Diyelim ki, Ak Parti’nin varlığını gerçekten 28 Şubat’a borçluyuz... Diyelim ki, 28 Şubat süreci yaşanmamış olsaydı, Tayyip Erdoğan hâlâ MSP/RP/FP çizgisinde kalacaktı... Bir ‘toplum mühendisliği’ projesi olan 28 Şubat, siyasetin kanallarını daraltıp MSP/RP/FP çizgisini gayr-ı meşru ilân ettiği için, Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının yollarını farklılaştırması, tek başına ‘post-modern’ darbeyi meşru hale getirir mi?
12 Eylül öncesinde sokakların kanlı eylemlere sahne olması, yüzlerce kişinin sağ-sol çatışmasında hayatlarını kaybetmesi, ‘darbe’yi doğru bulmamız için meşru gerekçe sayılır mı? Esas soru şu: Meşru bir gerekçenin varlığı gayrı meşru yöntemi de meşru kılar mı? İyi bir sonuca ebelik ettiği için kötü bir eylemi iyi sayabilir miyiz?
Dünya kurulalı beri tartışılan ‘etik’ bir sorundur bu ve her iklimde doğru kabul edilen cevabı da tektir: Hayır, bir şeyi meşru olabilmesi için ona götüren yolların da meşru olması, bir şeye doğru diyebilmemiz için onu oluşturan şartların da temiz olması gerekir... Eskilerin “Kemalât kem alât ile olmaz” diye özetledikleri durumdur bu.
Tersinin neden doğru sayılmadığını da kaydedeyim: Her mâzereti meşru saymaya başlarsak, sırf aynı sonucu elde etmek için ‘meşru’ görüntülü mâzeretler icat edilip üretilebilir. ‘İyi huylu darbe’ olduğunu veya ‘darbelerin de doğru sonuçlar verebileceğini’ kabul ederseniz, cinayetler, suikastlar, kitle olayları gibi ‘mâzeretleri’ sun’i biçimde üreten darbeciler çıkacaktır. Burada, Süleyman Demirel’in ünlü sorusunu hatırlayabiliriz: “11 Eylül günü ülkede sıkıyönetim vardı ve buna rağmen onlarca kişi ideolojik eylemlerde can veriyordu; ne oldu da 12 Eylül günü eylemler bıçak gibi kesildi?”
Yeni Şafak, 7.12.2006
|