Mektubat - page 670

Madem Bütün Âlemlerin rabbi, insanları muhatap it-
tihaz edip umum mevcudatla konuşur; ve şu resul-i ek-
rem Aleyhissalâtü Vesselâm, o hitab-ı izzeti, nev-i beşe-
re, belki umum zîruha ve zîşuura tebliğ ediyor. İşte, bü-
tün mazi ve müstakbel, zaman-ı hazır hükmüne geçti;
bütün nev-i beşer bir mecliste, safları muhtelif bir cema-
at şeklinde olarak, o hitap, o suretle onlara ediliyor.
o vakit, her bir ayat-ı kur’âniye, gayet haşmetli ve
vüs’atli bir makamdan, gayet kesretli ve muhtelif ve
ehemmiyetli muhatabından, nihayetsiz azamet ve celâl
sahibi Mütekellim-i ezelî’den ve makam-ı mahbubiyet-i
uzma sahibi tercüman-ı âlişanından aldığı bir kuvvet-i ul-
viyet, cezalet ve belâgat içinde, parlak, hem pek parlak
bir nur-i i’cazı içinde gördüm.
o vakit, değil umum kur’ân, ya bir sure, yahut bir
ayet, belki her bir kelimesi birer mu’cize hükmüne geçti.
(1)
p
¿'
Gr
ôo
?r
dGn
h p
¿Én
Á/
’r
G p
Qƒo
f '
¤n
Y ! o
ór
ªn
ër
dn
G
dedim; o ayn-ı hakikat
olan hayalden
(2)
o
óo
Ñr
©n
f
nun
’una girdiğim gibi çıktım ve
anladım ki, kur’ân’ın değil ayetleri, kelimeleri, belki
nun
-i na’büdü gibi bazı harfleri dahi mühim hakikatlerin
nurlu anahtarlarıdır.
kalb ve hayal, o nun-i na’büdü’den çıktıktan sonra,
akıl karşılarına çıktı, dedi: “Ben de hisse isterim. sizin
aleyhissalâtü vesselâm:
Allah’ın
salât ve selâmı Onun üzerine ol-
sun
ayat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın ayet-
leri.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
ayn-ı hakikat:
hakikatin ta ken-
disi, gerçek.
azamet:
büyüklük, yücelik.
belâgat:
sözün düzgün, kusursuz,
yerinde ve hâlin ve makamın ica-
bına göre söylenmesi.
celâl:
son derecede büyüklük,
azamet.
cemaat:
topluluk, heyet, insan
topluluğu.
cezalet:
akıcı ve düzgün ifade,
güzel anlatım.
ehemmiyetli:
önemli.
fikir:
akıl, düşünce.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek.
hamd:
methetme, övme.
haşmet:
ihtişam, heybet, büyük-
lük, görkem.
hayal:
insanın zihninde tasarla-
yıp, canlandırdığı şey.
hisse:
pay.
hitab-ı izzet:
izzetli ve şerefli hi-
tap.
hitap:
konuşma, nutuk.
hükmüne geçmek:
yerine geç-
mek, değerinde olmak.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini ye-
rine getirme, Allah’a karşı kulluk
görevini yerine getirme.
iman:
inanma, itikat.
ittihaz etmek:
edinmek, kabul
etmek.
kaide:
kural, prensip.
kesret:
çokluk.
kuvvet-i ulviyet:
ulvî, yüce, İlâhî
kuvvet.
levazımat:
lüzumlu maddeler, ih-
tiyaç maddeleri.
makam:
mevki, yer.
makam-ı mahbubiyet-i uzma:
büyük, muazzam sevgi makamı.
mazi:
geçmiş zaman.
meclis:
topluluk, görüşülecek şe-
kilde bir mesele için bir araya gel-
miş insan topluluğu.
mevcudat:
var olan her şey, ya-
ratılmışlar.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanların âciz kaldığı şey.
muhatap:
kendisine hitap edilen.
muhtelif:
çeşitli.
mühim:
önemli.
müstakbel:
gelecek zaman.
Mütekellim-i ezelî:
ezelden beri
konuşma sıfatına sahip olan
Allah.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lık.
nihayetsiz:
sonsuz.
nun-i na’büdü:
Fatiha sure-
sinde geçen “na’büdü” keli-
mesindeki “nun” harfi.
nur:
parıltı, ışık.
nur-i i’caz:
mu’cizelik nuru,
ışığı.
Rab:
her şeyin maliki, yara-
tan, büyüten, terbiye eden
Allah.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Peygamberimiz Hz.
Muhammed.
saf:
yan yana dizilerek mey-
dana getirilen sıra.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldı-
ğı 114 bölümden her biri.
suret:
biçim, görünüş.
tebliğ:
ulaştırmak, bildirmek.
tercüman-ı âlişan:
şanlı ter-
cüman.
umum:
bütün, genel.
vakit:
zaman.
vüs’at:
genişlik, bolluk.
zaman-ı hazır:
şimdiki za-
man.
zîruh:
ruh sahibi, canlı.
zîşuur:
şuurlu, bilinç sahibi.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 670 | Mektubat
1.
İman ve Kur’ân nurundan dolayı Allah’a hamd olsun.
2.
Kulluk ederiz.
1...,660,661,662,663,664,665,666,667,668,669 671,672,673,674,675,676,677,678,679,680,...1086
Powered by FlippingBook