Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Hak bir vaad olan kıyamet yaklaşıp da alâmetler belirdiğinde, inkâr edenlerin gözleri dona kalır. “Yazıklar olsun bize!” derler. "Biz bundan gaflet içindeydik. Daha doğrusu, peygamberleri yalanlayarak zalimler olduk.”

Enbiya Sûresi: 97

17.06.2008


Ne hakkınız var "Kalb de bizi sevsin" demeye?

ÜÇÜNCÜ VEHİMLİ SUÂL: Ehli dünya diyorlar ki: “Sen bizi sever misin? Beğeniyor musun? Eğer seversen, neden bize küsüp karışmıyorsun? Eğer beğenmiyorsan bize muârızsın. Biz muârızlarımızı ezeriz.”

Elcevap: Ben değil sizi, belki dünyanızı sevseydim, dünyadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanızı beğenmiyorum. Fakat karışmıyorum. Çünkü ben başka maksattayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri düşünmeye kalbimde yer bırakmamış. Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değil. Çünkü idarenizi, âsâyişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı vakit, ne hakkınız var ki, hiç lâyık olmadığınız halde “Kalb de bizi sevsin” demeye?

Kalbe karışsanız: Evet, ben nasıl bu kış içinde baharı temenni ediyorum ve arzu ediyorum; fakat irade edemiyorum, getirmeye teşebbüs edemiyorum. Öyle de, hal-i âlemin salâhını temenni ediyorum, dua ediyorum ve ehl-i dünyanın ıslahını arzu ediyorum. Fakat irade edemiyorum; çünkü elimden gelmiyor. Bilfiil teşebbüs edemiyorum; çünkü ne vazifemdir, ne de iktidarım var. (...)

BEŞİNCİ NOKTA

Beş küçük meseleye dairdir.

Birincisi: Ehl-i dünya bana diyorlar ki: “Bizim usul-ü medeniyetimizi, tarz-ı hayatımızı ve suret-i telebbüsümüzü niçin sen kendine tatbik etmiyorsun? Demek bize muârızsın.”

Ben de derim: Hey efendiler! Ne hakla bana usul-ü medeniyetinizi teklif ediyorsunuz? Halbuki siz, beni hukuk-u medeniyetten ıskat etmiş gibi, haksız olarak beş sene bir köyde muhabereden ve ihtilâttan memnu bir tarzda ikamet ettirdiniz. Her menfiyi şehirlerde dost ve akrabasıyla beraber bıraktınız ve sonra vesika verdiğiniz halde, sebepsiz beni tecrid edip, bir iki tane müstesna, hiçbir hemşehriyle görüştürmediniz. Demek beni efrad-ı milletten ve raiyetten saymıyorsunuz. Nasıl kanun-u medeniyetinizin bana tatbikini teklif ediyorsunuz? Dünyayı bana zindan ettiniz. Zindanda olan bir adama böyle şeyler teklif edilmez. Siz bana dünya kapısını kapadınız. Ben de âhiret kapısını çaldım; rahmet-i İlâhiye açtı. Âhiret kapısında bulunan bir adama, dünyanın karma karışık usûl ve âdâtı ona nasıl teklif edilir? Ne vakit beni serbest bırakıp, memleketime iade edip hukukumu verdiniz; o vakit usulünüzün tatbikini isteyebilirsiniz.

Mektubat, 16. Mektub, s. 71

vehim: Kuruntu, olmayan birşeyi varmış gibi kabul etme.

muârız: Karşı, zıt, ters.

hal-i âlem: Şimdiki hâl ve yaşama şekli.

salâh: Birşeyin en iyi hâli, rahatlık.

usul-ü medeniyet: Medenî prensipler, kanunlar.

17.06.2008


Sıyanet meleğim!

Ben daha yoktum bu güzelim kâinatta. Zâhirî yokluk âleminde kendine vücut arayan bir ruhtum sadece.

Hep hayaller kurardım, nutfeden bir damla, sudan koskoca insan olacağım günleri. Nasıl yaşayacaktım, acaba kendi ayaklarım üzerinde durabilecek miydim? İnsanlık kılavuzunu okuduğumda hayretler içerisinde kaldım! Ne kadar da zormuş dünyada yaşamak; bebeklik, çocukluk, okul, gençlik, günahlar, musibetler, aile... Hepsi kendi başına olmayacak işlermiş başka bir kişinin yardımı olmadan canavarlaşmış bu bencil dünyada…

Üç yönü varmış bu dünyanın imtihana dair. Bana ödünç olarak verilecek olan vücudu geri verme zamanına kadar kullanabileceğim üç kullanım şekli… Birisi, vücudumdaki esmânın nakışlarını görebilmek; diğeri ruhumun tekrar döneceği ahirete hazırlık olan mânevî ticaret yönü ve bunlar içerisinde çok korktuğum, kesinlikle kendisinden Allah’a sığınıp dünyada da bir dayanak noktasına ihtiyaç duyduğum bir yön olan dünyanın sadece oyun ve oyalanmadan ibaret olarak algılanan bir yönüydü… Ne kötü bir yalnızlıktı ruhumdaki bu korkuyla başbaşa kalmak...

Onun için duâ ederdim bu dünyaya gelirken... Yalnız kalmamayı, bana bir sıyanet meleği eşlik etmesini isterdim Allah’tan hep… Beni hiç yalnız bırakmasın, her dâim yanımda olsun, okul ihtiyaçlarımı karşılasın, cebime harçlığımı, sırtıma ceketimi, çantama kitaplarımı alsın. Ben şeytana aldandığımda “İnsan hatadan hâlî olmaz fakat tevbe kapısı açıktır” diyerek beni ümitvâr etsin, musibete uğradığımda sabrı öğretsin, sınavda başarısız olduğumda “bir daha dene, bir daha dene” diyerek peygamberî metotla azimle yaşamayı öğretsin… Zira atıyla gezerken bir gün Peygamberimiz (asm), sahabelerden birine “Hadi, sen de bin” der. Ata binmeye çalışırken Peygamberimizi (asm) düşüren sahabe üzülürken Peygamberimiz (asm) tekrar ata biner “Hadi, bir daha dene”. Sahabe tekrar ata binmeye çalışır ve yine rahmet peygamberini attan düşürür. Peygamberimizin (asm) kızacağını düşünen sahabe şu sözleri işitir: “Bir daha dene, bir daha dene” Böyle bir sıyanet (koruyucu) meleğim olsun diye yalvarırdım dünyaya gönderilmeden önce...

Dünyaya gözlerimi açınca, Allah’ın âlem-i ervahtaki duâlarımı kabul ettiğini anladım. Etrafımda pür dönen bir insan… Beni kucağına alıp, ilk işi güzel bir isim vermek oldu, “Said” diye kulağımda çınlarken seslenişi… Sonraları bana duâ ederken gördüm kendisini, hayırlı bir insan olmam için olsa gerek. Bazen bana tekrar etmem için Allah, Muhammed, İslâm gibi sözler sarf ettiğini duydum, ben bağırarak tekrar etsem de, o beni anlamıyor sıcak tebessümüyle yanaklarımı öpüyordu. Anladığım kadarıyla bana bırakabileceği bir miras olarak üstün bir ahlâk sahibi olmamı istiyordu… Sıyanet meleği değildi fakat daha şefkatliydi bana karşı, böyle bir kişinin ben dünyaya gelmeden önce okuduğum kılavuzda “baba” diye tâbir edilen insan olduğunu anladım…

Baba, baba, baba diye tekrar ederken dilim, beni duyup da dile getirdiklerimi anlamayan babama gözyaşlarımı döküyordum hıçkırarak. Bu oydu, beni dünyada yalnız bırakmayacak olan, benim ağlamalarımı teskin edecek, benimle ekmeğini paylaşacak olan kişiydi babam. Onun, dünyadayken Cenneti kazanacağım kişi olduğunu biliyordum, yanımda yaşlandığında ‘öf’ bile diyemeyeceğim kişi, bana olan duâsı perdesiz bir şekilde Allah’a ulaşacak olan kişi…

Ben büyüdüm, artık kılavuzda yazılan “baba” aynen zuhur etti ve sıyaneti hâlâ devam ediyor…

Duâ et bana baba, duâ et… Ben ne kadar kusurlu da olsam, seni sadece Babalar Gününde de hatırlasam; sen hep duâlarımdasın, “ve vâlideynâ ve talebeti Resâili’n-Nûr”…

Said BEYDOĞAN

17.06.2008


Ey 'şevk' neredesin?

Bugün sadece Rabbimle olmak, O’nun ile olanlarla olmak istiyorum. Bunlardan gayrisinden uzak durmak, ruhumu karartan silüetlerden kaçmak, karanlıklardan eserin olmadığı aydınlıklara kavuşmak istiyorum.

İç içe yaşamak zorunda olduklarım, bir anlık da olsa peşimi bıraksınlar istiyorum. Bir anlık da olsa kendimle başbaşa kalmak, kendim gibi olanlardan ırak bir şekilde zaman geçirmek istiyorum. Düşündüklerim dünyamı karartmaya çalışıyor. Oysa ben aydınlıklara hasretim. Lütfen bir anlık da olsa yalnızlığımı hoş görün. Çünkü yaralarım oldukça fazla sızlıyor ve ben bu yaralarımı yalnızlığımın temizliğiyle tedavi etmek istiyorum.

Yaralarımdan sızan kan damlacıklarıyla birlikte yaşamak istemiyorum artık. Kalbime saplanan oklara alışık değilim zira. Ben hep güller ve çiçeklerle hasbihâl etmek istiyordum. Hayalimde hep güzellikleri düşlemiştim. Kötülük ve çirkinlik vadilerinden uzak kalmak benim en büyük emelimdi. Aydınlık yollarda sizlerle birlikte yürümek ne güzeldi ey dostlar. Ama kulaklarıma gelenler, gözlerime görünenler beni bir anlık da olsa sizlerden uzaklaştırmak istiyor.

Nefsin hileleri midemi bulandırıyor. Şeytanların sevinmesi uykularımı kaçırıyor. Kin ve hasetin yönlendirdiklerinden uzak kalmayı istediğimi anladım bir an da olsa. Kendimle başbaşa kalmak ve kendimi sorgulamak istedim bunun için. “Acaba düşman duygular bende de var mı?” diye kendimi hesaba çekmek istedim. Bu sebeple yalnızlığımı hoş görün. Tâ ki manevîyât âlemimi pisliklerden, kirlerden temizleyeyim. Tâ ki insanlığa musallat olan düşman duygulardan kendimi kurtarayım.

Fena haberler dünyamı allak bulak ediyor dostlar. Doğru yollarda görülen çukurlara üzülüyorum. Muhabbetin yerinde insanlığa musallat olan husûmetle savaşmak için silâhlarımı kuşanmalıyım, diyorum. Nefis ve şeytanın dört bir yanıma fırlattıkları günah oklarından korunmak için iman zırhımı iyi kuşanmalıyım, başka çaremin olmadığını düşünüyorum.

“İnsan-ı kâmil” olmaya götüren yolları dinamitleyenlere dayanamıyorum. Sırat-ı müstakîmde gidenlerin yollarına mayın döşeyenleri anlayamıyorum. İçim içimi yiyor. Nasıl olur da yollarımızdaki dinamitleri, mayınları etkisiz hâle getirme imkânımız varken bunu kullanmıyor, kendimizi helâket yollarına mahkûm ediyoruz? Bunun için şaşkınım, üzgünüm, hüzünlüyüm. Bunun için biraz tenhalara kaçmak, çıkış yollarını düşünmek istiyorum.

Kaçışım çare olacak mı bana, bilemiyorum. Ama artık yeter diyorum, bir şeylerden kaçıp, bir şeylerle sevinmek istiyorum. Zira hiçliğe, boşluğa kaçışın çare olmayacağını biliyorum. Kaçacaksam karanlıklardan kaçmalı, aydınlıkları kendime hedef seçmeli ve sığınacağım dergâhlar olmalıdır. Yani kaçışım bana kurtuluşun yolunu açmalı, beni uçurumlardan yuvarlatmamalı diye düşünüyorum...

Geçmişte yaşadığım güzellikleri tekrar yaşamak istiyorum aslında. Bütün hedefim budur. Beni güzelliklerimden ayıran ve ayırmak için çaba gösteren duygulardan ve karartılardan kaçmak istiyorum. Güneş gibi görünen söndürülemez aydınlıklaradır kaçışım. Beni karanlıklara çekenlere direnmek istiyor, bunun için güç kazanmak istiyorum.

Duygularımın karmaşık gibi görünmesine şaşmayın dostlar. Baharda bize musallat olan kuru soğuklar beni ürkütüyor. Tam, müjdelenen baharların rengârenk çiçekleri nazlı nazlı sallanırken, insanı titreten soğuklar hayallerime zarar veriyor. “Nereden çıktı bu donduran soğuklar!..” diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Buna sebep olan hemcinslerimi affetmek hiç içimden gelmiyor. Çok üzgünüm kardeşlerim.

Üzüntülerimi giderecek, beni kendime getirecek bahar çiçeklerini canlandıran nesimî havalar teneffüs etmek istiyorum. Beni neşelendirecek nağmeleri söyleyen bülbüllerin sesini iyice duymak istiyorum. Bereketin yeşilliklerini gözlerimle hep yoklamak, çiçeklerle birlikte Rabbimi zikretmek istiyorum. Ey şevk neredesin, lütfen beni bırakma!.. Çünkü seninle yaşamaya alışmışım ey şevk... Beni ümitsizliklerin girdabına terk etme ne olur...

Nimetullah AKAY

17.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır