Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Hayat nedir?

Hayat!

Ne denli sürprizler ve ibretlerle dolusun.

Bazen torbanın içinden birden öyle bir şey çıkarıveri-yorsun ki mutluluktan uçuruyorsun. Bazen de hiç beklenmeyen bir gerçekle çıkıyorsun önümüze, durduru-yorsun bizi adeta. Düşündürüyorsun…

Hiç beklenmeyen bir anda, hiç beklenmeyen birisiyle, belki de, belki de hiç beklenmeyen bir şekilde. Aksi halde hiç düşünmezdik belki de…

“Seni düşünmemizi istiyorsun.”

Hayat!

Okşuyorsun…

Hem de şefkatle okşuyorsun.

Bazen anne ve babalarımızın elleriyle okşuyorsun, bazen de önümüze serdiğin nimetlerin çeşitleriyle ve güzellikleriyle. Bizi hiç ihmal etmiyorsun. Verdikçe cömertliğinle okşuyorsun, sevdikçe sevdirdiklerinle okşuyorsun.

Her ihtiyaç duyduğumuz anda, her sıkıştığımız yerde, her çaresizliğimizi ve zayıflığımızı anladığımızda.

Şımarıklık ve avarelik yerine sevgi ve vefa istiyorsun.

“Seni hissetmemizi istiyorsun.”

Hayat!

Öğretiyorsun…

Sadece kimlik bilgilerinden ibaret olmadığımızı, sadece nefes almak, yemek, içmek, uyumak ve eğlenmekten ibaret bir varlık olmadığımızı öğretiyorsun.

Hayatta olmakla mekanik olmanın, hayatta olmakla paralı olmanın, hayatta olmakla sahip olmanın, hayatta olmakla şöhret olmanın, hayatta olmakla yapmacık ve sahte olmanın çok farklı şeyler olduğunu öğretiyorsun.

Ama sadece öğrenmek isteyene, samîmî olana, yüreğini açana, seni bir mektep, bir ders, bir imtihan gibi görebilene öğretiyorsun.

Nefsimizde, görüp yaşadıklarımızda, tadıp dokunduklarımızda, her bir şeyde, her bir hadisede:

“Seni okumamızı istiyorsun”

Hayat!

Pişiriyorsun…

Verilenleri yavaş yavaş aldığında, bitmeyecek zannedilenleri bitirdiğinde, hastalık, belâ ve musibetlerle karşılaştırdığında, “bizim” diye kavga edip canımızı verdiklerimizin, “her şey olmadığını” çok derinden hissettiriyorsun. Çok güçlüyken, gençken, sağlıklıyken, sevdiklerimizle beraberken, varlıklıyken anlayamadıklarımızı; zayıflatarak, bir mikroba, bir kansere mağlûp ederek, belki de yeri gelince bir parça kuru ekmeğe muhtaç ederek, iftiraya uğratarak, korkutarak, düşmanlarımızı çoğaltarak, ihtiyarlatarak, sevdiklerimizi bizden alarak anlatıyorsun. Anlamakta güçlük çektiğimiz veya anlamak istemediklerimizi öyle güzel anlatıyorsun ki çirkin gibi görünenler bile güzelleşiyor dolayısıyla...

Evet yanmadan pişmek mümkün olmuyor.

Öylesine hamız ki şu fani dünyada…

Her yanlışımızda, her aldanışımızda, her düştüğümüzde, her kaybettiğimizde pişiriyorsun.

“Bizim pişmemizi istiyorsun”

Hayat!

Rengârenksin.

Her güzel rengin ve her güzel ismin tonlarını ve mânâsını gönlünde taşıyorsun.

Bazen yağmur gibi ıslatıyorsun…

Bazen güneş gibi aydınlatıyor, bazen yıldızlar gibi haşmetle parlıyorsun.

Bazen gece kadar haşyetle bazen de bir gül goncası letafeti ve muhabbetiyle sarıyorsun ruhumuzu. Bazen fırtınalı bir denizin Celâlli dalgaları gibi gönüllerimizin sahillerine çarparken bazen de bir kelebeğin nazlı ve niyazlı uçuşu gibi bir uğur böceğinin, şefkatini haber veren salınışı gibi duygularımızı teskin ediyorsun.

Bir çekirgenin ruha sükûn veren tarifsiz lezzeti gibi benliğimizde seni zikretmemizi istiyorsun.

Maviden yeşile, beyazdan eflatuna, her isminle ve her tonunla güzelsin.

Acıdan tatlıya, hüzünden huzura, sevinçten sabra her şeyinle hoşsun, her şeyinle muhteşemsin.

Böylece bizi renkten renge boyuyor halden hale

sokuyorsun.

Her vurduğun renkte, her boyadığın tonda ve her halükârda;

“Seni tanımamızı istiyorsun”

Hayat!

Adaletlisin.

Seni tanıyana da tanımayana da mühlet veriyorsun.

Kim seni nasıl görürse öyle karşılık veriyorsun. Kim ne istiyor ve arzuluyorsa onu veriyorsun. Kim nasıl bakarsa öyle görünüyorsun. Her arayana aradığının karşılığı oluyorsun. Fırsatlar veriyor, çağrılar yapıyorsun. Kim hangi dilden anlıyorsa onun diliyle cevap veriyorsun.

Öyle tatlısın ki seni tanıyan da seviyor tanımayan da…

Öyle gerçeksin ki seni ellerinde tuttuklarını sananlar da hissedebiliyor, senin şefkatli ellerine tutunanlar da…

Velhasıl; muamelen, kim, sana nasıl yaklaşıyorsa, aynen öyle.

İyiye iyi, kötüye kötü.

Şefkatle muamele ettiğine inanana şefkatle, acımasızca muameleye maruz kaldığına inanana acımasızca. Dedik ya kim nasıl bakarsa öyle görünüyorsun. Dolayısıyla problem sende değil sana bakanların bakışlarında, nasıl baktıklarında…

Yani her musibetin arkasında, her zulmün altında, her haksızlığın karşısında, her güzelliğin ve iyi şeyin, her şefkatli rahmetin içinde senin “adaletin” var.

Bu yüzden her hükmümüzde, her hareketimizde, her işimizde;

“Adaletli olmamızı istiyorsun”

Ey atom altı parçacıklardan Alp dağlarına, galaksilerden insan kalbinin derinliklerine varıncaya dek her şeyi kuşatan güzel!

Seni işitmemizi, anlamamızı istiyorsun.

Seni bilmemizi, tanımamızı istiyorsun.

Seni sevmemizi ve kendimizi sana

sevdirmemizi istiyorsun

Seni iliklerimizde, seni zerrelerimizde

hissedelim istiyorsun.

Eşya ve mahlûk, âlem ve her şey “sana muhabbetle ve senin muhabbetinle” hayat bulmuş.

Ey merhametlilerin en merhametlisi!

Adaletlilerin en adaletlisi!

Şüphesiz ki sen hayatsın.

Hayat sensin.

Genç Yaklaşım, Aralık 2006

Yusuf SÖNMEZ

03.01.2007


Gelecek bayramlara özlem

Kalplerimiz bir bayram sevincini daha yaşarken bir tarafımızda sevincini yaşayamadığımız, özlemini çektiğimiz eksik kalan yanlarımız da var. “Hayat Bayram Olsa” şarkısındaki temennî gibi hayat hep bayram olmuyor. Ya da büyüklerimize “Nerede o eski bayramlar” dedirten özlemleri de bize geçmiş bayramları geri getirmiyor. Öyleyse geçmiş bayramlara teessüflerle özlem duyacağımıza, neden kendimizi daha güzel bayramlar yaşamaya hazırlamayalım ki? Büyüklerimizin her bayram ah çekerek yaptığı bayram nostaljilerine karşı ben de gelecek daha güzel bayramları düşünmek istiyorum.

Öyle bayramlara zemin hazırlamalıyız ki, bizden sonra gelecek olan nesiller, “Ne günlere kaldık” yerine, “Ne güzel günlere geldik” diyebilsinler. Madem ki bizler cennetâsâ baharda geldik, bayramlarımız da baharımıza uygun bir şekilde kalp ve gönüllerimizde çiçekler açtırsın. Güzel kokuları, tatlı renkleri, sıcak duyguları ile dostluk ve kardeşliği pekiştirsin. Sosyal huzurun, toplumsal barışın tadı ve çeşnisi olsun.

Şimdi 21. yüzyılın bir bayram sabahının penceresinden gelecek bayramlara bakıyor gözlerim. Önce yakın çevremde tam bir muhabbet, sevgi, saygı ve birbirinde fani olmuş dostluk ve kardeşlik meltemleri esiyor. Kalpler huzurla, ruhlar sürurla dolmuş. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi, komşu hakkı, misafir ve yolculara gösterilen ihtimam ve ikram gibi inancımızdan kaynaklanan güzellikler şelâlesi çağlıyor her tarafta. Kalpler kırılmıyor, gönüller incitilmiyor. Bayramlar bir tatil fırsatı olarak değil, gerçek bir yakınlaşma ve kaynaşma vesilesi olarak görülüyor.

Sonra nazarımın dairesini genişletiyor, beldeme, bölgeme ve ülkeme bakıyorum. Aynı güzelliklerin yansımasını bu geniş dairelerde de görüyorum. Sokaklarda gruplar halinde dolaşan gençler, önce büyüklerinin elini öpüyor, sonra da kimsesiz, yaşlı ve hasta insanları ziyaret ediyorlar. Gittikleri her yere sevgi, saygı ve ümit çiçeklerinden buketler bırakıyorlar. Kapısını çalacak kimsesi olmayan yaşlı bir teyze, karşısında elini öpmek için bekleyen bir grup genci görünce gözleri doluyor, sevincini gözyaşları ile dışa vuruyor.

Mahallî ve mülki idarelerin başkanları, tatil günlerinde de dairelerinde bulunuyor, halkın bayram tebriklerini kabul ediyorlar. Hatta bir belediye başkanı, bir kaymakam veya vali, evinden çıkamayacak kadar yaşlı, hasta ve fakir olan insanları evinde ziyaret ederek hediyeler takdim ediyor, onların yalnız olmadıklarını hissettiriyorlar. Böylece idare edenlerle idare edilenler arasında sağlam ve ebedî köprüler kuruluyor. Kurbanın anlamına uygun düşen bir yakınlaşma sağlanıyor.

Başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı gibi makamlar, gerçek sahipleri olan halka açılmış, her kesimden insan buralara rahatça girerek büyüklerinin bayramını tebrik ediyor, bu vesile ile devlete ve hükümete olan sadakatini göstermiş oluyor. Devletin başında bulunanlar da, aynı duyguları paylaşarak halk ile bütünleşiyorlar, o makamların bir hükümranlık makamı değil, hizmet mahalli olduğunu ifade ediyorlar. Yöneticiler “Benim halkım” diye halkı bağrına basarken, halk da “Benim devletim” diyerek devletine sahip çıkıyor.

Daireyi biraz daha genişlettiğimiz zaman da, koca bir İslâm âleminin aynı duygularla dolup taştığını görüyorum. Devletler arasında fizikî sınırlar olsa da, kalplerde hiçbir sınır ve sınırlama kalmamış, bütün gönüller Allah sevgisi, Peygamber aşkı ve Kur’ân nuru ile dolup taşıyor. Dünyanın öbür ucu olarak tabir edilen bir mekândaki bir Müslümanın sevgisini yanı başımızda hissediyoruz. Bir Filipinli kardeşimizin derdini, bir Somalili Müslümanın sıkıntısını, Bir Avustralyalı, bir Kanadalı veya bir Norveçli kardeşimizin sevincini, bir Filistinli çocuğun acısını yüreğimizde harman etmiş, hepsini kendi acımız, sevincimiz ve derdimiz olarak görüp paylaşıyoruz. Paylaştıkça acıların azaldığını, sevinç ve mutlulukların da arttığını görüyoruz.

Bu Kurban Bayramı, bana böyle bir kurbiyetin özlemini ve ümidini yaşatıyor. Aranızda bu düşüncelerimin bir ütopya olduğunu düşünenler olabilir. Ancak ümitvar olmalı ve gelecekteki o güzel günlere kendimizi hazırlamalıyız ki, “Ümitvâr olunuz ki, şu istikbal inkılâbâtı içinde en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır” müjdesine kavuşabilelim.

Not: Kurban Bayramı ve yeni yılın okuyucularımız, milletimiz ve tüm İslâm âlemi için hayırlara vesile olmasını diliyor; daha güzel yarınlar ve bayram sevinçleri yaşamanızı temennî ediyoruz.

Mehtap YILDIRIM

03.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004