Mektubat - page 311

çocukların hafızalarında yerleşmesi suretinde, i’cazını on-
lara dahi gösterir.
Hatta, az sözden ve gürültüden müteessir olan hasta-
lara ve sekeratta olanlara karşı, kur’ân’ın zemzemesi ve
sedası, zemzem suyu gibi onlara hoş ve tatlı geldiği cihet-
le, bir nevi i’cazını onlara da ihsas eder.
El hâs ı l
: kırk muhtelif tabakata ve ayrı ayrı insanlara,
kırk vecihle, kur’ân-ı Hakîm i’cazını gösterir veya i’cazı-
nın vücudunu ihsas eder, kimseyi mahrum bırakmaz. Hat-
ta yalnız gözü bulunan
(HaşİYe)
kulaksız, kalpsiz, ilimsiz ta-
bakasına karşı da, kur’ân’ın bir nevi alâmet-i i’cazı var-
dır. Şöyle ki:
Hafız osman hattıyla ve basmasıyla olan kur’ân-ı
Mu’cizülbeyan’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor. Me-
selâ, sure-i kehf’te
(1)
r
º o
¡ o
Ñr
?n
c r
º o
¡ o
æ p
eÉn
K n
h
kelimesi altında yap-
raklar delinse, sure-i Fâtır’daki
(2)
m
Ò
p
ªr
£ p
b
kelimesi az bir in-
hirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak. Ve
sure-i Yâsin’de iki defa
(3)
n
¿ho
ön
† r
ë o
e
birbiri üstüne;
Mektubat | 311 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
kelp:
köpek.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân
mahrum:
nasipsiz, yoksun.
meselâ:
örnek olarak.
muhtelif:
farklı, çeşitli.
müteessir olma:
etkilenme, ra-
hatsız olma.
nev:
tür, çeşit.
seda:
ses, yankı.
sekerat:
ölmek üzere olan bir ki-
şinin kendinden geçmesi anı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tabakat:
tabakalar.
vecih:
yön, şekil, tarz.
zemzem:
Kâbe-i Mükerreme’nin
yanında bulunan kuyunun adı ve
bu kuyunun suyu, lezzetli su.
zemzeme:
ezgili hoş, nağmeli ses.
ashab-ı kehf:
Kur’ân’da bah-
si geçen ve devirlerinin zalim
padişahından gizlenerek ve
onun şerrine alet olmaktan
çekinerek, beraberce bir ma-
ğaraya saklanıp, Rabb-i Ra-
hîm’lerine sığınan, dindar ve
makbul büyük zatlar. İsimleri
rivavette şöyle sıralanır: Yem-
lihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mer-
nüş, Debernüş, Sâzenüş, Ke-
feştatâyüş. Kendilerine sadık
köpeklerinin adı da Kıtmir’dir.
alâmet-i i’caz:
mu’cize belir-
tisi, mu’cize işareti.
cihet:
yan, yön.
elhâsıl:
sonuç olarak, özetle.
hafıza:
ezberleme kuvveti.
haşiye:
dipnot, açıklayıcı yazı.
hat:
yazı.
i’caz:
mu’cizelik özelliği; takli-
di mümkün olmayacak dere-
cede güzel ve düzgün söz söy-
leme.
ihsas etmek:
hissettirmek.
inhiraf:
sapma; değişme, bo-
zulma.
HaşİYe:
Yalnız gözü bulunan, kulaksız, kalpsiz tabakasına karşı vech-i
i’cazı, burada gayet mücmel ve muhtasar ve nakıs kalmıştır. Fakat bu
vech-i i’cazı Yirmi dokuzuncu ve otuzuncu Mektuplarda
(HaşİYeCİK)
ga-
yet parlak ve nuranî ve zahir ve bâhir gösterilmiştir; hatta körler de gö-
rebilir. o vech-i i’cazı gösterecek bir kur’ân yazdırdık; inşaallah tab
edilecek, herkes de o güzel vechi görecektir.
HaşİYeCİK:
otuzuncu Mektup pek parlak tasavvur ve niyet edilmişti. Fa-
kat yerini başkasına,
İşaratü’l-İ’caz’
a verdi. kendisi meydana çıkmadı.
1.
Sekizincileri köpekleriydi. (Kehf Suresi: 22.)
2.
Kıtmir: Ashab-ı Kehf’in köpeklerinin adı. (Fâtır Suresi: 13.)
3.
Hazır kılınanlar. (Yâsin Suresi, 32, 53, 75.)
1...,301,302,303,304,305,306,307,308,309,310 312,313,314,315,316,317,318,319,320,321,...1086
Powered by FlippingBook