Mektubat - page 672

YeDİNCİ NÜkte
sonra, o hâlde,
(1)
r
ºp
¡r
«n
?n
Y n
âr
ªn
©r
fn
G n
øj/
òs
dG n
•Gn
öp
U @ n
º«/
?n
à°r
ùo
Ÿr
G n
•Gn
öpq
üdG Én
fp
ór
gp
G
dediğim vakit, baktım ki, mazi tarafına göçüp giden ka-
file-i beşer içinde gayet nuranî, parlak enbiya, sıddıkîn,
şüheda, evliya, salihîn kafilelerini gördüm ki, istikbal zu-
lümatını dağıtıp, ebede giden yolda bir cadde-i kübra-i
müstakimde gidiyorlar. Bu kelime, beni o kafileye iltihak
etmek için yol gösteriyor, belki iltihak ettiriyor.
Birden, “Fesübhanallah,” dedim. “zulümat-ı istikbali
tenvir eden ve kemal-i selâmetle giden bu nuranî kafile-i
uzmaya iltihak etmemek, ne kadar hasaret ve helâket ol-
duğunu zerre miktar şuuru olan bilmesi lâzım. Acaba,
bid’aları icat etmekle o kafile-i uzmadan inhiraf eden,
nereden nur bulabilir, hangi yoldan gidebilir?”
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm rehberimiz fer-
man etmiş ki:
(2)
p
QÉs
ædG?p
a m
á n
dn
Ó°n
V t
?o
c
n
h l
á n
dn
Ó°n
V m
án
Yr
óp
H t
?o
c
Acaba bu ferman-ı kat’îye karşı ulemaüssû tabirine lâ-
yık bazı bedbahtlar hangi maslahatı buluyorlar, hangi fet-
vayı veriyorlar ki, lüzumsuz, zararlı bir surette şeair-i İs-
lâmiyenin bedihiyatına karşı geliyorlar, tebdili kabil görü-
yorlar? olsa olsa, muvakkat bir cilve-i manadan gelen bir
intibah-ı muvakkat, o ulemaüssûu aldatmıştır.
Meselâ, nasıl ki bir hayvanın veyahut bir meyvenin de-
risi soyulsa, muvakkat bir zerafet gösterir; fakat az bir za-
manda o zarif et ve o güzel meyve, o yabanî ve paslı ve
aleyhissalâtü vesselâm:
Allah’ın
salât ve selâmı Onun üzerine ol-
sun
bedbaht:
zavallı, kötü bahtlı.
bedihiyat:
delil ve ispata ihtiyacı
olmayacak şekilde açık, meydan-
da olan şeyler.
bid’a:
dinin aslında olmayıp son-
radan dine aykırı şekilde ortaya
çıkan şeyler.
cadde-i kübra-i müstakim:
bü-
yük ve istikametli yol.
cilve-i mana:
mananın tecellisi,
anlamın görünmesi, yansıma.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
ebed:
sonsuzluk.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
ferman etmek:
emretmek, bu-
yurmak.
ferman-ı kat’î:
kesin emir, buy-
ruk.
Fesübhanallah:
Allah’ı her türlü
kusur, ayıp ve eksiklerden tenzih
ederim.
fetva:
dini meselelere tam vâkıf
kimseler tarafından verilen şer’î
hüküm.
hasaret:
hasar, zarar.
helâket:
yıkılma, mahvolma.
icat etmek:
meydana getirmek,
ortaya çıkarmak.
iltihak etmek:
karışmak, katıl-
mak.
inhiraf etmek:
doğru yoldan sap-
mak.
intibah-i muvakkat:
geçici uya-
nış.
istikbal:
gelecek zaman.
kabil:
mümkün, olabilir.
kafile:
birlikte yolculuk eden in-
san topluluğu.
kafile-i beşer:
insan kafilesi, top-
luluğu.
kafile-i uzma:
muazzam, büyük
kafile, grup.
kemal-i selâmet:
tam ve mü-
kemmel derecede, güvenlikle,
tehlikesiz.
lüzum:
gereklilik.
maslahat:
faydalı oluş, uygun iş.
mazi:
geçmiş zaman.
meselâ:
misal olarak, örneğin.
muvakkat:
geçici.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nur:
aydınlık, ışık.
nuranî:
nurlu, ışık saçan.
nükte:
ince manalı söz.
rehber:
kılavuz, delil.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Peygamberimiz Hz. Muham-
med.
salihîn:
salihler, dinin emir ve ya-
saklarına uygun hareket
edenler.
sıddıkîn:
sıddıklar, devamlı
doğruluk üzere ve Allah’a ve
Peygambere çok sadık olan-
lar.
suret:
biçim, tarz.
şeair-i İslâmiye:
İslâma sem-
bol olmuş iş ve ibadetler.
şuur:
anlayış, idrak, bilinç.
şüheda:
şehitler.
tabir:
ifade, söz.
tebdil:
değiştirme.
tenvir etmek:
nurlandırmak,
aydınlatmak.
ulemaüssû:
kötü âlimler, ge-
çici menfaat uğruna gerçekle-
ri gizleyen ve çarpıtan âlim-
ler.
zarif:
zerafetli, ince ve hoş ta-
vırlı.
zerafet:
incelik, zariflik.
zerre miktar:
en küçük parça
kadar.
zulümat:
karanlıklar.
Zulümat-ı istikbal:
istikbal
karanlığı.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 672 | Mektubat
1.
Bizi doğru yola ilet. • Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduklarının yoluna ilet. (Fatiha Su-
resi: 6-7.)
2.
Bütün bid’atlar dalâlettir. Bütün dalâletler de Cehennemdedir. (Müsned, 3:310, 337; Neseî,
3:188; İbniMâce, Mukaddime: 6, 7; Darimî, Mukaddime: 16, 23; Müslim, Cuma: 43.)
1...,662,663,664,665,666,667,668,669,670,671 673,674,675,676,677,678,679,680,681,682,...1086
Powered by FlippingBook