Mektubat - page 79

yirmi günde veya bir ayda bir iki misafirin sırf ahiret için
yanıma gelmesini hoş görmediler, bana zulmettiler. Be-
nim rabb-i rahîm’im ve Hâlık-ı Hakîm’im, o zulmü
bana merhamete çevirdi ki, doksan sene manevî bir
ömrü kazandıracak şu şuhur-i selâsede, beni bir halvet-i
mergubeye ve bir uzlet-i makbuleye koymaya çevirdi.
(1)
m
?É n
M pq
? o
c
'
¤n
Y ! o
ór
ªn
ër
dn
G
; işte hâl ve istirahatim böyle…
İkİNCİ SuaLİNİZ:
neden vesika almak için müracaat
etmiyorsun?
elcevap:
Şu meselede ben kaderin mahkûmuyum,
ehl-i dünyanın mahkûmu değilim. kadere müracaat edi-
yorum. ne vakit izin verirse, rızkımı buradan ne vakit ke-
serse, o vakit giderim. Şu mananın hakikati şudur ki:
Başa gelen her işte iki sebep var: biri zahirî, diğeri ha-
kikî. ehl-i dünya zahirî bir sebep oldu, beni buraya getir-
di. kader-i İlâhî ise, sebeb-i hakikîdir; beni bu inzivaya
mahkûm etti. sebeb-i zahirî zulmetti, sebeb-i hakikî ise
adalet etti. zahirîsi şöyle düşündü: “Şu adam ziyadesiyle
ilme ve dine hizmet eder; belki dünyamıza karışır” ihti-
maliyle beni nefyedip üç cihetle katmerli bir zulüm etti.
kader-i İlâhî ise, benim için gördü ki, hakkıyla ve ihlâsla
ilme ve dine hizmet edemiyorum; beni bu nefye mah-
kûm etti. onların bu katmerli zulmünü muzaaf bir rah-
mete çevirdi.
Madem ki nefyimde kader hâkimdir ve o kader âdildir;
ona müracaat ederim. zahirî sebep ise, zaten bahane
Mektubat | 79 |
o
n
Ü
çÜncÜ
m
ekTup
istirahat:
dinlenme; rahat.
kader:
İlâhî hüküm, Allah’ın tak-
dir ve tayin etmesi..
kader-i İlâhî:
İlâhî kader, takdir,
Allah’ın takdir ve tayin etmesi.
katmer:
kat kat.
katmerli:
kat kat.
mahkûm:
hükümlü.
manevî:
manaya ait.
merhamet:
şefkat göstermek,
esirgemek.
mesele:
önemli iş, konu.
muzaaf:
kat kat.
müracaat:
başvurma.
nefiy etmek:
sürgün etme.
nefiy:
sürgün etme; sürgün edil-
me.
Rabb-i Rahîm:
şefkat ve merha-
met sahibi olan Cenab-ı Hak.
rahmet:
merhamet etme, şefkat
gösterme.
rızık:
Allah tarafından ayrılmış ve
takdir edilmiş olan, nimet, yiye-
cek içecek ve giyecek ile ilgili
şeyler.
sebeb-i hakikî:
gerçek sebep.
sebeb-i zahirî:
görünürdeki se-
bep.
sual:
soru.
şuhur-i selâse:
üç aylar.
uzlet-i makbule:
makbul olan
yalnızlık.
vakit:
zaman.
vesika:
belge, hükümet tarafın-
dan verilen izin kâğıdı.
zahirî:
görünen, görünürdeki.
ziyade:
fazla.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
adalet:
hakkaniyet, âdillik.
âdil:
adaletli olan.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
bahane:
uydurma sebep.
cihet:
yön.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
ahireti düşünmeyen.
hak:
doğru.
hakikat:
gerçek, doğru, bir
şeyin aslı esası.
hakikî:
gerçek.
hâkim:
üstün olma.
hâl:
durum, vaziyet.
Hâlık-ı Hakîm:
yarattıkların-
da hikmetli olduğunu göste-
ren yaratıcı, Allah.
halvet-i mergube:
istenilen
ve rağbet edilen yalnızlık.
hamd:
Allah’a karşı olan şük-
ran ve memnuniyetini onu
överek bildirme.
ihlâs:
samimiyet, davranışla-
rında Allah rızasından başka
bir şeyi düşünmeme.
ihtimal:
olabilirlik.
inziva:
dünya işlerinden
uzaklaşma, yalnızlığa çekil-
me.
1.
Her hâl üzere Allah’a hamd olsun. (Feyzü’l-Kadîr, 1:368, hadis no: 662; Kenzü’l-Ummal, 1:72,
181; Tirmizî, 5:578, hadis no: 3599; İbniMâce, 1:92, hadis no: 251; 2:1260, hadis no: 3830.)
1...,69,70,71,72,73,74,75,76,77,78 80,81,82,83,84,85,86,87,88,89,...1086
Powered by FlippingBook