Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

İhanet suçlaması dünyada tedavülden kalktı, ya bizde?

Radikal’in sorduğu sorulara Türk ve Kürt aydınları ile politikacıların verdiği cevaplar şunu gösteriyor: Sorunlara çözüm arayışının başlaması için bir zemin var. Ama karşılıklı?’hainlik’ suçlamaları arasında, işin o yanı pek fark edilmiyor.

Hain, hiyanet, ihanet... Tabii, kelimelerin siyasetteki anlamından söz ediyoruz. Lugatlarda da belirtildiği gibi, siyasette ‘hain’ genellikle ‘vatan hainliği’ anlamına gelir, ötekiler de ‘vatana hiyanet’ veya ‘ihanet etme’ anlamına...

Çağımızda bu sözlerin en fazla kullanıldığı ülkelerden biri, herhalde bizim ülkemiz... Öne sürdükleri görüşler yüzünden birbirine kızanlar, tartışma cümlelerinin arasına o sözleri sıkıştırmaktan kendilerini alamıyor.

* * *

Evvelce bu moda başka ülkelerde de vardı... Askeri milliyetçiliğin egemen olduğu Birinci Dünya Savaşı döneminde, savaşa destek vermeyenler veya destek verirken yeteri kadar coşkulu olmayanlar, ‘egemen’lerin gözünde hemen ‘hain’leşiverirlerdi...

Savaştan sonra Avrupa’ya yayılan diktatörlüklerde de, diktatörlere karşı tutum alanlar veya ‘mesafeli’ davrananlar aynı damgayı yerdi.

Diktatörün yaptığı veya yaptırdığı hainlik suçlamaları, Hitler Almanyası’nın milis güçlerine, işleyecekleri toplu cinayetler için ‘izin belgesi’ yerine geçerdi.

Stalin Rusyası’nda da, aynı suçlamalar, suçlananların ‘tutuklama emri’ anlamını taşırdı. İktidarın muhalifleri ile potansiyel muhalifleri, ‘mahkeme’ önünde ‘Evet, hainim, ihanet ettim’ diyerek itirafta bulundukları saptandıktan sonra, ‘suçu işlediği kanıtlanmıştır’ gerekçesiyle, idama gönderilirlerdi.

Bazı ülkelerde ‘ılımlı’ sayılabilecek uygulamalar da görülürdü. 15-20 yıl hapis gibi... Sürgün gibi... Siyasetçilikten, yazarlıktan ‘men’ edilme gibi...

* * *

Sonra çağ değişti... İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönemlerde eski diktatörlüklerden bir kısmı ‘demokratik’leşmeye başladı.?Ama bu defa komünist devletlerin oluşturduğu ‘Soğuk Savaş’ koşulları devreye girmişti... Doğu Bloku’ndaki ‘muhalif’ler, emperyalist Batı’nın işbirlikçileri sayılarak ‘hain’ diye suçlanırken, Batı Bloku’ndaki muhalifler de, ‘komünist’ Doğu Bloku’nun ajanı sayılarak aynı şekilde damgalanıyorlardı. O yüzden de, zamana ve zemine göre çeşitli cezalara çarpılıyorlardı.

Neyse ki, bir gün geldi, o dönem de bitti. Dünyanın demokratikleşen bölümü daha da genişledi. Ona paralel olarak da, o ‘hain’ gibi ‘ihanet’ gibi lafların kullanımı geriledi. Fakat Türkiye açısından durum pek değişmedi. Demokrasiye geçişinden beri demokrasi deneyimi yarım yüzyılı geçmiş olan Türkiye açısından... Türkiye’nin siyasi tartışmalarında o laflar veya benzerleri hâlâ çok sık kullanılıyor.

* * *

MHP Genel Başkanı’nın son grup konuşmasında o suçlamayı ‘siyasi çözüm’ söylemi için kullandı.

O söylemin bir ‘ihanet projesi’ olduğunu söyledi.

Nedir ‘siyasi çözüm söylemi?’ Adına ister Kürt sorunu deyin, ister Güneydoğu sorunu, o sorunun çözümü için -askeri harekât dışında- önerilen her şey ‘siyasi çözüm söylemi’ içine girmez mi?

O ‘siyasal çözüm’ veya bazılarının deyimiyle ‘sivil çözüm’ arayışının ‘ihanet’le ne ilgisi olabilir?

Radikal’den Ertuğrul Mavioğlu’nun o başlık altında yaptığı anketler gösterdi: “Çözüm için önce hangi adımlar atılmalı?” sorusuna, Kürt aydınlar ve politikacıların verdiği cevaplar çeşitli. Bazısı, Kürtçeye konulan sınırların kaldırılmasına öncelik veriyor, bazıları af taleplerine... Yerel Yönetimin yetkilerinin artmasına öncelik verenler de var, Anayasa değişikliklerine de...

Tabii, bütün bunların ayrıntılarıyla ilgili çeşitli görüşler de var. Kürt olmayan aydınlar ve politikacılar arasında da, bunlardan bir kısmının mümkün olmadığını, baştan söyleyenler var... Bazılarının tartışılabileceğini söyleyenler de var.

Veya herhangi bir tartışma için ‘PKK silahları bıraksın’ talebini ön şart olarak öne sürenler... Onlar da var.

Ayrıca, geçmiş hükümetlerin de bu hükümetin de, gene ‘siyasal çözüm’ veya ‘sivil çözüm’ çerçevesinde sözünü etmekte olduğu ‘ekonomik, siyasi, sosyal adımlar’ paketi var...

Bütün bunlardan hangisini söylemenin veya yazıp çizmenin ülkeye bir zararı olabilir?..

Hangisi bir ‘ihanet projesi’nin unsuru sayılabilir?..

Tabii, şu doğal:?MHP Genel Başkanı, bütün bunların konuşulmasından gene de memnun olmayabilir. Bunların konuşulmasının belirli nedenlerle yanlış olacağını da düşünebilir. Ama bunları konuşmayı ‘ihanet’, bunları konuşanları da ‘hain’ görmeye ve nitelemeye hakkı var mıdır?..

* * *

Ama, alışılmış bir kere... Kolay çıkıyor o ‘hain’ gibi, ‘ihanet’ gibi sözler ağızlardan... Çoktandır, bir çeşit enflasyona uğratılmışlar...

Nitekim Genelkurmay Başkanı da, Bahçeli’nin sözlerine kızınca, aklına ilk gelen kelime ‘hain’... O da ‘bu saldırılar’ın ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mücadele azmine’ -hatta- ‘hainlerden daha fazla’ zarar verdiğini söylüyor.

Buna MHP Genel Başkanı -haklı olarak- kızıyor. Verdiği cevapta, ‘Görevi ve kurumu ne olursa olsun hiç kimse’nin MHP’yi o şekilde tanıtma ‘hakkını kendinde göremeyeceği’ni söylüyor.

Evet, haklı... Ama acaba, MHP’nin Genel Başkanı, Genelkurmay Başkanı’na o haklı cevabını verirken, başkalarını ‘o şekilde tanıtma hakkı’na, kendisinin de sahip olmadığını aklına getiriyor mu?.. Ki bir daha, ‘siyasi çözüm’ veya ‘sivil çözüm’den söz eden herkesi ‘ihanet’le itham etme sorumsuzluğuna kendini kaptırmasın...

* * *

Genelkurmay Başkanı’nın veya Başkanlığı’nın açıklamasına CHP Genel Başkanı da -haklı olarak- kızmış. O da buna verdiği cevapta, Atatürk’ün nutkunun başlangıcındaki ünlü deyimi kullanıyor: ‘Manzara-yı umumiye’yi ‘tarih penceresinden ibretle seyrettiği’ni söylüyor.

(...)

Cevap metninde ‘hain’ veya ‘ihanet’ kelimeleri yok ama bu ‘manzara-yı umumiye’de ihanet manzaraları eksik değil...

Yani, ana muhalefet partisi genel başkanı da, o kelimeyi kullanmasa da, o kelimeyle ifade edilebilecek bir ‘manzara’yı hatırlatmadan edememiş... Ne için?.. Kimi kastediyor... Belli değil. Belki kimseyi de değil...

Ama siyaset hayatımızdaki ‘ihanet’ edebiyatının çekiciliğinden o da kendini kurtaramamış. Kelimeyi kullanmıyor ama, ‘hava’sını kullanıyor...

* * *

Evet, ‘hain’, ‘hıyanet’, ‘ihanet’ sözcükleri eski zamanlardaki demokrasi dışı ülkelerde, değişik düşünce sahiplerine karşı çok sık kullanılırdı. Demokratik ülkelerde, düşünce özgürlüğü esas olduğu için, ‘tedavülden’ büyük ölçüde kalkmış sayılır.

Ama bizde, tedavülden kalkmasından geçtik, kullanımı giderek artıyor. Kullanmayanlar bile, onun ‘hava’sından kurtulamıyor.

Niçin? Şu demokrasi denilen rejime 60 küsur yıldan beri hâlâ alışamadık mı? Herkesin bizim gibi düşünmesini istemekten vazgeçip, bizim gibi düşünmeyenlere tahammül etmeyi öğrenemedik mi?

Radikal, 8.3.2008

Altan Öymen

09.03.2008


 

İmkân ve şerait çok namüsait bir mahiyette tezahür ettiler mi?

Gericilere katıldığım, hükümete satıldığım ya da düpedüz manyak olduğum için Osmanlıca konuşuyor değilim; başlıkta okuduğunuz Atatürk’ten alıntıdır!

Nutuk’un sonu... Bildiğiniz, gençliğe “hitabe” ...

Bu ülkede “1919 koşullarını” yaşadığımızı düşünenler var.

O kadar ki, Cumhuriyet Halk Partisi de, cumhuriyetin ordusuyla giriştiği çirkin kavgada, “manzara-i umumiyeyi” tarih penceresinden ibretle seyrettiğini belirtti.

Yani, Samsun günleri yeniden yaşanmaktadır! Genel görünüm nanay...

Acaba öyle midir? Battık mı, batıyor muyuz?

1919 şartları... Yani, istiklal ve cumhuriyetimize kasteden düşmanlar (herhalde PKK olsa gerek), bütün dünyada misli görülmemiş bir galibiyetin mümessili midirler? Örneğin PKK çetesi Alman ordularını mı yenmiştir?

Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kalelerine girilmiş, bütün tersaneleri zaptedilmiş midir? Son geçtiğimde Kasımpaşa Tersanesi bizde gibi görünüyordu... Tuzla Tersanesi’nde işçilerimizi Amerikan işgal kuvvetleri mi katletmektedir?

Fenerbahçe kalesinde Volkan olduğuna göre oraya girilmesi söz konusu değildir ayrıca...

Bütün ordularımız dağıtılmış mıdır? Savaşa girip yenildik de biz mi haber atladık?

Memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş midir? Japon ordusu “suşi lokantaları” zinciriyle içimize mi daldı?

Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde midirler? Başbakan Yunan çıkarlarını mı gözetmektedir? Kıbrıs’ı mı vermiştir Diyarbakır’ı mı? İzmir’i mi satacaktır Edirne’yi mi?

Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid etmişler midir?

(Anlamadıysanız bana kızmayınız, bu kelimeleri ben yazmadım.)

Örneğin İstanbul tahtında oturan Padişah Birinci Abdullah, Dolmabahçe önünde demir atmış düşman zırhlılarına bakarak rakı mı içmektedir? (Pardon, Huber Köşkü diyecektim.) Sadrazam Damat Tayyip Paşa devleti bölen bir antlaşma imzalamak üzere yurtdışına mı gitmiştir?

Fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olan millet, Akmerkez, Capitol, Metro City, Kanyon, İstinye Park, City’s gibi alışveriş merkezlerini yağmalamakta mıdır?

Yüzbinlerce apartman dairesi ve araba uzaylılar üzerinde mi kayıtlıdır?

Ne demektir 1919 şartları?... Merkezi hükümete başkaldırılacak, yeni bir ilde, örneğin Elazığ’da yeni bir meclis mi toplanacaktır?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nden istifa edilip yeni bir ordu mu kurulacaktır? Bazı şaşkınların altı ay sonra genel komutayı devralıp darbe yapmasını umdukları Başbuğ Paşa mı yapacaktır bunu?

İsterseniz Amerikan ordusunu İncirlik dolaylarında kuşatıp Adana’dan denize döker, sonra da birtakım reformlar yapar, örneğin Göktürk Alfabesi’ne geçeriz.

(Atatürk “ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” dediği halde, acaba İsmet Paşa’nın kulakları ağır işittiği için mi Akdeniz yerine Ege’ye gitmiştir, bunu da hep merak ederim.)

Ben bu yazıyı gülün diye yazdım.

Ama seçmen de ağzıyla gülmüyor butün bunlara, sandıkta oylarıyla gülüyor.

Sabah, 8.3.2008

Engin Ardıç

09.03.2008


 

Müslümanlar bu filmi izlemesin

İfade özgürlüğünün sınırı nerededir? Bu sınır yaşama hakkının önüne geçebilir mi?

* * *

Dünyanın en demokratik ülkelerinden biri olarak gösterilen Hollanda’nın başı, ifade özgürlüğü ile dertte. Aylardır Hollandalılar yukarıdaki iki soruyu tartışıyor. Onları bu tartışmaya iten ise aşırı sağcı Özgürlük Partisi Lideri Geert Wilders’in İslam üzerine çektiği ve yayınlatmak istediği “Fitna” adlı film.

* * *

Filmin bir dakikalık tanıtımı bir süredir YouTube’da izlenebiliyor. Ve o kısım bile neden böyle büyük bir tartışma kopardığını fazlasıyla anlatıyor.

Filmde Wilders elinde bir Kuran tutuyor. “İşte karşınızda Hollanda’nın en kötü kitabı” diye başlıyor söze. Ardından kitabın baskı kalitesini eleştiriyor. “Yarısı Türkçe yarısı Arapça yazılmış çok kötü bir kitap bu” diyor. Ve cilt ile ilgili aşağılayıcı ifadeleri art arda sıraladıktan sonra Kuran’ı yere atıyor.

* * *

Bu provokasyon sınırlarını zorlayan film “Fitna”nın yalnızca tanıtımı. Ama bu kadarıyla bile Afganistan şimdiden ayağa kalktı. Hollanda bayrakları sokaklarda yakılıyor. Hollandalı bir kabine üyesi güvenlik gerekçesiyle Somali’ye yapacağı seyahati iptal etti. Hükümet İslam ülkelerindeki büyükelçilik çalışanlarını dikkat etmeleri konusunda uyarıyor.

* * *

Bunlara rağmen Wilders televizyon kanallarıyla 15 dakikalık filminin gösterilmesi için kıran kırana mücadele etmeye devam ediyor. Film gösterilmezse Hollanda’nın ifade özgürlüğüne gölge düşeceğini iddia ediyor. Üstelik radikal politikacının duracağı da yok. Eğer bir kanalla anlaşamazsa filmin tamamını YouTube’a koyacak.

* * *

Wilders film ile ilgili birçok kanala röportajlar vermeye devam ediyor. Amerikan Fox TV’ye verdiği röportajda Kur’ân’ı “faşist bir kitap” olarak tanımlayan parlamenter İslam kültürü için de “aşağı” ifadesini kullanıyor.

* * *

Hollanda bu gerginliğe maalesef alışık. 2004’te yine İslam karşıtı bir film olan “Submission” (Teslimiyet)’un yönetmeni Theo Van Gogh sokakta bir Müslüman tarafından öldürülmüştü. Aynı filmin senaristi Ayan Hirsi Ali ise gelen tehditlere dayanamayarak ABD’ye taşındı.

* * *

Peki Wilders neden açıkça meydan okuyor? Kime ve neye güveniyor? Yoksa yaşamını sonlandırmaya karar verdi ama intihara cesareti mi yok?

* * *

Avrupa’da İslam’a karşı radikal tartışmaların alevleneceği ortada. Zaten geçtiğimiz hafta İranlı ünlü İslam reformisti Abdülkerim Suruş Hollanda Radyosu’na verdiği röportajda Kuran’ın yaratıcısının Allah değil Hz. Muhammed olduğunu iddia etmiş ve büyük tartışmaları da beraberinde getirmişti.

* * *

Bu gelişmeler İslam karşıtlığının güçlendirilmeye çalışıldığı izlenimi veriyor. Sanki Avrupa’daki aşırı sağ kanat, Müslümanlar’ı provoke ederek tansiyonu artırmak istiyor. Bunu da Wilders gibi kendini kurban etmeye hazır kişiler üzerinden yapıyor. Bu tür girişimlerin ucu sıradan Batılı’ya dokunursa işte o zaman Avrupa’da aşırı sağın yükselişini kimse durduramaz.

Akşam, 7.3.2008

Nagehan Alçı

09.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri