Emirdağ Lâhikası - page 398

ehemmiyetli hakkımda bir sebeb-i itab ve tokat bir hâdi-
seyi tamire çalışacağız; ve gücenmeyiniz. Şöyle ki:
Bu gece hiç görmediğim bir itab, bir tazib suretinde
manevî bir şiddetli ihtar ile denildi ki:
“dünyaya, zevke, keyfe tenezzül etmemekle nurlar-
daki ihlâs ve istiğnayı muhafazaya mükelleftin. Ve bu
asırda
(1)
Én
«r
ft
ódG n
Iƒ'
«n
ër
dG n
¿ƒt
Ñp
ën
àr
°ùn
j
sırrıyla dünyayı dine tercih
etmek ve bilerek elması şişeye tebdil etmek olan hastalı-
ğa, nur vasıtasıyla çalışmaya vazifedardın. Yüz tecrübe-
nizle de anladın ki, insanların hediyeleri, ihsanları, yar-
dımları, sana dokunuyor, hatta seni hasta ediyor. Her-
gün eserini, tecrübesini görüyorsun. senin en ziyade iti-
mad ettiğin ve risale-i nur’un fedakâr kahramanlarının
yüzlerini risale-i nur’un hizmetinden ziyade kendi istira-
hatine çevirmeye sebebiyet verdin, ilâahir...” diye daha
manen çok söylenildi diye beni tam tekdir etti. Hatta
şimdi bir manevî tokattan dahi korkuyorum. Bu hâdise-
nin çare-i yegânesi, bu otomobili alan sizler ilân edecek-
siniz ki, “Bu kardeşimiz said, bunu kabul edemedi,
manevî, dehşetli bir zarar hissetti.”
İ k i nc i s i :
otomobil şimdi konyalı sabri’nin yanına
gönderilmeli, oraya gitsin. o razı olmazsa Medrese-
tüzzehra erkânlarına gitsin. sabri merak etmesin, her ay
nurlara onun harika hizmeti, bir otomobil fiyatından zi-
yadedir. onun için gücenmesin.
asr:
yüzyıl, asır.
çare-i yegâne:
tek çare, tek çıkar
yol.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehemmiyetli:
önemli.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
erkân:
reisler, ileri gelenler.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
hâdise:
olay.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
ihtar:
dikkatini çekme, tembih,
uyarma, uyarı.
ilâahir:
sona kadar, sonuna kadar.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
istiğna:
aza kanaat etme, olanla
yetinme, gönül tokluğu, tok göz-
lülük.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
itap:
azarlama, rencide etme.
itimat:
emniyet, güven.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
medresetüzzehra:
Bediüzza-
man’ın Doğuda kurulmasını
arzu ettiği üniversitenin bir
manada aynı işlevi gören “Ri-
sale-i Nur” hizmetine verdiği
isim. Bediüzzaman’ın Doğuda
kurulmasını arzu ettiği üniver-
sitenin bir manada aynı işlevi
gören “Risale-i Nur” hizmetine
verdiği isim.
muhafaza:
koruma.
mükellef:
sorumlu ve yü-
kümlü olan, bir şeyi yapmaya
mecbur olan, vazifeli.
Nur:
Risale-i Nur hizmeti.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
sebeb-i itap:
tersleme, azar-
lama sebebi.
sebebiyet:
sebep olma.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, tarz.
tamir:
onarma, düzeltme.
tazip:
azap çektirme, eziyet
etme, sıkıntı verme.
tebdil:
değiştirme, dönüş-
türme.
tekdir:
azarlama.
tenezzül:
kendine aykırı dü-
şen bir işi veya durumu kabul
etme, alçalma.
vasıta:
aracı.
vazifedar:
vazifeli.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Onlar bile bile dünya hayatını tercih ediyorlar. (İbrahim Suresi: 3.)
| 398 | Emirdağ Lâhikası – ı
1...,388,389,390,391,392,393,394,395,396,397 399,400,401,402,403,404,405,406,407,408,...1032
Powered by FlippingBook