Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Yapmayın çocuklar!

Dışişleri Bakanı Gül’ ün Lübnan, İsrail, Suriye turlarını olumlu buluyorum.

Çok “hümanist” mesajlar veriyor.

“Artık kimse suçlu aramasın. Geçmişe değil, ileriye bakın” türü telkinler özellikle.

“Halkın çektiği acılar” ı ön plana çıkarması, kaçırılan İsrail askerleriyle İsraillilerin tutukladığı Filistinlilerin serbest bırakılması çağrısı, kin ve nefretten uzak bir yeni nesil temennisi... hepsi, hepsi.

Bakın, şimdi söyleyeceğim tamamen içten ve hiçbir müstehzi yanı yok:

Hakikaten bu mesajları insani buluyorum; Gül’ ün bunları bir bakandan ziyade bir insan, bir baba ve kendi yumuşaklığına münasip biçimde söylediğini düşünüyorum.

Şimdi söyleyeceğimin ise her yanı müstehzi:

Eminim başta İsrailliler, diğer muhatapları da, “Vay be biz bu kadar iyi insan, iyi baba, şefkat dolu devlet adamı olmayı 60 yıldır nasıl düşünemedik” diye kafalarını duvarlara vurmuşlardır.

Duvar, “Ağlama Duvarı” da olabilir; İsrail’in Filistinlilerin üzerine ördüğü duvarlar da.

*

Gül’ ün bu mesajları çok insani, ama aynı zamanda hepimizi de yanıltıyor.

Çünkü, gazete manşetlerinden taşan o insani mesajlarla, bu devlet oraya asker gönderecek.

“İllüzyon”, asker göndereceğimiz yerde onları, Dışişleri Bakanı’nın telkinlerinden aşırı etkilenmiş “ermiş, aşmış, nur gibi insanlar” ın beklediğine dair masalsı hava.

Yok öyle şey!

Oraya “Barış” namına asker gitmesi de öyle bir masal.

Palavra da denebilir elbette.

Orada, arasına gireceğiniz yorgun bir iç savaş, ne bileyim zaten bölünmüş bir ülke, “Yapmayın çocuklar, böyle füze atmak, bombardıman yapmak filan ayıp. Hey sen! Koy bakim o silahı yerine. Sen de çabucak uçağını alıp evine git. Anneniz nerde sizin?” demekle ikna olacak “taraflar” yok.

Orada ununu eleyip eleğini asmış bir katliam, kinini, nefretini boşaltmış da kurumaya hazır damarlar yok.

Orada “geçmişe bakmamak” da felaket.

“İleriye”, sadece birilerinin parmakları yönünde ve kimilerinin organize işleri uyarınca bön bön bakmak da.

*

Türkiye, şundan bundan farklı olarak oraya; Kürt sorunu olan, PKK terörüyle çatışan, Kuzey Irak’a girdi girecek, Kerkük’te çatıştı çatışacak, İran ve Suriye yönetimi gibi “Şii” komşularına karşı bilendi bilenecek, İran’ın nükleerinden haz etmeyen, halkı İsrail’e gıcık ama belki de ilk şehitlerde Lübnan’daki Hizbullah’ı da Diyarbakır’daki Hizbullah kabul edebilecek yahut hakikaten kendi Hizbullahçısı da bilenebilecek esnek ve kaygan bir kamuoyu ve “Sünni” sıfatıyla gidiyor.

Daha beteri;

Başta ABD’nin ve duruma göre İsrail’in, bölgedeki tüm belalara bulaştırma, bölgedeki tüm pisliklerin içine sokma, bölgede kafayı yemiş bir jandarma kılma arzuları, niyetleri, teşvikleri ve sözde hiç belli olmayan manipülasyonları ile gidiyor.

Gitmesin diyoruz ama kafalarına koymuşlar, gidiyor!

Ve tüm insani, öpüp koklanası mesajlarına rağmen, Dışişleri Bakanı Gül, belki içinden gelerek, belki biraz uğraşarak yarattığı o masalsı, yumuşak, sevgi dolu havayla, balon şişiriyor.

O balona binelim, havalara uçalım, ayağımız yerden kesilsin diye adeta.

Yanlış yapıyor ve yakıcı, acıtıcı, hatta tiksindirici kimi gerçeği perdeliyor.

Türkiye sanki başroldeymiş gibi bir hava yaratılırken, bu koskoca ülke, kimilerinin yazdığı “Yeni Ortadoğu” senaryosunda da yuvarlanmak üzere, kah sırtından ittiriliyor, kah kıçından tekmeleniyor!

En fenası, adeta bunu mümkün kılacak şekilde, şöyle iki büklüm olmamız!

Sabah, 22.8.2006

Umur TALU

23.08.2006


 

1701 numaralı kararı okumak

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Lübnan savaşında ateşkes ve sonrası için 12 Ağustos’ta aldığı kararı hayata geçirmek fevkalade zor olacak. Tıpkı Filistin sorunuyla ilgili 1948’den beri alınan tüm BM kararları gibi.

Ankara, güçlendirilecek olan UNIFIL BM barışgücüne askerî katkıda bulunmayı düşünüyor. Son karar, barışgücü askerinin görev tanımının ne olduğu anlaşıldıktan sonra alınacak. Halbuki 1701’in satıraralarını okuyarak misyonun ne olduğunu anlamak şimdiden mümkün.

BARIŞ DAYATMA OPERASYONU

BM barış operasyonları mantığı açısından bakıldığında 1701 adı konmamış bir “barış dayatma” veya “peace enforcement” operasyonu. Soğuk Savaş sonrasında geleneksel barışkoruma operasyonlarının yetersizliğinden yola çıkılarak Genel Sekreter Butros Gali zamanında geliştirilen bu kavram 90’lı yıllarda Somali (UNOSOM) ve Bosna’da (UNPROFOR) uygulanmış ve bilinen fiyaskolarla sonuçlanmıştı. UNIFIL de özellikle Hizbullah ordusunun silahsızlandırılması ve Litani nehriyle İsrail sınırı arasında kalan bölgeden çıkarılması gibi iki imkânsız işin destekçisi olacak.

Bu tip operasyonlar doğrudan BM Şartı’nın 7. başlığına dayanır. “Barışın Tehdidi, Bozulması ve Saldırı Durumunda Alınacak Önlemler” adlı başlık kabaca uluslararası camianın savaşları durdurmak üzere ambargo dahil her türlü önlemi almasının (madde 41) ve BM ordusu kılığında taraflara bilfiil askerî müdahalede bulunmasının önünü açar (madde 42). Kararlar tarafları bağlayıcıdır.

İMKÂNSIZ BİR GÖREV

1701’de 7. başlığa açık atıf yok. Savaşan taraflara tavsiyeler niteliğinde ve bağlayıcı olmayan “Uyuşmazlıkların Barışçı Yollarla Çözülmesi” adlı 6. başlığa daha çok dayandığı anlaşılıyor. Halbuki uluslararası barışın tehdidi açısından Lübnan savaşından daha tehlikeli ne olabilirdi. Bunun nedeni hiçbir BM varlığına ve müdahalesine tahammülü olmayan İsrail’in 7. başlığın tarafları bağlayıcılığına olan alerjisi.

8. paragraf çok önemli. Hizbullah’ın silâhsızlandırılması; Litani nehri kuzeyine çekilmesi; oradan İsrail sınırına kadar olan bölgenin, Lübnan hükümeti ordusu dışında, askerden arındırılması; Lübnan’a silâh ve yabancı asker sevkiyatının salt hükümetin rızasıyla olabileceği paragrafta yer alıyor.

11. paragrafın b. bendi UNIFIL’e, Lübnan ordusuna İsrail ordusu çekilirken güneydeki mâlum bölgenin kontrolünü ele almasında eşlik et ve onu destekle diyor; e. bendi ise daha vahim ve 8. paragrafta belirtilen işlerin icrası için Lübnan ordusuna yardım et diyor. Muharip güce olan ihtiyaç aşikâr. BM 14 birlikten sekizinin topçu üçünün keşifci sadece üçünün istihkâmcı olmasını istiyor.

İlgili ülkeler kararı çok farklı yorumluyor. Bush UNIFIL müdahil olacak diyor, UNIFIL’e komuta edecek Fransızlar ise müdaheleci olmayan bir yorum yapıyor. Diğer bir deyişle Lübnan ordusuna destek uzaktan “arkanızdayız” diye bağırarak mı yoksa 8. maddenin birebir uygulanmasıyla mı verilecek, bu belli değil.

İster muharip ister istihkam ister levazım olsun işte Türk askerinin bulunacağı yer ve yapacağı iş. Barışa, TSK’ya ve ülkemize ne yarar sağlayacağı belli olmayan bir macera. Eğer Abdullah Gül’ün belirttiği gibi muharip güç gitmeyecekse Kızılay ekiplerinin yollanması daha mâkul olur.

Barış koruma operasyonlarının hiçbir yerde yazılı olmayan iki altın kuralı var. Bunlar ancak taraflar barışa razı oldukları ölçüde başarılı oluyor. Öbür türlü savaş hali barışkorumacılar seyrederken uzayıp gidiyor. En katı kural ise, kim olursa olsun barışgücü askerinin savaşa maruz kalmış başka bir ülke ve halk için canını vermeye hazır olmaması.

Vatan, 22.8.2006

Cengiz AKTAR

23.08.2006


 

Asker gitsin (mi)!

Herkes Türk askerinin Lübnan’a gönderilmesini tartışıyor. Hükümet savaşmak için gitmeyiz diyor, CHP lideri Baykal ve kamuoyunun geniş kesimi bunun tuzak olduğunu söylüyor.

Ben ise Lübnan saldırısının daha ilk günlerinde İsrail’in yenileceğini, ABD ve müttefiklerinin BM’yi kullanarak Hizbullah’ı ortadan kaldırma görevinin NATO ya da uluslararası güce verileceğini söylemiştim.

Şimdi gelin birlikte bazı tespitlerde bulunalım.

33 gün süre ile İsrail katliamlarına seyirci kalan BM Güvenlik Konseyi, 1701 sayılı kararı ile İsrail ve savaş yanlısı olduğunu kanıtladı. Merak edenler karardaki kelime oyunlarına baksın.

1947’de BM tarafından kurulan İsrail devleti, bu tarihten sonra aleyhinde yine BM tarafından çıkarılan hiçbir kararı uygulamadı. İsrail kendi amaçlarına hizmet etmediği sürece 1701’e uymayacaktır.

BM Güvenlik Konseyi’ne aday olan Türkiye uluslararası hukuka saygılı olduğunu kanıtlamak amacıyla 1701’e sıcak yaklaşabilir ya da öyle gözükebilir. Ancak uluslararası hukukun çoğu zaman ‘güçlüler için’ geçerli olduğunu da unutmamak gerekir. Nitekim BM Güvenlik Konseyi birçok kararında Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci kabul ediyor, 542 ile 550 sayılı kararlar ise KKTC’ye siyasi ve ekonomik ambargo uyguluyor.

Bir de şu PKK konusu var. Bazıları Lübnan’a gitme karşılığında ABD’nin PKK konusunda Türkiye’ye yardım edeceğini söylüyor. Son bir hafta içinde medyaya yansıyan haber ve analizlere bakılırsa Washington’ın bu konuda da ne denli tehlikeli oyun peşinde olduğu görülür.

Gelelim tezkerecilere. Onlara göre 1 Mart tezkeresi çıkmış olsaydı şimdi Tükiye bölgede ve dolaysıyla Lübnan’da söz sahibi olurdu. Yani ABD ile Irak’ı işgal etmiş bir Türkiye, hızını almışken bir de Lübnan’ı işgal edecekti!

Ama Lübnan’da PKK yok ve Kürt devleti riski de söz konusu değil.

Şekil ve içerik ne olursa olsun Sayın Baykal’ın da dediği gibi 1701’in amacı Hizbullah’ı ne pahasına olursa olsun silahsızlandırmaktır. Bunu başaramayacak olan uluslararası güç daha farklı güçlere davetiye çıkaracaktır. Bir sonraki adım ne pahasına olursa olsun Lübnan’da iç savaş çıkartmak ve sonra da bu ülkenin İsrail, ABD ve İngiltere tarafından işgal edilmesidir.

Başından beri ABD ile birlikte hareket eden Fransa bu riskleri görerek bu pis oyunun içinde olmayacağını açıkladı.

Lübnan her türlü provokasyona açık bir ortam. Savaş sırasında 4 BM görevlisini bilerek öldüren İsrail acaba Türk askerine bomba atarsa ne olur?

4 yıl önce Filistin El-Halil’deTürk subaylarını hedef alan saldırıda olduğu gibi Hizbullah kıyafeti ile Türk askerlerine bir saldırı düzenlenirse Ankara ne yapar? Unutmamak gerekir ki; Lübnan’da PKK yanlısı Kürtler, ASALA yanlısı Ermeniler ve KAİDE yanlısı gruplar var. Üstelik Lübnan başta MOSSAD olmak üzere tüm yabancı istihbarat örgütlerinin ajanları ile kaynıyor.

İsrail ise her an ateşkes anlaşmasını bozabilir ve yeniden Lübnan’a saldırabilir. Diyelim bu saldırı Türk askerlerinin bulunduğu bölgeden başladı o zaman Türk hükümeti ne yapacak?

Peki bu durumda Türkiye ne yapmalı?

Yukarda bir kısmını belirttiğim risklere rağmen Ankara ille de asker göndermeyi düşünüyorsa o zaman;

1- Mutlaka başta Hizbullah olmak üzere Lübnan’daki tüm tarafların onayını almalıdır.

2- Türkiye başta BM Güvenlik Konseyi üyeleri olmak üzere tüm taraflara ve öncelikle İsrail’e, Hizbullah ile asla çatışmayacağını bildirmelidir.

3- Türkiye, İsrail’e de ‘askerlerime karşı bir saldırı olursa karşılığını veririm’ gibilerinden açık ve net bir uyarıda bulunmalı.

Böyle bir Türkiye’den İsrail asla hoşlanmayacaktır!

4- Herhangi bir nedenle ille de Lübnan’a gitmek isteyen Türkiye muharip bir güç yerine çoğunluğu doktor, hemşire, sosyal hizmet uzmanı, istihkamcı göndererek yalnız Lübnan halkını değil tüm bölge halklarının gönlünü kazanır ve kendi bölgesel misyonunu güçlendirir.

Unutmamalıdır ki; devletlerin ve ulusların misyon ve imajı savaşla değil insani davranışlarla daha da güçlenir ve onurlanır.

Aksi olsaydı şimdi tüm dünya halkları İsrail ve ABD’den nefret etmezdi!

Bana kalırsa Türkiye hiçbir şekilde ve koşulda Lübnan gibi pis bir bataklığa bulaşmamalı.

Nedenini merak edenler Osmanlı’nın Lübnan tarihine ve bu ülkenin son 60 yıllık gelişmelerine baksın!

Akşam, 22.8.2006

Hüsnü MAHALLİ

23.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004