Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Vakıflardaki soygundan herkes sorumlu

Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun Vakıflar üzerinde yaptığı incelemede, T.C Merkez Bankası’nın çalışanları için kurduğu vakfın, devleti nasıl “soyup soğana çevirdiği” ortaya çıktı. Bu memlekette “yetim hakkı”nın korunmasından sorumlu olan Başbakan, eğer bu soygunu durdurmazsa, bilsin ki bütün “vakıf bedduaları” üstüne olacaktır.

Yeni Asya okuyucularının çok iyi hatırlayacağı üzere, 24 Nisan 2006’da yayınlanan “Kamu Vakıfları Soygunu” ile 16 Eylül 2006’da yayınlanan “Vakıf Faaliyetleri Yeniden Ele Alınmalı” başlıklı yazılarımda, Türkiye’de sosyal yardım amaçlı kurulan ve tarihi çok eski olan vakıf kurumlarının, son yıllarda nasıl “yozlaştığını” anlatmaya çalışmıştım.

Vakıf kurmak demenin, “bir toplum düzeninde maddî değerinden yararlanılmak üzere bir malı ve mülkü, sadece Allah’ın malı ve mülkü saymak ve bunu resmîleştirmek” demek olduğunu belirtmiş, ecdadımızın insanlar arasındaki toplumsal yardımlaşmayı asırlarca bu yolla sağladıklarını ifade etmiştim. Vakıf kurumlarının, Batı toplumlarında ve dünyanın hemen her tarafında yaygın olduğunu ve aynı amaca hizmet ettiklerini ayrıca anlatmaya çalışmıştım.

Ne var ki, bu kurumlar dünyanın her tarafında amaçlarından sapmadan çalışırken, bizim ülkemizde özellikle son yıllarda toplumsal yardımlaşma ve dayanışmadan çok, kişisel çıkar elde etmek için birer vasıta oluverdiler. Başta bazı kamu kurumları olmak üzere bir çok kurum ve kuruluşun yöneticileri, kurdukları vakıflarla sadece kendi çalışanlarının çıkarlarını ön plana çıkarıp, bu ulvî kurumları dejenere ettiler. Bu kuruluşların tescillerini yapıp, onları denetlemekle yetkili ve yükümlü olan Vakıflar Genel Müdürlüğü ise, mantar gibi türeyen bu “hileli vakıfların” kuruluşuna izin verdiği gibi, denetlemek yerine onların yolsuzluklarını sadece seyretmekle yetindi.

T.C. MERKEZ BANKASI VAKFI,

BU İŞİ İYİCE SULANDIRDI

Geçen yıldan beri gelen haberler, T.C. Merkez Bankası’nın, çalışanları için kurduğu Vakfın, vakıf müessesesini iyice sulandırdığını ve amacının dışına taşıdığını gösterdi. Yoğunlaşan ihbar ve şikâyetlere rağmen, Vakıflar Genel Müdürlüğünün denetimdeki başarısızlığı üzerine Başbakan, nihayet olaya el koydu. Ve 29 Aralık 2005 günü Başbakanlık Teftiş Kurulu’na verdiği talimatla, başta T.C. Merkez Bankası Vakfı olmak üzere, diğer bütün kamu vakıflarını incelemeye aldırdı. Hatırlanacağı üzere, daha önce de bu konu gündeme gelmiş, okullarda Koruma Dernekleriyle beraber, para toplamaktan öte hiçbir iş görmeyen “Eğitim Vakıfları,” Koruma Dernekleri”yle birlikte kapatılmıştı.

ŞİMDİ, “T.C. MERKEZ BANKASI

VAKFI’NIN DENETİM RAPORU”NA BAKALIM...

Okuyucularımın yine hatırlayacağı üzere, bu vakıfla ilgili olarak ileri sürülen iddiaları, daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Bir yıla yakın bir süre içinde yapılan ciddi bir çalışma sonunda, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun hazırladığı “T.C. Merkez Bankası Vakfı İnceleme Raporu” nihayet açıklandı.

Rapora göre, 1995 yılından önce Merkez Bankası’ndan, yani devletin kaynaklarından bu vakfa tam “4.7 milyar YTL” para aktarıldığı, bu muazzam paranın işletilerek, vakfın üyelerine çok yüklü emekli maaşı ve ikramiye olarak ödendiği ve ödenmeye devam edildiği anlaşıldı.

Bir kamu kurumunun, devletin parasıyla vakıf kurup, bu vakfın parasının o kurumun çalışanlarına maaş ve ikramiye olarak ödendiği şimdiye kadar hiç görülmedi. Bu davranış, öncelikle vakıf gibi çok ulvî bir kurumun amaçlarıyla hiç, ama hiç örtüşmüyordu. Vakıf demek de, zaten bu demek değildi.

Bir kere daha belirtelim ki, vakıf kuran ya da kuranlar, önce vakfedecekleri bir mal ve mülkü ortaya koyarlar ve bunu tamamen Allah’ın adına ve muhtaç kimseler ya da toplum yararına kullandırmayı amaç edinirlerdi. Yoksa, içinde çalıştığı bir Bankanın parasını kullanıp vakıf kurmanın, sonra da sadece kurucuları olarak bunun nemasından yararlanmanın, vakıf uygulamasıyla hiçbir ilgisi olamazdı.

RAPORU İNCELEMEYE DEVAM EDELİM...

Rapora göre, kamunun hakkı ve parası olarak vakıfa “4.7 milyar YTL” aktarılması ve bu para kullanılarak banka personeline ikinci bir emekli maaşı ödenmesi, sosyal adalet duygusuna aykırıydı ve çok büyük bir haksızlıktı.

Bu para ile vakfın hem “kaynak” sorunu çözülmüş, hem de ihale mevzuatındaki katı hükümler aşılarak, kolay bir harcama yolu bulunmuştu. Bu arada, amacının dışına çıkan vakıfta, başka yolsuzluklar da görülmüştü.

Ayrıca, çıkar amacı gözetilerek kurulan bu vakıfla, devletin bina, araç ve gereçleri de haksız ve ücretsiz ya da sembolik ücretler ödenerek kullanılıyordu. Kurum bir vakıf değil, adeta bir “ticarethane” hüviyetini almıştı. Bu uygulamalar, vakıf müessesesini iyice yozlaştırmıştı.

Ve rapora göre, şimdi de vakıf üyelerinin devletten aldığı emekli aylığından başka, vakfın ödediği şu “ikinci emekli aylığı”na bir bakınız. Eski başkanlar 30 bin YTL (otuz milyar TL), yönetim kurulu üyeleri 22 bin - 30 bin YTL arası (yirmi iki milyar ile otuz milyar TL arasında), üst düzey yöneticiler 8 bin-15 bin YTL (sekiz milyar ile on beş milyar TL arasında), Normal üyeler/memurlar 1-9 bin YTL (bir milyar ile dokuz milyar TL arasında) ve odacı/kapıcılar 900 YTL (dokuz yüz milyon TL). Rapor, daha önceki duyumlarımla, bu gazetede yazdıklarımı, böylece doğrulamış oluyordu.

Görülüyor ki, bu vakfa “çiftlik” demek bile eksik bir tanım olurdu. Çünkü, böyle bir çiftlik olmaz ve çalışanı da böyle bir para alamazdı

Şimdi, bu rezalet derhal durdurulmalı ve haksız ödenen bu paralar “zaman aşımı” oyunlarına getirilmeden, yerine iade edilmelidir.

HİLELİ VAKIF KURUP, VAKIF

MALINI YEMENİN BEDDUALARI...

Hileli vakıf kurup, vakıf malı yemenin çok büyük günahları vardır. Konuyu biraz daha açarsak, bir vakfı “tağyir, tebdil ve tahrif etmek”, yani amacından saptırıp onu değiştirmek, bozmak ve böylece ondan çıkar sağlamak, ecdadımızca ve dinsel anlayışla büyük günahlardan sayılmıştır. Bu durumu görüp de, buna engel olmayanlar da aynı günaha ortak olmuşlardır. Hele bunu bilip de görenler eğer yetkili konumda ise, günahları misli olarak arttırılmıştır. Onlara hep “beddua” edilmiştir. Meselâ, bu durumu yansıtan Sultan İkinci Beyazıt Han’ın Vakfiyesindeki “beddua” tüyler ürpertiyor.

Selçuklu devri vakıflarından Halifet Gazi Medresesi Vakfiyesi’ndeki “beddua”da bakın ne deniyor? ”İster azgın sultan, ister hileci zalim bir vali, kadı veya fakihin, bu vakfiyeyi değiştirmeye ve çıkarına kullanmaya hakkı yoktur. Allah, onlara yeter ve yaptıkları bu kötü işin cezasını verir. Onlar, hiç kimseye malı ve oğullarının fayda vermeyeceği, mücrimlerin yüzlerinden tanındığı, herkesin kendi derdine düşeceği günde (Hesap gününde), bunun çok acı olarak karşılığını alırlar.”

Sultan İkinci Beyazıt Han’ın Vakfiyesi’ndeki bedduâyı hatırlatan bu “beddua” şöyle devam eder. “Bu vakfı çıkarına kullanıp ona zarar vermeye teşebbüs eden kimse, ölüm korkusunu ve sarhoşluğunu, kabri ve onun karanlığını, lahit ve onun vahşetini, sorgu ve sual meleklerinin şiddetini, insanların Rabb'i için kıyam edeceği, gizliliklerin kalktığı, örtülerin yırtıldığı günü ve mücrimin o günün azabından korunmak için oğullarını, babasını, kardeşini ve bütün ailesini feda etse dahi korunamayacağını bilsin. Allah’ın ve meleklerin ve de insanların laneti onun üzerine yağsın ve yeri Cehennem olsun.”

Görünen o ki, vakıfları soyanlar gibi, kuşkusuz soyduranlar da (göz yumanlar da) çarpılacaktır. Bu memlekette “yetim hakkı”nın korunmasından sorumlu olan Başbakan, el koyduğu bu rezaleti nihayet belgelendirmiştir. Başbakan, şimdi bu hileli vakıflarla özellikle “T.C Merkez Bankası Vakfı”nın bu soygununu eğer durduramazsa, “vakıf bedduaları”ndan korunmanın yollarını mutlaka aramalıdır.

Naci AKAY ((E.) İstanbul Millî

14.12.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004