kendi kendine olmak bin derece muhaldir ki, kendilerin-
        
        
          den ziyade, sanatkârlarını gösteriyorlar.
        
        
          Hem bunları işleyici, öyle mu’ciznüma bir zattır ki,
        
        
          hiçbir iş ona ağır gelmez. Bin kitap yazmak, bir harf ka-
        
        
          dar ona kolay gelir.
        
        
          Bununla beraber, her tarafa bak ki, hem öyle bir hik-
        
        
          metle her şeyi yerli yerine koyuyor ve öyle mükrimâne
        
        
          herkese lâyık oldukları lütufları yapıyor; hem öyle ihsan-
        
        
          perverâne umumî perdeler ve kapılar açıyor ki, herkesin
        
        
          arzularını tatmin ediyor. Hem öyle sahavetperverâne
        
        
          sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına,
        
        
          hayvanlarına, her bir taifesine has ve lâyık, belki her bir
        
        
          ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veri-
        
        
          liyor.
        
        
          İşte, dünyada bundan muhal bir şey var mı ki, bu gör-
        
        
          düğümüz işler içinde tesadüfî işler bulunsun; veya abes
        
        
          ve faydasız olsun; veya müteaddit eller karışsın; veya us-
        
        
          tası her şeye muktedir olmasın; veya her şey ona musah-
        
        
          har olmasın? İşte, ey arkadaş, haddin varsa, buna karşı
        
        
          bir bahane bul!
        
        
          
            yEDİNCİ BÜRHAN
          
        
        
          ey arkadaş, gel! Şimdi bu cüz’iyatı bırakıp, saray şek-
        
        
          lindeki bu acip âlemin eczalarının birbirine karşı olan va-
        
        
          ziyetlerine dikkat edeceğiz.
        
        
          İşte, bak: Bu âlemde o derece intizam ile küllî işler
        
        
          yapılıyor ve umumî inkılâplar oluyor ki, âdeta bütün bu
        
        
          
            AsA-yı MûsA
          
        
        
          
            o
          
        
        
          
            n
          
        
        
          
            B
          
        
        
          
            iRinci
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            üccet
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            ManiYe
          
        
        
          
            | 389 |
          
        
        
          22. sÖZÜn BirinCi makamI
        
        
          
            muhal:
          
        
        
          imkânsız.
        
        
          
            muktedir:
          
        
        
          gücü yeten.
        
        
          
            musahhar:
          
        
        
          boyun eğmiş.
        
        
          
            mükrimâne:
          
        
        
          ikram ederek.
        
        
          
            müteaddit:
          
        
        
          birden fazla.
        
        
          
            sahavetperver:
          
        
        
          cömertlikte bu-
        
        
          lunmaktan pek hoşlanır şekilde.
        
        
          
            sanatkâr:
          
        
        
          usta.
        
        
          
            tabla-i nimet:
          
        
        
          nimet tablası.
        
        
          
            taife:
          
        
        
          topluluk.
        
        
          
            tatmin:
          
        
        
          doyurma.
        
        
          
            tesadüfî:
          
        
        
          tesadüfen, rastgele.
        
        
          
            umumî:
          
        
        
          genel, herkese ait, her-
        
        
          kesle alâkalı.
        
        
          
            vaziyet:
          
        
        
          durum, duruş.
        
        
          
            zat:
          
        
        
          kişi, şahıs.
        
        
          
            ziyade:
          
        
        
          fazla.
        
        
          
            abes:
          
        
        
          boş, anlamsız.
        
        
          
            acip:
          
        
        
          benzeri görülmemiş,
        
        
          hayret verici.
        
        
          
            âdeta:
          
        
        
          sanki.
        
        
          
            âlem:
          
        
        
          dünya.
        
        
          
            arzu:
          
        
        
          istek, heves.
        
        
          
            bahane:
          
        
        
          kusur, noksan.
        
        
          
            bürhan:
          
        
        
          delil.
        
        
          
            cüz’iyat:
          
        
        
          küçük, ferdî şeyler.
        
        
          
            ecza:
          
        
        
          parçalar.
        
        
          
            fert:
          
        
        
          birey.
        
        
          
            haddin varsa:
          
        
        
          gücün yetiyor-
        
        
          sa.
        
        
          
            has:
          
        
        
          özel.
        
        
          
            hikmet:
          
        
        
          her şeyin belirli gaye-
        
        
          lere yönelik olarak faydalı ve
        
        
          tam yerinde olması.
        
        
          
            ihsanperverâne:
          
        
        
          iyiliği, bağış-
        
        
          ta bulunmayı pek sever şekil-
        
        
          de.
        
        
          
            inkılâp:
          
        
        
          değişim, dönüşüm.
        
        
          
            intizam:
          
        
        
          düzen.
        
        
          
            işleyici:
          
        
        
          yapan.
        
        
          
            küllî:
          
        
        
          büyük.
        
        
          
            lâyık:
          
        
        
          yakışan.
        
        
          
            lütuf:
          
        
        
          yardım, iyilik, bağış.
        
        
          
            mahsus:
          
        
        
          özel.
        
        
          
            memleket:
          
        
        
          ülke.
        
        
          
            mu’ciznüma:
          
        
        
          mu’cize göste-
        
        
          ren.