Mektubat - page 410

gizlenemez ve haricinde kalamaz. Şu hakikate işaret
eden, kâinatın had ve hesaba gelmez alâmetleri, ayetleri
vardır. ezcümle:
Bütün mevcudatta görünen bütün hikmetler, o ilme
işaret eder. Çünkü, hikmet ile iş görmek, ilim ile olur.
Hem bütün inayetler, tezyinatlar, o ilme işaret eder.
İnayetkârâne, lütufkârâne iş gören, elbette bilir ve bilerek
yapar.
Hem her biri birer mizan içindeki bütün intizamlı mev-
cudat ve her biri birer intizam içindeki bütün mizanlı ve
ölçülü hey’at, yine o ilm-i muhite işaret eder. Çünkü, in-
tizam ile iş görmek, ilim ile olur. ölçü ile, tartı ile sanat-
kârâne yapan, elbette kuvvetli bir ilme istinaden yapar.
Hem bütün mevcudatta görünen muntazam miktarlar,
hikmet ve maslahata göre biçilmiş şekiller, bir kazânın
düsturuyla ve kaderin pergârı ile tanzim edilmiş gibi mey-
vedar vaziyetler ve hey’etler, bir ilm-i muhiti gösteriyor.
evet, eşyaya ayrı ayrı muntazam suretler vermek, her şe-
yin mesalih-i hayatiyesine ve vücuduna lâyık mahsus bir
şekil vermek, bir ilm-i muhit ile olur, başka surette ola-
maz.
Hem bütün zîhayata, her birisine lâyık bir tarzda,
münasip vakitte, ummadığı yerde rızıklarını vermek, bir
ilm-i muhit ile olur. Çünkü rızkı gönderen, rızka muhtaç
olanları bilecek, tanıyacak, vaktini bilecek, ihtiyacını id-
rak edecek; sonra rızkını lâyık bir tarzda verebilir.
alâmet:
işaret, belirti, iz.
ayet:
delil.
düstur:
kural, prensip, esas.
ezcümle:
bu cümleden, meselâ,
bundan dolayı.
had:
sınır.
hakikat:
gerçek.
hariç:
dış, dışarısı.
hey’at:
heyetler; şekiller, yapılar.
hey’et:
şekil, yapı.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak, manalı, faydalı ve
yerli yerinde olması.
Y
irminci
m
ekTup
| 410 | Mektubat
idrak etme:
anlama, kavra-
ma.
ilm-i muhit:
her şeyi ihata
edici, kuşatıcı ilim.
inayet:
yardım; ihsan, lütuf.
inayetkârâne:
yardım edene
yakışır şekilde.
intizam:
düzen, tertip.
istinaden:
dayanarak.
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî il-
mi ile, kâinatta olmuş ve ola-
cak bütün şeylerin varlık ve
yokluğunu, geçmiş ve gelece-
ğini bilmesi, takdir ve tayin
etmesi.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kazâ:
olacağı Cenab-ı Hak ta-
rafından bilinen ve takdir olu-
nan şeylerin zamanı gelince
yaratılması, olması, meydana
çıkması.
lâyık:
uygun, yakışır.
lütufkârâne:
lütfederek, iyilik
ve ihsanda bulunarak.
mahsus:
has, özel.
maslahat:
fayda, yarar.
mesalih-i hayatiye:
hayat için
faydalı, gerekli olan şeyler.
mevcudat:
varlıklar.
meyvedar:
meyveli.
mizan:
ölçü.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
muntazam:
düzenli.
münasip:
uygun.
pergâr:
pergel.
rızık:
yiyecek, içecek şey.
sanatkârâne:
sanatkârca, bir
sanatkâra yakışacak yolda.
suret:
şekil, biçim.
tanzim etme:
düzenleme.
tezyinat:
süslemeler.
vaziyet:
hâl, durum.
vücut:
var olma, varlık.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
1...,400,401,402,403,404,405,406,407,408,409 411,412,413,414,415,416,417,418,419,420,...1086
Powered by FlippingBook