Mektubat - page 112

dedim: “süleyman, müjde! Cenab-ı Hak bize rızık
verdi.”
o ekmeği aldık; bakıyoruz ki, kuşlar ve hayvanat-ı
vahşiye, hiçbiri ilişmemiş. Yirmi otuz gündür hiçbir insan
o tepeye çıkmamıştı. o ekmek ikimize iki gün kâfi geldi.
Biz yerken, bitmek üzere iken, dört sene sadık bir sıddı-
kım olan müstakim süleyman, ekmekle aşağıdan çıka-
geldi.
Dördüncüsü
: Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel
eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç,
çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisat
ve rahmet-i İlâhiye bana kâfi geldi.
İşte, şu numuneler gibi çok şeyler var ve bereket-i İlâ-
hiyenin çok cihetleri var. Bu köy halkı çoğunu bilirler.
Fakat sakın bunları fahir için zikrediyorum zannetmeyi-
niz; belki mecbur oldum. Hem benim için iyiliğe bir me-
dar olduğunu düşünmeyiniz. Bu bereketler, ya yanıma
gelen halis dostlarıma ihsandır; veya hizmet-i kur’âniye-
ye bir ikramdır; veya iktisadın bereketli bir menfaatidir;
veyahut “Yâ rahîm, yâ rahîm” ile zikreden ve yanımda
bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket suretinde ge-
lir, ben de ondan istifade ederim. evet, hazin mırmırları-
nı dikkatle dinlesen, “Yâ rahîm, yâ rahîm” çektiklerini
anlarsın.
kedi bahsi geldi, tavuğu hatıra getirdi. Bir tavuğum
var. Şu kışta yumurta makinesi gibi, pek az fasıla ile her
gün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu.
bahis:
konu.
bereket:
Allah’tan gelen bolluk.
bereket-i İlâhiye:
Allah’tan gelen
ihsan, bolluk.
Cenab-ı Hak:
Allah, Hakkın ta
kendisi olan şeref ve yücelik sahi-
bi Allah.
cihet:
yön.
evvel:
önce.
o
n
a
lTıncı
m
ekTup
| 112 | Mektubat
fahir:
övünme.
fasıla:
aralık, ara.
halis:
temiz, samimî.
hatır:
zihin.
hayvanat-ı vahşiye:
vahşî
olan hayvanlar.
hazin:
hüzünlü.
hazine:
zengin ve değerli
kaynak.
hizmet-i kur’âniye:
Kur’ân
hizmeti.
idare:
tutum, yerinde harca-
ma.
ihsan:
ikram etme, lütuf, ba-
ğış.
ikram:
bağış, ihsan.
iktisat:
tutumluluk, tasarruf.
istifade:
faydalanma.
kâfi:
yeterli, yeter.
mecbur:
bir işi yapmak zo-
runda kalmış.
medar:
vesile, sebep.
menfaat:
fayda, yarar.
müjde:
sevindirici haber.
müstakim:
istikametli, doğru.
numune:
örnek, misal.
pabuç:
ökçesiz ayakkabı.
Rahîm:
sonsuz merhamet sa-
hibi olan Allah.
rahmet:
Allah’ın kullarını esir-
gemesi, onlara maddî ve ma-
nevî nimetler vermesi.
rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın
sonsuz rahmeti, İlâhî rahmet.
rızık:
yiyecek, içecek şey.
sadık:
dostluğu ve bağlılığı iç-
ten olan, doğru.
sako:
üste giyilen erkek elbi-
sesi, pardösü, palto.
sıddık:
çok doğru, çok bağlı.
suret:
biçim, tarz.
zannetme:
sanma.
zikir:
Allah’ı anma.
zikretmek:
söylemek, an-
mak.
1...,102,103,104,105,106,107,108,109,110,111 113,114,115,116,117,118,119,120,121,122,...1086
Powered by FlippingBook