Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Eğitim

GENÇLİK VE MANEVÎ KİMLİK

Kara önlüklü, kara tahtalı ilkokulu okuduğum çocukluk yıllarımda derse giren öğretmenim tahtaya kocaman 1 rakamı yazıp, bunun ne olduğu üzerine düşünmemizi istemişti.

Biz de hemen sayı olduğunu söylediğimizde, ‘‘hayır’’ diyerek hayatım boyunca unutmayacağım bir ders vermişti kendisi.

‘‘Çocuklar bu bir rakamı bizim kişiliğimiz ve karakterimizi oluşturur. İnsanî değerlerimizi bu iki özellik belirliyor” dedikten sonra bir rakamının yanına sıfırlar eklemeye başlayarak sayının değer olarak büyüdüğüne dikkat çekmek istiyordu. ‘‘Bu sıfır bizim zenginliğimiz, bu sıfır sahip olduğumuz bilgimiz, bu sıfır cesaretimiz, bu sıfır çalışma isteğimiz, bu sıfır sevinçlerimiz, bu sıfır, bu sıfır...’’ Konan her sıfırla ortaya matematiksel değeri katlanarak artan kocaman bir sayı çıkıyordu. Daha sonra en başta bulunan 1 rakamını silerek “geriye ne kaldı?” diye soruyordu… Geride kalan hiçbir değer ifade etmeyen bir sürü sıfır… Karaktersiz ve kişiliksiz insanî değerlerden yoksun bireyin de asıl anlam ve değeri ifade eden 1 rakamından yoksun bu sıfırlar gibi hiç değer ifade etmediğini, şekilsel bir algıdan öteye bir değerinin olmadığına dikkat çekerdi.

Yıllar sonra öğretmenim gibi öğretmenlik mesleği ile vazifelendiğimde çocuklarıma ilk ders olarak öğretmenimden dinlediğim ilk dersi anlatmaya çalıştım… Sahip oldukları kişiliği yani o değeri yitirmemelerinin önemine dikkat çekmeye çalıştım hep. Çünkü fıtratlarındaki güzelliğin bir yansıması olan insanlığını yitiren bireyler; kendisine ve topluma karşı en zararlı davranışları sergileyen, en zararlı tutumlar takınan ve bunları eyleme dönüştürerek kendini ifade ettiğine inanıp olumsuz sonuçlar netice veren bir kişilik geliştireceklerdir.

Günümüz gençliğinin geldiği noktaya bakarsak, manevî değerlerden uzak kalmış, kimlik bunalımı yaşayan, popüler kültürün istediği ve sunduğu bir hayatın peşinde benliğini yitirmiş ya da yitirmek üzeredir. Buraya gelinen noktanın sebeplerini irdelediğimizde; Kimlik bunalımı yaşayan özellikle manevî kimlik arayışında olan genç neslin çeşitli sorunlarla karşı karşıya olduğu ve bunlara çözüm üretemeyişinin, dünyasında boşluklar oluşturduğu, bu boşluklara yerleştirilmeye çalışılan sanal değerlerinde bu arayışı güçleştirdiği ve farklı bir boyuta taşıdığı aşikârdır.

Gençlik için iyi görünmek, iyi yerler gezmek, farklı görünmek, aykırı bir ses olma, iyi bir hayatın ölçütleri sayılmaktadır. Hayatı ve hayatın merkezine koydukları ideallerin de bu hedefleri gerçekleştirmek için, kendilerince iyi olarak nitelenen hayatı yaşamak için var olduğunu ifade ederler. Hedeflerin ahlâklı, iyi bir insan, hak ve adaletin taraftarı, inandığı değerleri olan, bu değerleri yaşama mücadelesi veren, güzel olanın O’nun rızasını amaç edinip insanlara faydalı bir duruş sergilemek olduğu, kendini yenileme ve bilgi çağının gereklerini kazanma, hayatın var edilme ve bize armağan edilme sırrını keşfetme gibi değerlerin çok uzağında olması; manevî değerlerden yoksun, kültürel yozlaşmaya maruz kalmış, kimlik bunalımı yaşayan bir gençliğin ve nihayetinde bir toplumun oluşmasına yol açmaktadır. Hayatın merkezine bu değerleri koymadığı için hayatı boşluklar üzerine bina edilmiş, düşünmeyen, çıkarcı, menfaat merkezli düşünen, amaçsız, hakkı kuvvette gören, hayatı zayıf ile güçlünün bir mücadelesi olarak düşünen, sorumsuz, inançsız, kişiliksiz ve kimliksiz bir hayatın ve toplumun müdavimi olacaktır. Hayatı değerler arasında bunalımla, kişilik çatışmalarıyla, ahlâkî çöküntü sahneleriyle, çelişkilerle, gündelik yaşanan olaylarda gördüğümüz cinnet haberleri, gasplar, ahlâksızlıklarla bize yansıyacaktır.

Gençliğimizin bu hayat çizgisinden kurtulması için hayatın merkezinde bulunması gereken değerleri, bu boşluğa aktaracak bir zemin oluşturmanın ilk şartı bireylere Allah sevgisini aşılamaktır. Allah sevgisinin ilk şartı kâinatta var olan, okunan esmasını keşfetmek, okumak ve yorumlamaktır. O’nun rızasıyla inşa edilmiş bir hayatın manevî hazzını yaşamaktır. Bu manevî haz hayatın güzelliklerini keşfetmemizi ve hayat içinde bize Rabbi Rahim’in ikramı olan nimetleri fark etmemizi sağlayacaktır. Bu manevî haz sayesinde olaylar karşısında bir sığınak, bir dayanak noktası bulan birey sağlam bir kişilik kazanmış olacaktır. Kâinatı kuşatan sonsuz rahmet ve ezeli kudretin arayışı duygusunu her zaman yaşadığı için, kendisinde var olan ihtiyaca karşılık olarak hep bu duyguyu yaşayacağı sonsuz bir dayanak, bir kuvvet aramıştır. Bu yüzden insanın inanma isteği kaçınılmaz bir arzu olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan Cenâb-ı Allah’ın sonsuz kudretini, esmasını, kendisini tanıdıkça, hayatın amacını idrak ettikçe keşfedip en büyük dayanak ve sığınak olduğunu anlayacaktır. Bu anlayış ve kavrayış manevî dünyasında ruhuna hitap eden, duygularına cevap veren manevî bir hazza dönüşecektir. Bu boşluğu dolduracak olan bu manevî haz sayesinde hayata bakış açısı değişecek olan birey; yeni bir hayatın müdavimi olup kuvveti hakta bilip, adalet ve hoş görü sahibi, inandığı değerleri için yaşayan, O’nun rızasını amaç edinen ve bunu kazanmak için insanlara faydalı olmayı gaye bilen, yaratılan her varlığı değerli bilen ve sayan, hayatı bir sınanma bilip Cenâb-ı Allah’a karşı kulluğunu ve muhatabiyetini lâyıkıyla yaşama gayreti ve ümidi içinde olacaktır.

Toplumda yaşanılan kültürel yozlaşma ve manevî kırılmayı önlemek için çocuklarımızı manevî duygulara karşı yönlendirmeli, bu yönde eğitmeliyiz. Özellikle yeni başlayan bu üç aylık tatil periyodu, aileler açısından bu süreci oluşturmak ve sürdürmek için güzel bir fırsattır. Çocuklarımızı, gençlerimizi kendini ifade edip, manevî donanımlar kazanacak programlara teşvik ederek manevî yönden de onlara rehberlik etmeliyiz. Kâinat rehberinin yolunda, güzel ahlâkla donatılmış, inanç ve değerleri için yaşayan, kulluğu kendine dert edinen, ihtiyarlar gibi yaşayıp dünyanın zilletlerinden kendini alıkoyan, gençliğini hayır yolunda ebedî hayatını kazandıracak kazanımlara sarf eden, dinî sorumluluklarının farkında olup, bu sorumlulukları aksatmayan, gençliğin zevk ve neşesini saadet âleminde tatmak için bu dünyasını ebediyete taşıma gayreti içinde gerçek mânâda kul olan, inançlı kimlikli ve kişilikli bir gençlik duâ ve ümidiyle…

Osman AKTAN

17.06.2008


Loreller ve Hardiler

Geçmiş 100 yıla bakıldığında değişime o kadar hevesli olmasına rağmen, bir türlü sağlıklı değişemeyen bir toplumuz. Değişelim derken, sağlıksız ya da hormonlar sebebiyle bazen kafamız kocaman olmuş, bazen ellerimiz çok parmaklı, bazen bacaklarımız korkunç uzun, bazen de gövdemiz absürd mü absürd olmuş, hatta zaman zaman başkalaşım geçirmiş bir toplumuz.

Tıpkı Kafka’nın “Değişim”indeki dayanılmaz mide bulandıran bir dönüşüm gibi olmuş.

Toplumun değişim diye bir talebi olmuş mu, diye soracak olursak, buna ‘evet’ cevabı vermek oldukça zor. Değişim çoğu kez gücü elinde tutanlar tarafında dayatılmış. Yani değişim tepeden inme olmuş. Böyle olduğu için de gerçekçi, toplumsal yapıya uygun düşmemiş bu çabalar. Çünkü toplumsal değişimlerin gerçekçiliği, toplumun taleplerinin iyi anlaşılması ile olabilir.

Bu çerçevede, 100 yıl içinde öne çıkan üst başlıklar Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokratik Cumhuriyet dönemlerinde çekilen sancılar hep bu noktadan kaynaklanıyor.

Bugün geldiğimiz noktada toplum geçmişe göre değişim açısından daha çok bilinçli bir durumda. Ne istediğini biliyor. Kendisini tanıyor ve tanımlayabiliyor. Yani ergenlik dönemine girdi bile. Şüphesiz bunda küreselleşmenin, iletişim teknolojilerinin büyük katkısı var. Bir de aleyhine sağdan soldan onca kesimin karşı olduğu AB’nin de payı büyük.

İsviçre, Türkiye millî takımları arasında oynanan maçta, İsviçre takımında 3 Türk, 1 Arnavut bize gol atmaya çalışırken, bizde ise bir Brezilyalı gol attırmamaya, savunmaya çalışıyordu. Futbolda geldiğimiz bu manzara, iş dünyasında da çoğu kez gerçekleşirken, siyasette ve yönetimde henüz yok. Oysa Osmanlı Devletinde 1910’lara kadar yönetimdekilerin çoğunluğu hem Türk olmayan unsurlardı ve hem de gayrimüslimlerdi.

Cumhuriyet öncesinde değişimin önünü kapatan ya da yanlış mecralara sürükleyenler İttihat ve Terakki zihniyetiydi. Cumhuriyet döneminde ise tek parti hegemonyası ile korkunç bir tarih yazan CHP ve onun ana felsefesini oluşturan Kemalizm’di. Bugün hâlâ bu sancılar çekilirken, Kemalizm bu millete doğru değişimi yaşatıp birinci sınıf vatandaşlığa yükseltme çabası veren demokratlara (DP-AP-DYP) bu yüzden kızgındır.

Bu ülkede yaşayanların en büyük sorunu toplumun tabiî mecrasında gördüğü doğru değişimin önünü tıkayan Kemalizm’dir. Çünkü Kemalizm bir garip statükodur. Hem değişmez ve hem de değişmek isteyenleri değiştirir (!). “Eller aya biz yaya” deyimindeki gerçekliktir Kemalizm.

Bir zamanların Lorel ile Hardi’nin meşhur hikâyesi vardı: Hardi (Şişman olanı) Lorel’e diyor ki: “Lorel’ciğim, biliyor musun sen bir gün öleceksin. Cenazeni alıp mezara götürüp gömeceğiz. Sonra üzerinde otlar bitecek. Ve bir inek gelip seni yedikten sonra gidip yola pisletecek. Ben de senin son halini gördüğümde ‘Ah Lorel’ciğim, amma da değişmişsin!’ diyeceğim.”

Lorel (Zayıf olanı) bu defa sözü alıyor ve diyor ki: “Ah Hardi’ciğim, biliyor musun sen de bir gün öleceksin. Cenazeni alıp mezara götürüp gömeceğiz. Sonra senin de üzerinde otlar bitecek. Ve bir inek gelip seni yedikten sonra gidip yola pisleyecek. Ben de senin son halini gördüğümde ‘Ah Hardi’ciğim, hiç değişmemişsin!’ diyeceğim.”

B. Sait ÇİFTÇİ

17.06.2008


Risâle-i Nur Görsel San’atlar eğitimine ruh veriyor

Görsel Sanatlar anaokulu, okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretim okullarımızdan üniversiteye, yüksek lisans ve doktoraya kadar uzanan geniş bir yelpazede ele alınan ve eğitim ve öğretimi yapılan bir alandır. Her kademede farklı düzeylerde ele alınan Görsel Sanatlar Eğitiminin nasıl olması gerektiği konusu uzmanlar tarafından halen tartışılmaktadır.

Konuya zenginlik katması ve farklı bir pencereden yaklaşmak adına Risâle-i Nur’da görsel san'atlara bakış ile ilgili kısa bir giriş yapmaya çalışalım.

Risâle-i Nurda genel olarak san'at denilince akla gelen bazı sözler vardır. Bunlardan birkaçını hemen sıralayalım:

• San'atlı bir eser san'atkârı icap eder.

• Her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister.

• Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.

• Ruhun manevî güzelliğidir ki ilim vasıtasıyla san'atında tezahür ediyor.

• Güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.

• Güzelin güzelliğini arttıran çirkinin çirkinliğidir.

• Herkes kendi san'atında büyüktür.

• Çirkinin icadı çirkin değil güzeldir. Çünkü neticelerin çoğu güzeldir.

• Çok güzellikleri intaç veya izhar eden bir çirkinlik dahi, dolayısıyla bir güzelliktir.

• Bu kâinat bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir gül goncası gibidir.

• Hem de san'atı hayaliyesiyle tabiata şakirtlik etmek gerektir. Ta tabiatın kavanini onun san'atında in’ikas edebilsin.

• Her şey zıddı ile bilinir.

• Bu kâinatta görünen bütün güzellikler öyle bir güzelden geliyor ki; bu mütemadiyen değişen ve tazelenen kâinat, bütün mevcudatiyle ayinedarlık dilleriyle, o güzelin cemalini tavsif ve tarif eder. Yukarıdaki sözlerden de anlaşılacağı üzere Risâle-i Nur’da konuyla ilgili oldukça derin düşünceler mevcuttur. Bu konuda derinlemesine araştırma yapmak için ilgili kitapları okumak ve yorumlamaya çalışmak gerekir.

Burada amacımız kısaca bazı önemli noktalara dikkatlerin çekilmesi için anaokulundan üniversiteye kadar Görsel San'atlar Eğitimi ile ilgilenenlere ve herkese bir pencere açmaktır. Ta ki herkes bu pencereden kendi ufkuna düşen hisseyi alabilsin.

Bugün okullarda ağırlıklı olarak uygulamaya dönük işlenen Görsel San'atlar Dersi ile ilgili teorik ve felsefi boyut zayıf kalmıştır. Bu ilköğretim düzeyinde normal karşılansa bile ortaöğretim ve üniversite boyutunda üzerinde durulması gereken bir konudur. Ancak bu teori ve felsefe boyutunun da sadece Avrupa felsefe tarihinden yola çıkılarak dayatılmaması gerekmektedir. Bizim kültürümüze ve birikimlerimize ait değerlerin, düşüncelerin ele alınması ve Avrupa ile kıyaslanarak işlenmesi gerekmektedir. Ancak böylelikle dengeli bir eğitim gerçekleştirilmiş olur. İşte bu konuda Bediüzzaman’ın düşünceleri ve onun en önemli eseri olan Risâle-i Nur bizlere ışık tutmaktadır.

Esat AKBAL / Görsel Sanat Öğr

17.06.2008


EĞİTİM AJANDASI

50 ülkeden geleceğin liderleri buluşuyor!

AIESEC’in katkılarıyla 25–29 Temmuz 2008‘de 14.sü düzenlenecek olan Anatolia Kongresi; Kumburgaz’da, Marin Princess Hotel’de gerçekleştirilecek. Kongreyle ilgili eğitim sayfamıza bilgi veren Merve Tunalı; Gençlerin kişisel gelişimleri, farklı kültürlerin birbirlerini tanımaları yanında Türkiye’nin başarılı tanıtımı yapılarak önyargıların yıkılmasının ana hedefleri arasında yer aldığını ifade etti. 3 gün sürecek olan kongrede iş dünyasına yönelik çalışmaların yanında, halka açık yapılması planlanan katılımcı ülkelerin kendi kültürlerini tanıtacakları ülkeler panayırı ve Türk gecesi düzenlenecek. 1948’den beri üniversite öğrencileri tarafından yürütülen, 100 ülkede faaliyet gösteren küresel, politika dışı, kâr amacı gütmeyen ve bağımsız dünyanın en büyük öğrenci organizasyonu olan AIESEC; bu yılın temasını ‘‘İstanbul Kültür 2010’’ olarak belirledi. Kongre hakkında daha detaylı bilgiye 0 (212) 293 88 36 numaralı telefondan ve www.aiesec.org.tr web adresinden ulaşabilirsiniz. Bu gençler arasında Genç Yaklaşım Dergisi gençliğini de görmek ümit ve temennisiyle…

17.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır