam.
        
        
          
            manevî:
          
        
        
          maddî olmayan, manaya
        
        
          ait; ruha ait,  içe ait; fikrî, hissî; gö-
        
        
          rünmeyen.
        
        
          
            matbaa:
          
        
        
          basım evi.
        
        
          
            muannit:
          
        
        
          inatçı.
        
        
          
            muattıl:
          
        
        
          Allah’a inkâr eden.
        
        
          
            mu’cize:
          
        
        
          bir benzerini yapma ko-
        
        
          nusunda başkalarını âciz bırakan
        
        
          olağanüstü şey.
        
        
          
            muhal:
          
        
        
          imkânsız.
        
        
          
            muntazam:
          
        
        
          düzenli.
        
        
          
            mükemmel:
          
        
        
          her şeyi tam ve ek-
        
        
          siksiz.
        
        
          
            perde-i gaflet:
          
        
        
          gaflet perdesi, ger-
        
        
          çekleri görmeye engel olan perde,
        
        
          önemsememezlik.
        
        
          
            Rahîm-i Zülcemal:
          
        
        
          güzellik sahibi
        
        
          olan ve yarattıklarına karşı sonsuz
        
        
          şefkat ve merhametli olan Allah.
        
        
          
            sahavet:
          
        
        
          cömertlik.
        
        
          
            sanat:
          
        
        
          ustaca ve güzel yapılış.
        
        
          
            sır:
          
        
        
          gizli hakikat, gerçek.
        
        
          
            şahadet:
          
        
        
          şahitlik, tanıklık.
        
        
          
            şuursuz:
          
        
        
          akılsız, bilinçsiz.
        
        
          
            tabiat:
          
        
        
          doğa, Allah’ı inkâr edenle-
        
        
          rin yaratıcı bir güç olarak gördük-
        
        
          leri içinde yaşadığımız doğa ve
        
        
          madde âlemi.
        
        
          
            tefsir:
          
        
        
          açıklama, yorum.
        
        
          
            temsil:
          
        
        
          örnek, benzetme.
        
        
          
            tesadüf:
          
        
        
          rastgelme, rastlantı.
        
        
          
            vahdaniyet:
          
        
        
          Allah’ın birliği ve var-
        
        
          lığı.
        
        
          
            vücub-i vücut:
          
        
        
          varlığı gerekli ol-
        
        
          mak, olmaması imkânsız olmak.
        
        
          
            yoldaş:
          
        
        
          yol arkadaşı.
        
        
          
            acip:
          
        
        
          hayret verici, şaşırtıcı.
        
        
          
            âciz:
          
        
        
          güçsüz.
        
        
          
            adet:
          
        
        
          sayı, miktar.
        
        
          
            bîçare:
          
        
        
          çaresiz, zavallı.
        
        
          
            bilbedahe:
          
        
        
          apaçık bir şekilde.
        
        
          
            cahil:
          
        
        
          bilgisiz.
        
        
          
            camit:
          
        
        
          cansız.
        
        
          
            cemal-i rububiyet:
          
        
        
          Allah’ın
        
        
          bütün varlıklara muhtaç ol-
        
        
          dukları şeyleri vermesi, onları,
        
        
          yetiştirmesi, uyum içinde ida-
        
        
          re ve sevk etmesindeki güzel-
        
        
          lik.
        
        
          
            dalâlet:
          
        
        
          iman ve İslâmiyetten
        
        
          ayrılmak, doğru yoldan ayrıl-
        
        
          mak.
        
        
          
            delâlet:
          
        
        
          delil olma, gösterme.
        
        
          
            ehadiyet:
          
        
        
          birlik. Allah’ın birliği.
        
        
          
            eser:
          
        
        
          yapı.
        
        
          
            fiil:
          
        
        
          iş.
        
        
          
            gafil:
          
        
        
          gerçekleri görmeyen,
        
        
          önemsemeyen, iyi düşünme-
        
        
          yen.
        
        
          
            hadsiz :
          
        
        
          sınırsız.
        
        
          
            hakikat-i uzma:
          
        
        
          en büyük ha-
        
        
          kikat.
        
        
          
            Hakîm-i Zülkemal:
          
        
        
          her şeyi
        
        
          belirli gayelere yönelik, fayda-
        
        
          lı, yerli yerinde ve mükemmel
        
        
          yaratan, kemal sahibi Allah.
        
        
          
            harika:
          
        
        
          olağanüstü.
        
        
          
            havale:
          
        
        
          bırakma; bir işi başka-
        
        
          sının yaptığını iddia etme.
        
        
          
            1.
          
        
        
          En güzel isimler Onundur. (Haşir Suresi: 24.)