Lem'alar - page 327

BeşİNCİ MeseLe:
nasıl ki bir cemaatin malı bir
adama verilse zulüm olur. Veya cemaate ait vakıfları bir
adam zaptetse zulmeder. öyle de, cemaatin sa’yleriyle
hâsıl olan bir neticeyi veya cemaatin haseneleriyle teret-
tüp eden bir şerefi, bir fazileti o cemaatin reisine veya üs-
tadına vermek hem cemaate, hem de o üstat veya reise
zulümdür. Çünkü enaniyeti okşar, gurura sevk eder. ken-
dini kapıcı iken padişah zannettirir. Hem kendi nefsine
de zulmeder. Belki bir nevi şirk-i hafîye yol açar.
evet, bir kaleyi fetheden bir taburun ganimetini ve mu-
zafferiyet ve şerefini, binbaşısı alamaz. evet, üstat ve mür-
şit, mastar ve menba telâkki edilmemek gerektir. Belki
mazhar ve makes olduklarını bilmek lâzımdır. Meselâ, ha-
raret ve ziya sana bir âyine vasıtasıyla gelir. sen de, gü-
neşe karşı minnettar olmaya bedel, âyineyi mastar telâk-
ki edip, güneşi unutup, ona minnettar olmak divanelik-
tir.
evet, âyine muhafaza edilmeli, çünkü mazhardır. İşte
mürşidin ruhu ve kalbi bir âyinedir, Cenab-ı Hak’tan ge-
len feyze makes olur, müridine aksedilmesine de vesile
olur. Vesilelikten fazla, feyiz noktasında makam verilme-
mek lâzımdır.
Hatta bazı olur ki, mastar telâkki edilen bir üstad, ne
mazhardır, ne mastardır. Belki müridinin saffet-i ihlâsıyla
ve kuvvet-i irtibatıyla ve ona hasr-ı nazarla, o mürit, baş-
ka yolda aldığı füyuzatı, üstadının mir’at-ı ruhundan gel-
miş görüyor. nasıl ki bazı adam, manyetizma vasıtasıyla
bir cama dikkat ede ede âlem-i misale karşı hayalinde bir
Lem’aLar | 327 |
o
n
Y
edinci
l
em
a
düşmana üstün gelme, galibiyet.
mürit:
bir şeyhe bağlı kişi.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu gös-
teren, rehber.
nefis:
kendi, şahıs.
netice:
sonuç.
nevi:
çeşit, tür.
padişah:
hükümdar.
reis:
başkan.
saffet-i ihlâs:
ihlâsın doğru, halis,
temiz oluşu.
sa’y:
çalışma, çabalama, gayret
etme, emek sarf etme.
sevk:
önüne katıp sürme.
şeref:
manevî büyüklük, yüksek-
lik, yücelik.
şirk-i hafî:
gizli şirk.
tabur:
dört bölükten meydana ge-
len, bölük veya bataryadan bü-
yük, alaydan küçük askerî birlik.
telâkki:
kabul etme.
terettüp:
sonuç olarak çıkma, so-
nucuna bağlı olma.
üstat:
hoca, öğretmen.
vakıf:
sahibi tarafından dini şart-
lara uygun olmak kaydıyla hayırlı
bir işe, hayır ve hasenata bırakılan
mal veya mülk.
vasıta:
aracılık.
vesile:
vasıta, aracı.
zannetme:
sanma.
zapt:
idaresi altına alma, kendine
mal etme.
ziya:
ışık, aydınlık.
zulmetme:
haksızlık etme, eziyet
etme.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
aksedilme:
yansıma.
âlem-i misal:
görüntüler
âlemi.
âyine:
ayna.
bedel:
karşılık.
cemaat:
topluluk.
divane:
deli.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
fazilet:
değer; meziyet.
fethetmek:
zaptetme, bir ül-
keyi veya yeri ele geçirme.
feyiz:
bereket, verimlilik.
füyuzat:
feyizler, manevî bol-
luk ve bereketler, inayetler.
ganimet:
savaşta düşmandan
alınan mallar.
gurur:
kibir, kendini yüksek
ve değerli tutma hissi.
hararet:
sıcaklık.
hasene:
güzel ve hayırlı iş.
hâsıl:
meydana gelen, ortaya
çıkan.
hasr-ı nazar:
bakışı bir tarafa
veya noktaya dikme.
kuvvet-i irtibat:
bağlılıktaki
kuvvet, irtibatta bulunan güç.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
makam:
manevî mevki.
makes:
bir şeyin yansıdığı yer.
manyetizma:
telkin ve hipnoz
yolu ile birini tesir altına alma.
mastar:
bir şeyin çıktığı yer,
kaynak, temel.
mazhar:
bir şeyin açığa çıktığı,
zuhur ettiği yer.
menba:
kaynak, her hangi bir
şeyin çıktığı yer.
meselâ:
örneğin.
minnettar:
iyilik yapan biri-
sine karşı teşekkür duygusu
içinde olan.
mir’at-ı ruh:
ruhun aynası.
muhafaza:
koruma.
muzafferiyet:
muzafferlik,
1...,317,318,319,320,321,322,323,324,325,326 328,329,330,331,332,333,334,335,336,337,...1406
Powered by FlippingBook