Mektubat - page 651

bakıyor. Hem gözümüzün önünde şu sahifede dokuz
iman
lâfzı var, birbirine bakıyor; yalnız birisi müstensihin
fasıla vermesiyle az inhiraf etmiş. Hem şu gözümüzün
önündeki sahifede iki
mahbup
var; biri üçüncü satırda,
biri on beşinci satırdadır, kemal-i mizanla birbirine bakı-
yor. onların ortasında dört
aşk
dizilmiş, birbirine bakı-
yorlar. daha sair tevafukat-ı gaybiye bunlara kıyas edil-
sin.
Hangi müstensih olursa olsun, satırları, sahifeleri ne
şekilde olursa olsun, alâküllihâl, bu tevafukat-ı gaybiye
öyle bir derecede var ki, şüphe bırakmıyor ki, ne tesadü-
fün işi ve ne de müellifin ve müstensihlerin düşünüşüdür.
Fakat, bazı hatta daha ziyade tevafukat göze çarpıyor.
demek, şu risalelere mahsus bir hatt-ı hakikî vardır. Ba-
zıları o hatta yakınlaşıyor. garaiptendir ki, en mahir
müstensihlerin değil, belki acemilerin yazılarında daha
ziyade görülür. Bundan anlaşılıyor ki, kur’ân’ın bir nevi
tefsiri olan sözlerdeki hüner ve zerafet ve meziyet, kim-
senin değil, belki muntazam, güzel hakaik-ı kur’âniyenin
mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üs-
lûp libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve ke-
silmez. Belki onların vücududur ki öyle ister; ve bir dest-i
gaybîdir ki o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise,
içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.
DÖRDÜNCÜ NÜkte
Beşaltısualitazammunedenbirincisualinizde
, “Mey-
dan-ı haşre cem ve keyfiyet nasıl; ve üryan mı olacak?
sahife:
sayfa.
sair:
diğer, başka, öteki.
sual:
soru.
şuur:
bir şeyi anlama, tanıma ve
kavrama gücü; anlayış, idrak.
tazammun:
içinde bulundurma,
içerme.
tefsir:
açıklama, yorumlama;
Kur’ân-ı Kerîm’i açıklamak mak-
sadıyla yazılan kitap.
tercüman:
tercüme eden, çevi-
ren, çevirici.
tesadüf:
bir şeyin kendiliğinden
meydana gelmesi.
tevafukat:
uygunluklar, uygun
gelişler, denk gelmeler.
tevafukat-ı gaybiye:
gizli teva-
fuklar, uygunluklar.
üryan:
çıplak.
üslûp:
ifade yolu, kendine has
ifade veya yazı tarzı.
zerafet:
incelik, zariflik.
ziyade:
çok, fazla.
alâküllihâl:
ister istemez, her
durumda.
cem:
toplanma, bir araya gel-
me.
dest-i gaybî:
görünmeyen el.
fasıla:
aralık, ara.
garaip:
şaşılacak, hayret edi-
lecek şeyler.
hakaik-ı kur’âniye:
Kur’ân’a
ait olan ve ondan gelen ger-
çekler.
hatt-ı hakikî:
gerçek hat, ya-
zım şekli ve biçimi.
hizmetkâr:
hizmetçi.
hüner:
maharet, beceri.
ihtiyar:
tercih, irade, istek.
iman lâfzı:
iman kelimesi.
inhiraf:
kayma, bozulma.
kamet:
boy, biçim.
kemal-i mizan:
mükemmel
ve kanunsuz ölçü.
keyfiyet:
hâl, durum.
kıyas:
karşılaştırma.
libas:
elbise, giysi.
mahbup:
sevilen, sevgili.
mahir:
hünerli, becerikli, usta.
mahsus:
bir şeye has olan,
özel.
mevzun:
ölçülü.
meydan-ı haşir:
haşir mey-
danı.
meziyet:
üstün özellik.
muntazam:
düzgün, düzenli.
mübarek:
hayırlı.
müellif:
telif eden, yazar.
müstensih:
bir yazının kop-
yasını çıkaran, yazarak çoğal-
tan.
nevi:
çeşit, tür.
nükte:
herkesin anlayamadı-
ğı ince mana, ancak dikkat
edildiğinde anlaşılan ince söz
ve mana.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap.
Mektubat | 651 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
1...,641,642,643,644,645,646,647,648,649,650 652,653,654,655,656,657,658,659,660,661,...1086
Powered by FlippingBook