Mektubat - page 17

mütelezziz oluyorlar. ölümdeki firak acılığını hissetmi-
yorlar.
(1)
ehl-i kuburun çendan ruhları bâkîdir; fakat ken-
dilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve sa-
adet, şühedanın lezzetine yetişmez.
nasıl ki, iki adam bir rüyada cennet gibi bir güzel sa-
raya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir; aldığı keyif ve
lezzet pek noksandır. “Ben uyansam şu lezzet kaçacak”
diye düşünür. diğeri rüyada olduğunu bilmiyor; hakikî
lezzet ile hakikî saadete mazhar olur. İşte âlem-i berzah-
taki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadele-
ri öyle farklıdır. Hadsiz vakıatla ve rivayatla, şühedanın
bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildik-
leri, sabit ve kat’îdir. Hatta,
Seyyidüşşüheda
olan Haz-
ret-i Hamza (
rA
), mükerrer vakıatla, kendine iltica eden
adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve
gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve
ispat edilmiş. Hatta, ben kendim, Ubeyd isminde bir ye-
ğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yeri-
me şehit olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bu-
lunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim hâlde,
bence bir rüya-i sadıkada, tahtelarz bir menzil suretinde-
ki kabrine girmişim. onu şüheda tabaka-i hayatında gör-
düm. o beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığı-
nı söyledi. kendisini hayatta biliyor. Fakat rusun istilâ-
sından çekindiği için, yeraltında kendine güzel bir menzil
yapmış. İşte bu cüz’î rüya, bazı şerait ve emaratla, geçen
hakikate, bana şuhut derecesinde bir kanaat vermiştir.
Mektubat | 17 |
B
irinci
m
ekTup
mazhar olmak:
nail olmak, eriş-
mek.
mazhariyet:
nail olma, şereflen-
me; elde etme, kavuşma.
menzil:
yer, ev.
mesafe:
uzaklık.
muhafaza etmek:
korumak.
mükerrer:
tekrarlanmış.
mütelezziz olmak:
lezzet almak.
noksan:
eksiklik.
rivayat:
rivayetler; nakledilen ha-
ber, söz veya olaylar.
rüya-i sadıka:
şeytanın karışma-
dığı, gerçek olan rüya; doğru rü-
ya.
saadet:
mutluluk.
sabit:
ispatlanmış.
seyyidüşşüheda:
şehitlerin efen-
disi.
suret:
şekil, biçim, görünüş.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin
adını yüceltme uğrunda canını fe-
da ederek savaşta vurulup ölen
Müslüman.
şerait:
şartlar.
şuhut:
şahit olma, gözle görme.
şüheda:
şehitler, Allah’ın ve yüce
dinini yüceltme uğrunda canını
feda ederek savaşta vurulup ölen
Müslümanlar.
tabaka-i hayat:
hayat tabakası,
hayat seviyesi, derecesi.
tahtelarz:
yer altı.
talebe:
öğrenci.
tarz-ı hayat:
yaşama şekli.
tenvir:
aydınlatma, nurlandırma.
vakıat:
olaylar.
âlem-i berzah:
ruhların kıya-
mete kadar kalacakları âlem.
bâkî:
ebedî, sonsuz.
berzah:
ruhların kıyamete
kadar bekleyeceği, dünya ile
ahiret arasındaki yer.
cüz’î:
küçük.
çendan:
gerçi.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehl-i kubur:
kabir ehli, me-
zardakiler.
emarat:
emareler, belirtiler.
emvat:
ölüler.
esaret:
esirlik.
firak:
ayrılık.
hadsiz:
sınırsız.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hayat-ı berzahiye:
berzaha
ait olan hayat; dünya ile ahi-
ret hayatı arasında yer alan
safhada yaşanan hayat.
iltica etmek:
sığınmak.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istifade:
faydalanma.
istilâ:
ele geçirme, işgal.
kabir:
mezar.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin.
lezzet:
tad, haz, keyif.
mahall-i defin:
cesedin gö-
müldüğü yer.
1.
Tirmizî, Cihad: 6; Neseî, Cihad: 35; İbniMâce, Cihad: 16; Darimî, Cihad: 7.
1...,7,8,9,10,11,12,13,14,15,16 18,19,20,21,22,23,24,25,26,27,...1086
Powered by FlippingBook