Mektubat - page 315

• İkincisi, ehl-i şiir ve hitabet, yani muntazam nutuk
okuyan ve güzel şiir söyleyenlere karşı öyle bir hayret ver-
di ki, parmaklarını ısırttı. Altın ile yazılan en güzel şiirle-
rini ve kâbe duvarlarına medar-ı iftihar için asılan meş-
hur Muallâkat-ı seb’alarını indirtti, kıymetten düşürdü.
• Hem, gayptan haber veren kâhinleri ve sahirleri sus-
turdu. onların gaybî haberlerini onlara unutturdu. Cinnî-
lerini tardettirdi. kâhinliğe hatime çektirdi.
• Hem, ümem-i salifenin vakayiine ve hâdisat-ı âlemin
ahvaline vâkıf olanları hurafattan ve yalandan kurtarıp,
hakikî hâdisat-ı maziyeyi ve nurlu olan vakayi-i âlemi on-
lara ders verdi.
İşte bu dört tabaka, kur’ân’a karşı kemal-i hayret ve
hürmetle onun önüne diz çökerek şakirt oldular. Hiçbiri-
si hiçbir vakit bir tek sureyle muarazaya kalkışamadılar.
Eğer deni l se
: “nasıl biliyoruz ki, kimse muaraza ede-
medi ve muaraza kabil değil?”
El cevap
: eğer muaraza mümkün olsaydı, herhâlde te-
şebbüs edilecekti. Çünkü, muarazaya ihtiyaç şedit idi. zi-
ra dinleri, malları, canları, ıyalleri tehlikeye düşüyor; mu-
araza edilseydi kurtulurlardı. eğer muaraza mümkün ol-
saydı, herhâlde muaraza edecektiler. eğer muaraza edil-
seydi, muaraza taraftarları kâfirler, münafıklar çok, hem
pek çok olduğundan, herhâlde muarazaya taraftar çıkıp
iltizam ederek herkese neşredeceklerdi; nasıl ki,
Mektubat | 315 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
mak, herkese duyurmak.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık,
nutuk:
bir topluluğa karşı yapılan
konuşma, hitap.
sahir:
sihir yapan, sihirbaz, büyü-
cü.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şedit:
şiddetli.
tardettirme:
kovdurma.
teşebbüs etmek:
girişmek, bir şe-
yi yapmaya kalkışmak.
ümem-i salife:
geçmiş ümmetler,
milletler.
vakayi:
olaylar, hâdiseler.
vakayi-i âlem:
dünyada meyda-
na gelen olaylar.
vâkıf olan:
bilen.
vakit:
zaman.
zira:
çünkü.
ahval:
hâller, durumlar.
cinnî:
cin taifesinden olan.
ehl-i şiir ve hitabet:
şiir ve
düzgün söz söyleme sanatıy-
la uğraşanlar.
gaip:
görünmeyen âlem.
gaybî:
başka âlemdekilere ait.
hâdisat-ı âlem:
dünyada mey-
dana gelen olaylar.
hâdisat-ı maziye:
geçmişte
meydana gelen olaylar.
hatime:
son, nihayet.
hurafat:
hurafeler, aslı esası
olmayan batıl rivayetler, batıl
inanışlar.
iltizam etmek:
gerekli gör-
mek, taraftarlık yapmak.
ıyal:
bir kimsenin geçindir-
mekle yükümlü, olduğu kim-
seler.
kabil:
mümkün, olabilir, ihti-
mal dairesinde.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
kâr eden, dinsiz.
kâhin:
gaipten, gelecekten ha-
ber vermek iddiasında bulu-
nan kimse.
kemal-ı hayret ve hürmet:
tam bir şaşkınlık ve saygı.
medar-ı iftihar:
övünme se-
bebi.
Muallâkat-ı Seb’a:
yedi askı;
Kur’ân nazil olmadan önce, ca-
hiliyet devrinde meşhur Arap
şairlerinin en beğenilmiş şiir-
lerinden, Kâbe’nin duvarına as-
tıkları yazılar ve şiirler.
muaraza:
karşı gelme, sözle
mücadele etme.
muntazam:
derli-toplu, dü-
zenli, tertipli.
münafık:
kalbinde küfrü giz-
lediği hâlde Müslüman görü-
nen, ara bozucu.
neşretmek:
dağıtmak, yay-
1...,305,306,307,308,309,310,311,312,313,314 316,317,318,319,320,321,322,323,324,325,...1086
Powered by FlippingBook