Lem'alar - page 489

kendini kaldırmadığından, anladım ki, duanın neticesi uh-
revîdir,
(HaşİYe)
kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalıkla
aczini anlayıp dergâh-ı İlâhiyeye iltica eder. onun için,
otuz senedir şifa duasını ettiğim hâlde, duam zahirî kabul
olmadığından, duayı terk etmek kalbime gelmedi. zira
hastalık duanın vaktidir; şifa duanın neticesi değil. Belki
Cenab-ı Hakîm-i rahîm şifa verse, fazlından verir.
Hem dua istediğimiz tarzda kabul olmazsa, makbul ol-
madı denilmez. Hâlık-ı Hakîm daha iyi biliyor; menfaati-
mize hayırlı ne ise, onu verir. Bazen dünyaya ait duaları-
mızı, menfaatimiz için ahiretimize çevirir, öyle kabul eder.
Her ne ise, hastalık sırrıyla hulûsiyet kazanan, hususan
zaaf ve aczden ve tezellül ve ihtiyaçtan gelen bir dua, ka-
bule çok yakındır. Hastalık böyle halis bir duanın meda-
rıdır. Hem dindar olan hasta, hem hastaya bakan
mü’minler de bu duadan istifade etmelidirler.
ONSEKİZİNCİDEVA
ey şükrü bırakıp şekvaya giren hasta! Şekva bir hak-
tan gelir. senin bir hakkın zayi olmamış ki şekva ediyor-
sun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var, yap-
madın. Cenab-ı Hakkın hakkını vermeden, haksız bir su-
rette hak istiyorsun gibi şekva ediyorsun. sen, kendinden
yukarı mertebelerdeki sıhhatli olanlara bakıp şekva
Lem’aLar | 489 |
Y
irmi
B
eşinci
l
em
a
esenlik.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat,
tecrübe, yetenek ve sezgi yardı-
mıyla kavranıp anlaşılabilen en
ince ve en zor yanı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şekva:
şikâyet, yakınma.
şifa:
hastalıktan kurtulma, iyi-
leşme, sağlığına kavuşma.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibi olan
Allah’ı tanıma ve ona karşı minnet
duyma, ona teşekkür etme.
tarz:
biçim, suret.
terk etmek:
bırakmak.
tezellül:
zillete katlanma, aşağı-
lanma, küçülme.
uhrevî:
Ahirete dair, ahirete ait,
ahiret âlemiyle ilgili.
vakit:
zaman.
vücut:
varlık.
zaaf:
zayıflık, güçsüzlük.
zahirî:
dış görünüşteki.
HaşİYe:
evet, bir kısım hastalık duanın sebeb-i vücudu iken, dua hasta-
lığın ademine sebep olsa, duanın vücudu kendi ademine sebep olur; bu
da olamaz.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
adem:
yokluk.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
Cenab-ı Hak:
hakkın tâ ken-
disi olan büyüklük ve yücelik
sahibi Allah.
Cenab-ı Hakîm-i rahîm:
son-
suz merhamet edeni ve her
şeyi hikmetli yapan, şeref ve
azamet sahibi Allah.
dergâh-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hak-
kın yüce katı, huzuru, kapısı.
deva:
ilâç, care.
dindar:
dininin emirlerini ye-
rine getiren.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
fazl:
cömertlik, fazladan lüt-
fetme, nimet verme.
hak:
emek, kazanç; doğruluk.
hakkı zayi olmamak:
hakkı,
emeği ve alacağı olmamak.
Hâlık-ı Hakîm:
yarattıklarını
hikmetli yaratan, her varlığı
sayısız faydalarla yaratan Al-
lah.
halis:
samimî, içten, temiz.
haşiye:
dipnot.
hulûsiyet:
halislik, saflık, iç-
tenlik.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ibadet:
Allah’a karşı kulluk va-
zifesini yapma.
iltica etme:
sığınma.
istifade:
faydalanma.
makbul:
kabul gören, geçerli.
medar:
sebep, vesile.
menfaat:
fayda.
mertebe:
derece, basamak.
mü’min:
iman eden, inanan.
netice:
sonuç.
nevi:
çeşit, tür.
sebep-i vücudu:
varlık sebebi.
sıhhat:
hasta olmama, sağlık,
1...,479,480,481,482,483,484,485,486,487,488 490,491,492,493,494,495,496,497,498,499,...1406
Powered by FlippingBook