edilip muvaffakıyet gören nev-i benîâdem var. Ve ma-
        
        
          dem bu mahiyetteki nev-i benîâdem, mizaç ve hilkat iti-
        
        
          barıyla gayet zayıf ve âciz ve gayet acz ve fakrıyla bera-
        
        
          ber, hadsiz ihtiyacatı ve teellümatı olduğu hâlde, bütün
        
        
          bütün kuvvetinin ve ihtiyarının fevkinde olarak, koca kü-
        
        
          re-i arzı o nev-i insana lüzumu bulunan her nevi maden-
        
        
          lere mahzen ve her nevi taamlara ambar ve nev-i insa-
        
        
          nın hoşuna gidecek her çeşit mallara bir dükkân sureti-
        
        
          ne getiren, gayet kuvvetli ve hikmetli ve şefkatli bir Mu-
        
        
          tasarrıf var ki, böyle nev-i insana bakıyor, besliyor, iste-
        
        
          diğini veriyor.
        
        
          • Ve madem, bu hakikatteki bir rab, hem insanı se-
        
        
          ver, hem kendini insana sevdirir; hem bâkîdir, hem bâkî
        
        
          âlemleri var; hem adaletle her işi görür ve hikmetle her
        
        
          şeyi yapıyor; hem bu kısa hayat-ı dünyeviyede ve bu kı-
        
        
          sacık ömr-i beşerde ve bu muvakkat ve fânî zeminde, o
        
        
          Hâkim-i ezelî’nin haşmet-i saltanatı ve sermediyet-i hâ-
        
        
          kimiyeti yerleşemiyor; ve nev-i insanda vuku bulan ve
        
        
          kâinatın intizamına ve adalet ve muvazenelerine ve
        
        
          hüsn-i cemaline münafi ve muhalif çok büyük zulümleri
        
        
          ve isyanları ve velinimetine ve onu şefkatle besleyene
        
        
          karşı ihanetleri, inkârları, küfürleri bu dünyada cezasız
        
        
          kalıp, gaddar, zalim, rahat ile hayatını ve bîçare mazlum,
        
        
          meşakkatler içinde ömürlerini geçirirler; ve umum kâ-
        
        
          inatta eserleri görünen şu adalet-i mutlakanın mahiyeti
        
        
          ise, dirilmemek suretiyle, o gaddar zalimlerin ve me’yus
        
        
          mazlumların vefat içindeki müsavatlarına bütün bütün
        
        
          zıttır, kaldırmaz, müsaade etmez.
        
        
          
            âciz:
          
        
        
          güçsüz.
        
        
          
            acz:
          
        
        
          güçsüzlük.
        
        
          
            adalet-i mutlaka:
          
        
        
          sınırsız, tam ye-
        
        
          rinde adalet.
        
        
          
            âlem:
          
        
        
          dünya, cihan.
        
        
          
            ambar:
          
        
        
          zahîre ve kuru gıdaları
        
        
          koymaya yarayan büyük depo.
        
        
          
            bâkî:
          
        
        
          ebedî, daimî.
        
        
          
            fakr:
          
        
        
          fakirlik.
        
        
          
            fânî:
          
        
        
          ölümlü.
        
        
          
            gaddar:
          
        
        
          acımasız.
        
        
          
            hadsiz:
          
        
        
          sınırsız.
        
        
          
            haşmet-i saltanat:
          
        
        
          saltanatın
        
        
          heybeti.
        
        
          
            hayat:
          
        
        
          yaşayış.
        
        
          
            hayat-ı dünyeviye:
          
        
        
          dünyaya ait
        
        
          olan hayat.
        
        
          
            hikmet:
          
        
        
          her şeyin belirli gayelere
        
        
          yönelik olarak, manalı, faydalı ve
        
        
          tam yerli yerinde olması.
        
        
          
            hilkat:
          
        
        
          yaratılış.
        
        
          
            hüsn-i cemal:
          
        
        
          yüz güzelliği.
        
        
          
            ihanet:
          
        
        
          haksızlık etme.
        
        
          
            ihtiyacat:
          
        
        
          ihtiyaçlar.
        
        
          
            ihtiyar:
          
        
        
          seçme, tercih.
        
        
          
            inkâr:
          
        
        
          reddetme.
        
        
          
            intizam:
          
        
        
          düzen.
        
        
          
            isyan:
          
        
        
          baş kaldırma.
        
        
          
            kâinat:
          
        
        
          yaratılmış olan şeyle-
        
        
          rin tamamı.
        
        
          
            küfür:
          
        
        
          nimeti inkâr etme.
        
        
          
            küre-i arz:
          
        
        
          dünya, yer küre.
        
        
          
            mahiyet:
          
        
        
          asıl, esas, hakikat,
        
        
          özellik, nitelik.
        
        
          
            mahzen:
          
        
        
          içinde eşya saklana-
        
        
          cak yer.
        
        
          
            mazlum:
          
        
        
          zulme uğramış.
        
        
          
            meşakkat:
          
        
        
          sıkıntı.
        
        
          
            me’yus:
          
        
        
          ümitsiz.
        
        
          
            mizaç:
          
        
        
          huy, tabiat.
        
        
          
            muhalif:
          
        
        
          uymayan, karşıt.
        
        
          
            münafi:
          
        
        
          aykırı. zıt.
        
        
          
            müsaade:
          
        
        
          izin vermek.
        
        
          
            müsavat:
          
        
        
          denklik, eşitlik.
        
        
          
            mutasarrıf:
          
        
        
          tasarruf sahibi
        
        
          olan, tasarruf eden.
        
        
          
            muvakkat:
          
        
        
          geçici.
        
        
          
            muvazene:
          
        
        
          denge.
        
        
          
            nev-i benîâdem:
          
        
        
          insan cinsi,
        
        
          insanoğlu.
        
        
          
            nev-i insan:
          
        
        
          insan çeşidi, insan
        
        
          cinsi, insanoğlu.
        
        
          
            ömr-i beşer:
          
        
        
          insan ömrü, in-
        
        
          san hayatı.
        
        
          
            şefkat:
          
        
        
          acıyarak ve esirgeye-
        
        
          rek sevme.
        
        
          
            şefkatli:
          
        
        
          acıyarak ve esirgeye-
        
        
          rek seven.
        
        
          
            sermediyet-i hâkimiyet:
          
        
        
          Al-
        
        
          lah’ın bütün kâinatta hükme-
        
        
          dip idare etmesinin devamlılı-
        
        
          ğı.
        
        
          
            taam:
          
        
        
          yemek, aş.
        
        
          
            teellümat:
          
        
        
          elemler.
        
        
          
            velinimet:
          
        
        
          nimeti veren.
        
        
          
            vuku:
          
        
        
          meydana gelme.
        
        
          
            zalim:
          
        
        
          zulmeden.
        
        
          
            zıt:
          
        
        
          ters, karşıt.
        
        
          
            zulüm:
          
        
        
          haksızlık.
        
        
          dokuZunCu ŞuaIn mukaddimesi
        
        
          
            | 358 |
          
        
        
          
            D
          
        
        
          
            okuzuncu
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            üccet
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            ManiYe
          
        
        
          
            AsA-yı MûsA