Mektubat - page 104

ettiğim manevî ilâçları, sair insanların eline geçmek için,
o kapıyı açık bırakıyorum. Belki Cenab-ı Hak bu hizme-
ti kabul eder ve eski günahıma kefaret yapar. Bu hizme-
te karşı şeytan-ı racîmden başka hiç kimsenin –mü’min
olsun, kâfir olsun, sıddık olsun, zındık olsun– karşı gel-
meye hakkı yoktur.
Çünküimansızlıkbaşkaşeylere
benzemiyor.Zulümde,fıskta,kebairdebirermenhuslez-
zet-işeytaniyebulunabilir.Fakatimansızlıktahiçbirci-
het-ilezzetyok.Elemiçindeelemdir,zulmetiçindezul-
mettir,azapiçindeazaptır.
İşte, böyle hadsiz bir hayat-ı ebediyeye çalışmayı ve
iman gibi kudsî bir nura hizmeti bırakmak, ihtiyarlık za-
manında lüzumsuz, tehlikeli siyaset oyuncaklarına atıl-
mak, benim gibi alâkasız ve yalnız ve eski günahlarına
kefaret aramaya mecbur bir adamda ne kadar hilâf-ı akıl-
dır, ne kadar hilâf-ı hikmettir, ne derece bir divaneliktir;
divaneler de anlayabilirler.
Amma “kur’ân ve imanın hizmeti ne için beni men
ediyor?” dersen, ben de derim ki:
Hakaik-ı imaniye ve kur’âniye birer elmas hükmünde
olduğu hâlde, siyaset ile âlûde olsa idim, elimdeki o el-
maslar, iğfal olunabilen avam tarafından, “Acaba taraf-
tar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?” di-
ye düşünürler. o elmaslara adî şişeler nazarıyla bakabi-
lirler. o hâlde, ben o siyasete temas etmekle, o elmasla-
ra zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne ge-
çer. İşte, ey ehl-i dünya! neden benimle uğraşıyorsunuz,
beni kendi hâlimde bırakmıyorsunuz?
adî:
bayağı, değersiz, basit.
alâka:
ilgi, bağ.
âlûde:
bulaşmış, karışmış.
avam:
halk tabakası, sıradan in-
sanlar.
azap:
ceza, sıkıntı.
Cenab-ı Hak:
Allah, Hakkın ta
kendisi olan şeref ve yücelik sahi-
bi Allah.
cihet-i lezzet:
lezzet tarafı, lezzet
veren yönü.
divane:
deli.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dün-
ya için yaşayan, ahireti düşünme-
yen.
elem:
maddî-manevî ıztırap, acı,
keder, üzüntü.
elmas:
çok kıymetli bir mücev-
her.
fısk:
günah, günahkârlık.
günah:
dinen yasaklanan ve suç
sayılan fiiller.
hadsiz:
sınırsız.
hakaik-ı imaniye ve kur’âniye:
iman ve Kur’ân hakikatleri.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve son-
suz hayat.
hilâf-ı akıl:
akıl dışı, akla aykırı.
hilâf-ı hikmet:
hikmete zıt, an-
lamsız.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
o
n
a
lTıncı
m
ekTup
| 104 | Mektubat
hükmüne:
değerine, yerine.
iğfal:
yanıltma, aldatma, kan-
dırma.
iman:
inanmak, itikat, inanç.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
kâr eden, dinsiz.
kebair:
büyük günahlar.
kefaret:
günahların bağışlan-
masına vesile olan şey, karşı-
lık.
kudsî:
mukaddes, kutsal.
lezzet-i şeytaniye:
şeytanî
lezzet, zevk.
lüzumsuz:
gereksiz.
mecbur:
zorunlu olma.
men etme:
yasaklama, en-
gelleme.
menhus:
uğursuz, kötü, çir-
kin.
mü’min:
iman eden, Allah’a
ve gönderdiklerine inanan.
nazar:
bakış.
nur:
parıltı, ışık, aydınlık.
propaganda-i siyaset:
siya-
set propagandası.
sair:
diğer, öteki, başka.
sıddık:
hakkı ve hakikati te-
reddütsüz kabullenen, Allah’a
ve peygambere bağlılıkta en
ileri olan.
siyaset:
devlet idaresi, devle-
tin işlerini düzenleme ve yü-
rütme sanatıyla ilgili görüş ve
anlayış; politika.
şeytan-ı racîm:
taşlanmış,
kovulmuş şeytan.
temas:
değmek.
tenzil:
indirme, düşürme.
zındık:
Allah’a ve ahirete
inanmayan.
zulmet:
karanlık.
zulmetmek:
eziyet, işkence
etmek.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
1...,94,95,96,97,98,99,100,101,102,103 105,106,107,108,109,110,111,112,113,114,...1086
Powered by FlippingBook