Mektubat - page 200

emretti ki, o yemekten her bir ezvacına birer kâse gön-
derildi. sonra kendine, hem Ali’ye, hem Fatıma ve evlât-
larına birer kâse ayrıldıktan sonra, Hz. Fatıma der: “ten-
ceremizi kaldırdık, daha dolu olup taşıyordu. Meşiet-i İlâ-
hiye ile, hayli zaman o yemekten yedik.”
(1)
Acaba niçin bu nuranî, yüksek silsile-i rivayetten gelen
şu mu’cize-i berekete, gözün ile görmüş gibi inanmıyor-
sun? evet, buna karşı şeytan dahi bahane bulamaz.
OnÜçüncüMisal:
ebu davud ve Ahmed ibni
Hanbel ve İmam-ı Beyhakî gibi sadûk imamlar, dükey-
nü’l-Ahmes ibni saidi’l-Müzeyn’den, hem altı kardeş ile
beraber sohbete müşerref ve sahabelerden olan numan
ibni Mukarrini’l-Ahmesiyyi’l-Müzeyn’den, hem Cerir’den
naklederek, müteaddit tariklerle Hazret-i ömer İbnü’l-
Hattab’dan naklediyorlar ki:
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i
ömer’e emretti: “Ahmesî kabilesinden gelen dört yüz at-
lıya yolculuk için zâdüzahire ver.” Hazret-i ömer dedi:
“Yâ resulallah, mevcut zahire, birkaç sa’dır. kümesi,
oturmuş bir deve yavrusu kadardır.” Ferman etti: “git,
ver.” o da gitti, yarım yük hurmadan, dört yüz süvariye
kifayet derecesinde zâdüzahire verdi. Ve dedi: “Hiç nok-
san olmamış gibi eski hâlinde kaldı.”
(2)
İşte şu mu’cize-i bereket, dört yüz adamla ve bahusus
Hazret-i ömer ile münasebettar bir surette vukua
gelmiştir; rivayetlerin arkasında bunlar var. Bunların
sükûtu, tasdiktir; iki üç haber-i vahit deyip geçme.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
bahusus:
özellikle.
ezvaç:
hanımlar, eşler.
ferman:
emir, buyruk.
haber-i vahit:
bir tek kişinin ha-
ber vermesi; bir kişi kanalıyla ge-
len haber veya hadis.
imam:
bir ilimde sözü delil kabul
edilebilecek derecede derin ve ge-
niş bilgi sahibi olan âlim.
kabile:
göçebe insanlarda, aynı
soydan sayılan ve bir başa itaat
eden insan topluluğu, boy, aşiret.
kifayet:
yeter, yeterlilik.
meşiet-i İlâhiye:
Allah’ın dileme-
si, iradesi.
mevcut:
var olan.
mu’cize-i bereket:
bereketle ilgili
mu’cize.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
müşerref:
şereflenen, şereflendi-
rilmiş.
müteaddit:
birçok, çeşitli.
nakletmek:
aktarmak, anlatmak.
nuranî:
nurlu, parlak.
Resulallah:
Allah’ın Resulü, pey-
gamberi, elçisi.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
rivayet:
bir haber, söz veya
olayı nakletme, aktarma.
sâ:
bin dirhemlik (yaklaşık 3200
gram) tahıl ve gıda ölçü biri-
mi.
sadûk:
çok sadık, doğru.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yü-
zünü görmekle şereflenen ve
onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
silsile-i rivayet:
Hz. Muham-
med’in hadislerinin kişiden ki-
şiye aktarılmasıyla oluşturu-
lan silsile, halka.
suret:
şekil, biçim, tarz.
sükût:
susma, konuşmama,
söz söylememe.
süvari:
ata binmiş olan, atlı.
tarik:
yol; hadisin geliş kanalı.
tasdik:
doğruluğunu kabul et-
me, onaylama.
vukua gelme:
meydana gel-
me, ortaya çıkma.
zâdüzahire:
azık ve yiyecek.
zahire:
yiyecek.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 200 | Mektubat
1.
Kadı İyaz, Şifa, 1:294.
2
. Kadı İyaz, Şifa, 1:294; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 5:365.
1...,190,191,192,193,194,195,196,197,198,199 201,202,203,204,205,206,207,208,209,210,...1086
Powered by FlippingBook