Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Dinî özgürlüklerle ilgili sorunlar var!

Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğü ile ilgili sorunlar var mı? Yok diyebilir misiniz?

Eğer yok diyorsanız, başörtüsü ya da türban sorunu ne olacak?

Bundan dolayı yıllardır üniversiteye giremeyen kız öğrencilerin bu sorunun bir parçası olmadığını öne sürebilir misiniz?

Din eğitimi konusunun bu ülkede bunca yıldır yerli yerine oturduğunu söyleyebilir misiniz?

Bu bakımdan, kendi çocuklarının daha dindar yetişmesini isteyen ailelerin din eğitimiyle ilgili olarak çok uzun yıllardır devletle bazı dertleri olduğunu unutabilir misiniz?

Kuran kursları olsun, İmam Hatipler olsun, din eğitimiyle doğrudan ilgili bu alanlarda ne zamandan beri yaşanan tartışmaları yok sayabilir misiniz?

Ve bu tartışmalar, din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili değil midir?

Cemaat ve tarikatlar açısından sorunsuz bir Türkiye’de yaşadığımızı iddia edebilir misiniz?

Cemaat ve tarikatlar bin yıldır bu toprakların bir gerçeği iken onları yok saymak, yer altına itmek, bu ülkede din özgürlüğü, vicdan özgürlüğü alanlarında sorun yaratmıyor mu?

Cemaat ve tarikatları yok saymakla, tekke ve zaviyeleri kapatmış olmakla, özellikle sosyolojik bakımdan hiçbir şeyin yok olup gitmediği, devletle yaşanan sürtüşmelerin din ve vicdan özgürlüğü alanında sorunlara yol açtığı bilinmiyor mu?

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri geçerli olan laiklik anlayışı ya da tepeden, devlet tarafından kontrol altında tutulmaya çalışılan din kurumu bu ülkede birçok soruna kaynaklık etmiyor mu?

Etmediğini iddia edebilir misiniz?

Edebiliyorsanız, başörtüsü ya da türban sorunu ne oluyor?

Edebiliyorsanız, yüzde 47 oy almış bir iktidar partisinin özellikle türbandan hareketle kapatılması nasıl gündeme gelebiliyor?

Dini özgürlüklere ilgili herhangi bir sorun yoksa, başını inancının bir gereği olarak örtenlere üniversite kapıları nasıl kapatılabiliyor ve bu yasak Türkiye’yi derinden nasıl sarsabiliyor?

Ve son bir nokta:

“Eşi türbanlı olan Cumhurbaşkanı olamaz!” diye yargısıyla, askeriyle kazan kaldırılan, 367 gibi hukuk skandalları, 27 Nisan Muhtırası gibi demokrasi ayıpları yaşanan bir ülkede daha hâlâ “Din özgürlüğüyle ilgili sorun yoktur!” desen de kolay kolay inandırıcı olabileceğini sanmıyorum.

Evet, bu ülkede seksen bin cami var. Günde beş vakit ezan da okunur bu ülkede. Cuma’ya da serbestçe gidilir. Oruç da tutulur. Kimse kimseye karışamaz. Türkiye’de Müslümanlar ibadet açısından elbette özgürdür.

Ancak sorunlar yok değildir.

Din eğitimi hâlâ yerli yerine oturtulamadığı için vardır. Devlet din kurumuna fazla karıştığı için vardır. Laiklik anlayışı tepeden inme olduğu için vardır.

Ya da din-devlet ilişkilerinin yapısı fazla otoriter olduğu için vardır. Din-devlet ilişkilerinin otoriter yapısı daha fazla demokrasi ile tanıştırılamadığı için vardır.

Bu arada bütün bu sorunlar neden vardır sorusunun bir yanıtı daha vardır akılda tutulması gereken:

Bütün bu sorunlar bastırıldığı için, bütün bu sorunlar ve çözüm yolları serbestçe tartıştırılmadığı için, tabular ve yasaklarla özgür tartışma ortamı bir ‘kışla düzeni’nde cendereye alındığı için, toplumun kreması sayılanlar fena halde cahil bırakıldığı için, dini özgürlüklerle ilgili sorunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri başımızdan eksik olmamıştır.

İşte bu nedenlerle, Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Avrupa Parlamentosu’nda bir soruyu yanıtlarken, “Türkiye’de Müslüman çoğunluk da dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşıyor” demesine bu denli tepki göstermek yanlıştır, ölçüyü kaçırmaktır.

Milliyet, 4.6.2008

Hasan CEMAL

05.06.2008


 

Kapatmış kadar oldular!

Güzel bir atasözümüz var: “Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek.”

AKP kapatılacak mı? Kim bilir...

Partinin hafta sonu Kızılcahamam’da istişare ve değerlendirme toplantısı vardı. Bu tip toplantılarda genellikle önümüzdeki günlerde neler yapılacağı, partinin projeleri falan konuşulur. Vekiller, yoğun programı sebebiyle bir türlü bir araya gelemedikleri Başbakan’la yüz yüze görüşme fırsatı bulurlar.

AK Parti’nin son kampı bu kez çok farklı bir havada yapıldı. Kapatma davasının sebep olduğu ağır psikolojik atmosfer, duygusal bir hava oluşturdu.

Başbakan Erdoğan bile kapanış konuşmasında bu noktaya vurgu yaptı. Her ne kadar saklanmaya çalışılsa da, gerginliğin parti içinde had safhaya ulaştığı anlaşılıyor.

Daha 10 ay önce sandıktan her iki kişiden birinin oyunu alarak çıkmış bir partinin temsilcileri böyle mi olur? Bizim ülkemizde olur. “Kapatılacağız” psikozu elbette insanda çalışma iştahı bırakmayacaktır.

Aynı havanın AKP genel merkezinde de hüküm sürdüğü söyleniyor. Sosyal projelere imza atan birçok birimin eski hevesi ve aşkı yok. Herkeste bir yılgınlık ve ne olacaksa olsun hali...

Milletvekilleri çocukları da farklı değildi. Annebabalarının kapatma davasından olumsuz etkilendiğini söyleyen çocuklar, bu durumun kendi hayatlarını kötü etkilediğini söylediler. Ama onlar “Parti kapatılmayacak” diyor.

Acaba diyorum, kapatma davasıyla amaçlanan bu muydu?

Baksanıza parti kapatılmadı, dava hâlâ sürüyor ama kapatılmış kadar oldu.

Türkiye’nin en dinamik, en heyecanlı siyasi kadrosu, “Bir an önce ne olacaksa olsun” noktasına getirildi.

Yani “Kapatmış kadar oldular” desek yeridir.

Bugün, 4.6.2008

Nuh GÖNÜLTAŞ

05.06.2008


 

Hangi Derviş?

Dün Yargıtay Başsavcısı’nın hazırladığı mütalaadaki tarih anlayışının, bilimden ziyade fantastik edebiyata uygun olduğunu belirtmiştim.

Zihniyete o kadar odaklanmıştım ki mütalaadaki bariz yanlışı yazmadan geçmişim.

Aynen şöyle diyor Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya: “İrticanın kendi ulusuna ihanetleri, Kurtuluş Savaşı dönemi ile de sınırlı değildir. Cumhuriyet kurulduktan sonra da Şeyh Sait’ler, Derviş Vahdeti’ler İngiliz altınlarının parıltısıyla ve şeirat devleti-hilafet çığlıklarıyla ayaklanmışlar, binlerce şehit kanı dökmüşlerdir.” (s.4) Başsavcının, Derviş Vahdeti dediği kişi, 1870’te Kıbrıs’ta doğmuş, savrulmalarla geçen bir hayattan sonra 31 Mart ayaklanmasını kışkırttığı gerekçesiyle yargılanmış ve 1909’da idam edilmişti.

Yani cumhuriyetin ilanından 14 yıl önce meydana gelmiş bir olay için Başsavcı “cumhuriyet kurulduktan sonra” diyor!

Sanırım Menemen’de (1930), yedek subay Kubilay’ı bağ bıçağıyla öldüren Derviş Mehmet’i kastediyor Başsavcı ama kalemi sürçtüğü için Derviş Vahdeti diyor.

Acaba ‘ Mehmet’ hangi ruhsal sürecin sonunda ‘ Vahdeti’ oldu? Bu sürçmenin psikanalizini yapacak verilere ve ortama sahip değiliz elbette.

Ancak mütalaa metninin teslim edilmeden önce eleştirel bir gözle okunmadığı ortada.

Nerede o eski müsahhihler!

Sabah, 4.6.2008

Emre AKÖZ

05.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf

Bütün haberler

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır