Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 22 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

8 soruda Mehmet Ağar

Soru:

Mehmet Ağar, dağda silahla dolaşacağına ovada siyaset yapsın, sözünü söylemeden önce düşünüp, taşındı mı?

Yanıt:

3 yıldır bu konuda çalışıyorum.

Sorunun, kendi içimizde, konuşularak çözümü için proje üretiyorum.

Konu, askere ihale edilmişti.

Siyasetçi için sorumluluktan kaçıyor deniliyordu.

Siyasetçi bugün için lazım.

Öyle düşünüp, taşınmadan, hazırlık yapmadan konuşmuş değilim.

*

Soru:

Ağar, söyleminin içini dolduracak mı? Ne zaman?

Yanıt:

Elbette dolduracağım.

Seçim süreciyle birlikte bunu yapacağım.

Zaten bu sürece de girdik sayılır.

Söylediklerimi yapabilmek için güce ihtiyacım var.

Halktan güç isteyeceğim.

*

Soru:

Mehmet Ağar Güneydoğu-PKKterör konularında dün farklıydı, bugün farklı. Neden?

Yanıt:

O günün şartları öyleydi.

Silah kullanmak gerekiyordu.

Bugünün şartları tamamen farklı.

Sorunun artık siyasetle aşılması gerekiyor.

Asker ve polis dışında silahı herkesin elinden almak lazım.

*

Soru:

Ülkenin doğusundan, batısından Ağar’a hangi tepkiler geliyor?

Yanıt:

İstanbul’ da bir pasajda, üst kata, bir arkadaşı ziyarete çıkıyordum.

Sivaslı olduğunu söyleyen kapıcı beni durdurdu:

- Abi ne iyi söyledin.

- Söylediğimin nesini beğendin?

- Abi her şey iyilikle olur... Gelecek ay oğlum askere gidecek.

*

Soru:

Ya şehit ailelerinin tepkisi?

Bir kadın ağlayarak yanıma yaklaştı:

- Mehmet bey, ben yandım, başkasının ocağı sönmesin... Bitsin artık bu iş.

*

Soru:

Emniyet Müdürü Zülküf beyin oğlusunuz... Ömrünüz güvenlikçilerle geçti... O kesim ne diyor?

Yanıt:

Güvenlik güçleri makul bakıyor.

Bu iş dışarıya ihale edilemez.

*

Soru:

DYP’nin gıdasını aldığı merkez sağ seçmenin tepkisi nedir?

Yanıt:

Bölgede eşit şartlarda siyasi rekabet yok.

Bölgeyi bir partinin hegemonyasına mı terk edelim?

DYP ülkenin tüm sorunlarını ve tüm insanlarını kucaklıyor.

Bölge halkı ilk kez terör örgütüne tavır koyuyor. Siyasetin bu tavrı kucaklaması lazım.

*

Soru:

Ağar söyleminin arkasını getirirken bazı kırmızı çizgiler çizecek mi?

Yanıt:

Üniter devlet, bölünmez bütünlük.

Dağılmayan ve toparlanan Türkiye.

Sorunların demokrasi içinde çözümü.

Sabah, 21.10.2006

Yavuz DONAT

22.10.2006


 

Titrek muhalefete son

DYP lideri Mehmet Ağar, Diyarbakır gezisinde “PKK’lı dağda silah tutacağına düz ovada siyaset yapsın” deyince ne yalan söyleyeyim ilk aklıma gelen “Kekliği düz ovada avlayalım” türküsü oldu.

Düşünce balonunda bu cümle onu söyleyenin mazisiyle örtüşmüyordu bir türlü...

Emniyet müdürüyken “PKK’yı Rambo’larla vuracağını” açıklayan, MİT raporunda “yeraltı dünyasını bakanlarla tanıştıran adam” olarak anılan, 7 TİP’li genci katletmek suçuyla “arandığı” dönemde Haluk Kırcı’nın nikâh şahitliğini yapan, Susurluk kazasında Çatlı’nın üzerinden çıkan silahın ruhsatında imzası bulunan, 1000 operasyonun ve derin devletin kahramanı Ağar mıydı bu sözleri söyleyen:

“Bölünme korkusundan vazgeçelim.”

“Bu süreç (ateşkes) yürütülmeli.”

“Her devletin geçmişinde vatandaşını affetmek vardır.”

***

Yine itiraf edeyim ki, Ankara’ya dönüşünde, Diyarbakır’a uğrayıp dönen pek çok liderin, mesela daha önce “Kürt realitesi”ni tanıyan Demirel’in, “Kürt sorunu”nu telaffuz eden Erdoğan’ın yakalandığı hastalığı, yani “unutkanlık sendromu”nu da bekledim Ağar’dan...

Ama o, risk aldığını bile bile sözlerinin arkasında durdu. Hatta fazlasını söyledi.

Kendisine sert çıkan Genelkurmay Başkanı’na da karşı da alttan almadı.

Bütün partiler üstüne geldi, geri adım atmadı.

***

Neden?

Ne oldu da “silahlı çözüm”ün kararlı icracısı bugün “Askere rağmen barışçı çözüm” noktasına geldi?

Ağar mı değişti, koşullar mı?

Herhalde ikincisi...

NTV’ye konuşurken “Bu yıl 31. yılı... Dağ, bir türlü bitmiyor” dedi.

Geçenlerde milliyetçi kesimin önemli kalemi Avni Özgürel de Radikal’de isyanın kitleselleştiğini yazmış, “Ya acilen yeni politikalar üreterek yeni bir mutabakata gideceğiz ya da ABD’nin dizaynına rıza gösterip bölüneceğiz” demişti.

Aynı günlerde Amerikan büyükelçisi, hükümet-asker polemiğini “kakafoni” olarak nitelendirdi. Bu sözcük, “Amerika, ordunun şahin yaklaşımını desteklemiyor” diye tercüme edildi

Ve Ağar, tam da bu ortamda tabanını ürkütmeyi, askerle sürtüşmeyi göze alarak hem Amerika’ya hem acil çözüm arayanlara “Çözecek adam benim” mesajı verdi.

***

AP-ordu ilişkilerinin yarım asırlık anatomisini çıkaran Ümit Cizre-Sakallıoğlu (İletişim, 1993) bu hareketin bir ikileminden söz eder:

Bir yandan ordunun gözünde meşruiyet sağlayabilmek için askere mübalağalı övgüler düzer; öte yandan da tabanı itibariyle anti-militaristtir ve milli irade kavramına dayanır.

Ağar, DYP’nin başına geldiğinde “devlet kökenli” birinin “millet eksenli” bir partide zorlanacağı düşünülmüştü. Ancak Ağar, koşulları iyi okuyarak, içinden geldiği askeri-sivil bürokrasiyi karşısına alma pahasına hareketin ana damarına yaslandı; askere, “Orduyu en iyi ben bilirim. Ama siyasetin alanını da ben belirlerim” dedi.

Ümit Cizre’nin tabiriyle söylersek, “titrek muhalefet”e son verdi.

1993’te Alpaslan Türkeş’in Ermenistan Devlet Başkanı Petrosyan’la buluşması kadar önemli bir adım bu...

Savaşı ancak savaşanın bitirebileceği düşünülürse ayrıca anlamlı...

Mazideki mücadelesi Ağar’ı “hain” damgası yemekten alıkoyuyor.

Polemikler ise bu çıkışın icazetli olmadığını kanıtlamaya yarıyor.

Dilerim Ağar, sözlerini netleştirir, buradan barışa hizmet edecek bir politika geliştirir ve Türkiye’ye yeni bir açılım getirir.

Milliyet, 21.10.2006

Can DÜNDAR

22.10.2006


 

Mehmet Ağar’a destek

Hem “Şehit Anneleri”nin hem de “Cumartesi Anneleri”nin feryatlarına kulak vererek “Bu ülkede hiçbir ana gözyaşı dökmesin, bu dağlarda kuşlar ötsün, çiçekler açsın. Gençler dağda silahla gezeceğine ovada siyaset yapsın” diyen ve Türkiye’de silahların bir daha patlamamak üzere susturulması için af dahil bütün seçeneklerin gözden geçirilerek barışa, huzura, esenliğe doğru esaslı bir adımın atılmasını talep eden Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Mehmet Ağar, neredeyse bölücü ilan edildi! Kimler tarafından?

“Cumartesi Anneleri”ni resmen ve alenen tahkir ederek halkın bir kısmının gönlüne metelik vermediklerini, onların gönlünü kazanmak gibi bir dertlerinin olmadığını, anneler ve elbette evlatlar arasına örülen duvarları yıkmaya azmetmediklerini, tam tersine bölücülüğün değirmenine su taşıyan bu duvarları korumaya –hatta muhkemleştirmeye- azmettiklerini ortaya koyanlar tarafından!

*

Ağar, ‘Ülkemizi yakıp kavuran bir yangın var; gelin, bu yangını şu yöntemle söndürelim’ diyor. Yönteme karşı çıkabilirsiniz... ‘Bu yangın senin önerdiğin yöntemle söndürülemez’ diyebilirsiniz... Başka bir yöntem önerebilirsiniz… Ama, ‘Yangının üstüne körükle gidelim’ diyemezsiniz be kardeşim!

*

“Şehit Anneleri” bizim.

“Cumartesi Anneleri” de bizim; gâvurun değil! “Bu ülkede hiçbir ana gözyaşı dökmesin” diyen Mehmet Ağar’a bu ülkenin bir evladı olarak teşekkür ediyor, “Allah razı olsun” diyor, onu şiddetle kınayanları şiddetle kınıyorum!

NOT: “Dağda silahla gezeceklerine ovada siyaset yapsınlar” sözüne isyan edenler, ovada zaten Kürt kimliği eksenli bir siyasetin yapılmakta olduğunu bilmiyorlar mı? Benim bu siyasete itirazım var; ama, itirazımın etkili olabilmesi için önce bu siyaseti doğuran şartların değişmesi lazım. Af ilanı, yeni bir sayfanın başlangıcı olabilir.

Millî Gazete, 19.10.2006

Hakan ALBAYRAK

22.10.2006


 

‘Bush doktrini’ çökerken

Atalarımız “Yanlış hesap Bağdat’tan döner” demişler. Amerika’nın Bağdat’a ilişkin hesaplarının yanlış olduğu çoktan ortaya çıktı, şimdi ‘dönüş’ün nasıl olacağı tartışılmaya başlanıyor. Öyle görünüyor ki, hesap ne kadar yanlış olursa olsun, kolay bir çıkış yolu yok.

Dönüş belki gidişten bile zor olacak!

George W. Bush’un ve onun hükümetini rehin almış olan Yeni Muhafazakârların Ortadoğu, Irak ve Bağdat’a ilişkin hesapları yanlış çıktı. Çok, çok yanlış çıktı! Büyük umutlarla başlatılan Bağdat seferinin dehşet verici bir fiyaskoya dönüştüğünü artık kimse saklayamıyor. Başkan Bush bile geçenlerde bir mülakatta durumun Vietnam’a benzemeye başladığını kabul etti. Bush’a şu günlerde bir rapor sunması beklenen ‘akil adamlar’ın Irak’ta kan akmasını durdurmak için, ABD’nin İran ve Suriye’den yardım istemesini önereceğinden söz ediliyor.

Evet evet, Bush’un 2002 yılında adını ‘şer ekseni’ olarak andığı üç ülkeden ikisinden yardım istemesi önerilecekmiş! (Şer ekseninin üçüncü ülkesi K. Kore ise nükleer silah ve nanik yapmaya devam etmekte.)

Dünyanın her köşesinde gözü kulağı ve beyni olan ABD gibi bir hiper gücün nasıl olup da bu duruma düştüğünü, nasıl bu kadar akıl almaz hatalar yapabildiğini anlamak isteyenlere (ki yaşadığımız dünyayı anlamak demektir) gazeteci Zeynep Atikkan’ın ‘Amerikan Cinneti: 11 Eylül Amerika’yı Nasıl Değiştirdi?’ (Yapı Kredi Yayınları, Eylül 2006) başlıklı kitabını tavsiye ederim. Büyük emek mahsulü bu 500 sayfalık kitapta Bağdat’taki korkunç yanlışlığın hangi tezgâhlarda ne gibi ipliklerle nasıl dokunduğunu göreceksiniz.

Atikkan 11 Eylül’den sonra oluşturulan ‘Bush doktrini’nin üç temel ekseni olduğunu hatırlatıyor:

İlk ikisi ‘önleyici savaş’ ve ‘tek taraflılık’ idi. Yani, “ben bilirim, ben yaparım, ben vururum, kimseye ihtiyacım yok, ya bendensin ya şer güçlerinden” bağnazlığı ve kibirliliği.

Üçüncü eksen ise, bu acı hamurdan yapılmış pastanın kreması sayılabilecek demokrasi pazarlamacılığıydı: Amerika Ortadoğu’da (aslında uzun yıllardır desteklediği) otoriter devletler düzeninden memnun olmadığını söylüyor, Irak’ı demokrasi götürmek için işgal ettiğini iddia ediyordu.

Son gelişmelerden öyle anlaşılıyor ki, ilk iki eksenin fos çıkması üzerine bu kremadan da vazgeçiliyor. Başkanlığını eski dışişleri bakanlarından James Baker’ın yaptığı çalışma grubunun raporunda, Irak’ta demokraside fazla ısrar edilmemesi öneriliyormuş. Yani şöyle de denebilir: Artık Irak’a Washington’un işine gelecek cinsten bir diktatör aranıyor!

Irak stratejisinde değişim arzusu ve ana hatları basına sızdırıldı. Şimdi öteki pabucun düşmesi için ABD’deki 7 Kasım seçimlerinin sonuçları bekleniyor. Eğer seçim beklendiği gibi Cumhuriyetçi Parti için ağır bir yenilgiyle sonuçlanırsa dev bir heyelan başlayacaktır.

Bu değişimin en çok etkilediği ülkelerden birisi kuşkusuz Türkiye olacaktır. 21. Yüzyıl’da hayat çok hızlı: Irak konusunda eski ezberi bozulan ve ezberleyeceği yeni metni bir türlü bulamayan Ankara’nın bir kez daha yepyeni şeyler düşünmeye başlamasının zamanı gelmişe benziyor.

Radikal, 21.10.2006

Haluk ŞAHİN

22.10.2006


 

Adını koyalım: Fiyasko

Irak’ta işler iyice sarpa sardı. Bir bilimsel araştırmaya göre, ABD’nin askerî operasyonu başladığından bugüne hayatını kaybeden Iraklı sayısı 600 binin üzerinde. Amerikan kamuoyu kendi kayıplarıyla daha fazla meşgul; ama o rakam da artıyor: Sadece bu ay içerisinde 70’in üzerinde ABD askeri çatışmalarda öldü. 11 Eylül’ün (2001) hemen ertesi günü seslerini yükseltmeye başlayan “Derhal Irak’a savaş açalım” cephesi çözülmeye başladı. Irak’ın Vietnam bataklığına benzediğini sonunda George W. Bush da kabul etmek zorunda kaldı.

Savaş cephesinde yer aldığı bilinen tipler arasından da “Yanılmışız, Irak’a askerî müdahale yanlışmış” diyenler çıkıyor artık. Canını dişine takıp Irak’taki işgali başarılı kılmaya çalışan subayların da sabırları tükeniyor. İngiliz Genelkurmay Başkanı Gen. Richard Dannatt’nın “Askerlerimizi derhal çekelim, aksi halde Irak’taki güvenlik sorununun altında kalırız” uyarısını Amerikalı subayların benzeri açıklamaları izledi. Bush’un kamuoyu baskısı üzerine gizlilik kaydını kaldırmak zorunda kaldığı rapor da aynı görüşte: Irak’a açılan savaş ve devam eden işgal dünyayı teröre daha açık hale getirdi...

(...)

Bugün gelinen noktada genel hatlarıyla bilinenler şu: ABD’de savaş kararını veren kadro kimi ideolojik kimi de dinî takıntılı kişilerden oluşuyor. Pentagon Beyaz Saray’ı peşine takarak yönetti bütün süreci. Pentagon’da yuvalanan gözü dönmüş siviller askerlerin savaşa dönük uyarılarını dinlemedikleri gibi savaş-sonrası hazırlıklarında da ihmalci davrandılar. Karar alma mekanizmasında bulunup da, Irak’ta işgal sonrası kapsamlı bir direniş olabileceğini düşünen neredeyse kimse yoktu. Ülkeye demokrasi götürme iddiasıyla yola çıkanlar, elektrik, su ve benzin gibi temel ihtiyaçları temin edemediler.

ABD’nin Irak’taki durumunu en iyi yansıtan tek bir sözcük var: ‘Fiyasko’...

Vietnam benzetmesi de tam bu noktada devreye giriyor. ABD’nin Vietnam mâcerası için dönüm noktasını ‘Tet saldırısı’ genel başlığı altında anılan bir dizi askerî harekât teşkil eder. O harekâtta Vietnam’daki komünist güçler ağır yaralar aldı ama, yapay başarı görüntüsüne rağmen “Vietnam’da yeniliyoruz” hissi ‘Tet saldırısı’ sonrası Amerikan halkı arasında yayıldı. Bir tv mülâkatında kendisine yöneltilen, “Irak’ta son zamanlarda şiddetini artıran direnişi Vietnam’daki Tet saldırısına benzetenler çıkıyor, ne dersiniz?” sorusuna, “Doğru olabilir” cevabını vermek zorunda kaldı Bush.

“Geçmiş olsun” dememiz gerekmiyor.

Bu gelişmenin derhal göze çarpan fiilî sonuçları var: Irak’ta ABD’nin işi iyi gitmiyor, ama olan-bitende adı hiç geçmeyen İsrail’in etekleri zil çalıyor; ABD’nin yaşadığı ‘fiyasko’ Irak’ı İsrail için bir tehdit olmaktan çıkardı çünkü. Süpergüç için ‘İsrail’in piyonu’ olarak görünmek hoş bir duygu olmamalı.

ABD’de seçmenler iki hafta sonra sandık başına gidip oy kullanacaklar. Aslında, Amerikan halkını etkileyerek dolaylı yoldan Iraklılar da oy kullanmış olacak ABD seçimlerinde. Bush yönetimi, esas sıkıntıyı ise, seçimden sonra yaşamaya başlayacak.

İngiltere ve ABD’den yükselen “Askerlerimizi Irak’tan çekelim” taleplerinin önümüzdeki günlerde daha da artması beklenebilir. Asker-sivil ilişkilerinin kötüleştiği ülkemiz, umarım, hemen yanıbaşımızdaki Irak’la ilgili bu gelişmeye hazırlıksız yakalanmaz.

Yeni Şafak, 21.10.2006

Fehmi KORU

22.10.2006


 

Komandolar Oyak Güvenlik’te, asker selâmı İsdemir’de

ADANA Havaalanı’ndan otele giderken önümüzdeki eskort aracı dikkatimi çekti. Aracın içindeki görevlilerin hareketleri oldukça profesyoneldi. Araç hareket halindeyken inip-biniyorlar, çakı gibi asker izlenimi veriyorlardı.

Oyak Genel Müdürü Coşkun Ulusoy’a sordum, görevlilerin Oyak Güvenlik’te çalıştığını öğrendim. Ulusoy, Oyak Güvenlik’te çalışanların sayısının birkaç bin olduğunu söyledi.

Ulusoy, güvenlik elemanlarını nasıl seçtiklerini de aktardı: “Askerliğini komando olarak yapan birçok gencimiz var. Aralarında işsiz kalanlar oluyor. Onların aldığı komando eğitimini değerlendirmek gerekiyor. Çünkü, bir komando kolay yetişmiyor.”

İsdemir’e girerken baktım, tüm güvenlik görevlileri nizami asker selamı veriyor. Erdemir’i ilk devraldıkları günlerde geçici süreyle İsdemir’de Genel Müdürlük yapan Oyak Genel Müdür Yardımcısı Ergün Okur hemen, “Sakın yanlış anlamayın. Güvenlik görevlilerinin yöneticilere böyle asker selamı vermeleri geçmişten beri vardı” savunması yaptı.

Coşkun Ulusoy takıldı: “Biz aldıktan sonra selamları daha nizamileşmiş değil mi?”

Ulusoy, askerliğini komando olarak yapanlara sahip çıkıyor, İsdemir’de güvenlikçi asker selamına duruyor...

Gazeteciler asker selamına odaklanınca, Ulusoy’un dün gezilen Erdemir’de “Selamı kesin” talimatı, güvenlikçinin asker selamına ara verdirtiyor.

Hürriyet, 21.10.2006

Vahap MUNYAR

22.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004