28 Şubat 10. yıldönümünde hatırlandı, tartışıldı. Yapanlar, yapılanlar ve kendisine yaptırılanlar orta yerde duruyor. Tıpkı 27 Mayıs ihtilâli gibi. Bir taraf vatanı kurtarmak ve memleketin kötüye giden mukadderatını değiştirmek için millete, milletin iradesine ve milletin kalbi mesabesindeki meclise müdahele etmenin derin huzurunu yaşıyor. Öbür taraf, bunun demokrasiyle, hukukla, insan hak ve özgürlükleriyle vatanı kurtarmayla hiçbir alâkasının, ilişkisinin ve ilintisinin olmadığını ifade ediyor.
Hangi tarafın haklı olduğu da 2007’lere kadarki sürede ülkenin geçtiği ekonomik, siyasî, vb, alanlarda geçirdiği badirelerden anlaşılabilir. 27 Mayıs’taki hukuk faciasının benzeri, ihtilâl bahanelerinin sudan sebepler oluşu, ihtilâl sonrası demokrasinin gerilemesi gibi, siyasal hesaplaşmalara alet edilmesi gibi tahammülü zor yöntemler ve sonuçlar 28 Şubat sürecinde günümüzün versiyonuna uyarlanmış bir şablon gibidir aslında.
Her askerî ihtilâl, güya vatanı kurtarmak, milleti huzur ve barış ortamına kavuşturmak için yapılır. Ama millet bir türlü rahat olmamış, huzura kavuşmamıştır. Üstüne üstlük bir on yıl sonra aynı problemler orta yerde durmakta ve yine bir ihtilâl, bir cunta hareketine malzeme sayılmaktadır. Amasya’nın bardağı bir olmazsa bir daha. Milletin ve devletin demokrasi, hukuk ve fikir özgürlüğü alanlarında kaybettiği itibar da cabası. Buna bir de ihtilâl yapanların sorgulanmaması, hesaba çekilmemesi, cezalandırılmaması de eklenirse durumun vehameti daha belirgin hale gelir.
Milletin dış güçlere karşı mücadele için sağladığı yetki ve silâhı, araç ve âleti; sivil, silâhsız, seçilmiş ve savunmasız kitlelere karşı kullanıp bu işten zaferle çıkıldığını söyleyip gururlanmak aslında traji komik ve maskaraca bir şey. Çünkü karşılarında eş değerde bir güç yok. Dahası bu hedefe giderken bir takım plan ve projelerle bilgi kirlenmesi yaparak, bir takım kişi ve zümreleri de toplum mühendisliği taktikleriyle karalayarak hedefe ulaşmak hiç de kahramanlık sayılamaz. Yoğurda kartondan bir hançer saplamak gibi bir şey bu.
Her on yılda bir, bir on yıl önceki bahaneleri söylemek kendi beceriksizliğini itiraftan ve başarısızlığını ilândan başka bir şey değil. Sözgelimi eğer bir bölücülük PKK gibi bir problem onca müdahaleye rağmen halledilememişse uygulanan yöntemlerin iflâs ettiğini gösterdiği gibi bu problemin sürdürülmesinde katkıları olduğu intibaının uyanmasını da beraberinde getirmektedir. Eğer mesele bir dindarlık ve inanç karşıtlığı ise her müdahaleden sonra inanç trendinin artarak tırmanışa geçmesi de yine bu konudaki yanlışlığı ve çaresizliği sergilemektedir. Zira inanç ve fikirle mücadele etmek kimsenin harcı olmamıştır. Hele de inanca, fikre karşı silâhla müdahaleye yeltenmek mücadeleyi daha baştan kaybetmek demektir.
Bir insanın elindeki ekmeği almak isteyenler eline vurup, ya da elinden kaparak o ekmeği alabilirler. Ekmek o insanın ağzındaysa ensesine vurup veya boğazına sarılıp o ekmeği alabilirler. Eğer ekmek yutulmuşsa, o insanın karnını yarıp midesinden ekmeği çıkarabilirler. Ancak ekmek midede sindirilmiş ve gıda olarak damarlardaki kana karışmış ve hücrelere dağıtılmaya başlamışsa artık o ekmeği almak, kapmak mümkün değildir. İnanç, fikir ve demokrasi olguları bu milletin dem ve damarlarına işlemişse artık müdahalelerle, hareketlerle, ihtilâllerle bu olguları yok etmek imkânsızdır. Çabalar boşa gidecektir.
03.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|