"Gerçekten" haber verir 05 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Ergenekon’la demokrasi ve ‘hukuk’u anımsayanlar için...

Ergenekon’la ilgili son gözaltı operasyonlarıyla birlikte bazı çevreler, demokrasi, insan hakları ve hukuk ilkelerini anımsadılar.

Duyarlık elbette gösterilmeli.

Gözaltına alınan, tutuklanan, mahkum olarak cezaevine atılan kim olursa olsun hukuk ve insan hakları şemsiyesiyle korunmalıdır.

Bunun istisnası olamaz.

Ama bu pencereden bakınca, ülkemizde ne yazık ki çok fazla çifte standart örnekleri yaşadık, yaşıyoruz.

Son Ergenekon operasyonuyla birlikte ayağa kalkan ve tepki gösterenlerin bu noktayı da düşünmelerinde yarar var.

Ergenekon sıradan bir olay değil.

Ergenekon operasyonlarına tepki gösterenler bir noktayı, ‘2003-2004 darbe tertipleri‘ni hiç unutmasınlar.

Nokta dergisinde yayımlanan ve gerçek olduğu kanıtlanan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in günlüklerini hatırlasınlar.

Okumadılarsa, okusunlar.

Örneğin bir yeri şöyledir:

“20 Ocak 2004...

Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda yapılacak kuvvet komutanları toplantısına katıldım. MGK ön toplantısı perşembe günü yerine yarına alındığı için bir koordinasyon ihtiyacı doğmuştu. (...) Konuşmalar sırasında Jandarma Genel Komutanı (Şener Eruygur) daima bir ihtilal özlemi içersinde, bir an önce bu işi yapalım şeklinde konuşuyordu. Bugün de defalarca tekrar etti...”

“6 Şubat 2004...

Sabah doğruca Jandarma Genel Komutanlığı’na gittim ve orada üçümüz buluştuk. Durumu tekrar gözden geçirdik. Jandarma Genel Komutanı hala darbe yapalım diye inat ediyordu... Sabah toplanmamızın esas gayesi Kıbrıs konusunda neler yapılabileceği konusunda seçenekleri gözden geçirmek. Ancak biz bu konuyu bırakıp darbe yapacak mıyız yoksa yapmayacak mıyız konusuna girdik. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur‘u ikna etmek oldukça güç. Bir netice alamayacağımı bildiğim halde yine de onu ikna etmeyi denedim. Pek ikna olduğunu söyleyemem..

6 Aralık 2003...

... Kendimize göre bir eylem planı yapmaya karar verdik.

-Önce basını ele geçirmeye çalışacaktık...

-Sonra rektörler ile temas edip öğrencileri sokağa dökecektik.

-Sendikalar ile aynı şekilde hareket edecektik.

-Sokaklara afiş astıracaktık.

-Derneklerle temas edip onları da hükümet aleyhine teşvik edecektik.

-Bütün bu olayları yurt çapında yapacaktık.

Yukarıdakiler SARIKIZ olarak anılacaktı...”

Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın günlüğünden kısa bir bölüm aynen böyle.

Ergenekon da bu çerçevenin dışında değil. Birçok bağlantısıyla bu çerçeveye oturuyor.

Elbette insan hakları, hukuk...

Elbette demokrasi...

Ama şunu da unutmayın:

Bu ülkede demokratik hukuk devletinin kolunu kanadını kıran, insan haklarının canına okuyan birçok darbe oldu.

Bu yüzden Ergenekon’la ilgili gelişmeleri, operasyonları ciddiye almakta yarar var, eğer bu topraklarda demokrasiyi, hukuku ve insan haklarını gerçekten önemsiyorsak...

Milliyet, 4 Temmuz 2008

Hasan Cemal

05.07.2008


 

Ergenekon bir rövanş mı?

Bir siyasi spekülasyon konusu var, bugünlerde pek revaçta olan: Adalet ve Kalkınma Partisi aleyhindeki kapatma davası ile Ergenekon terör örgütüne karşı yürütülen soruşturma arasında ilişki kuran, bir anlamda Ergenekon’u kapatma davasının rövanşı, kapatma davasını ise Ergenekon’un bir eylemi olarak gören.

Hoş, kapatma davasını Ergenekon’un eylemi, onun giriştiği bir ‘yargı darbesi’ olarak görenler, Ergenekon soruşturmasının bir ‘rövanş’ olduğu kanısında değiller.

Ama bunun tam tersi de geçerli: Ergenekon’un kapatma davasının rövanşı olduğunu düşünenler de kapatma davasıyla Ergenekon arasında bir ilişki kurmuyorlar.

Karşılıklı görüşler ve daha da önemlisi iki rakip siyasi kampın ‘algılaması’ böyle olunca geriye çok fazla bir şey kalmıyor aslında. Yani, bu çatışmalı ortamda algılanan şey gerçeğin yerine geçiyor ve gerçeği aramak da artık çok anlamlı değil.

Fakat yine de ben, Ergenekon soruşturmasının kronolojik seyrine bakmanın yararlı olduğunu, bu alanda gerçeği aramaya çalışmanın da tarihe düşülmüş bir not yerine geçeceğini düşünenlerdenim.

2006 Mayıs ayında Alparslan Arslan, Danıştay’da katliam girişiminde bulunduktan hemen sonra, Başbakan Yardımcısı sıfatıyla Abdullah Gül, Emniyet ve MİT’ten kendisine bu saldırıyla ilgili bilgi sunmalarını istedi.

Kısa süre sonra iki kuruluş art arda gelerek Gül’e birer brifing verdiler. Bu brifinglerde Emniyet Genel Müdürü bir de ilişkiler şeması gösterdi Gül’e. Bu şema, aynı zamanda Ergenekon’un ‘çete’ tarafını oluşturan, silahlı-külahlı işlere karışanların şemasıydı.

Aslında Abdullah Gül çok kararlıydı, ‘Haydi’ dedi, ‘Bana anlattığınızı delillendirip savcıya da anlatın, hepsi yakalansın, yargılansın.’

Bu açık talimata rağmen poliste işler umulduğu kadar hızlı gitmedi. Danıştay saldırganının dahi Ergenekon’la ilişkisini kurmayı başaramadı polis ve savcılık.

O dönemde ortaya çıkan/çıkartılan kimi çeteler de doğru dürüst soruşturulmadı. Üstlerindeki defterlerden Başbakan’ın evinin krokileri çıkan kişiler bile beraat etti.

Ne polis yeterince iyiydi ne de savcılar bu işleri araştırmaya hevesli. Hükümet de yeterince takipçi değildi.

Sonra nasıl olduysa bir ihbar üzerine İstanbul Ümraniye’de bir evde bombalar ve silahlar bulundu. Silahlarla ilgili ortaya çıkan isimler hep tanıdıktı; Danıştay saldırısı sonrası gözaltına alınıp bırakılan bazı isimler yani.

O dönemde, Murat Yetkin’le birlikte Ankara’da çok önemli bir güvenlik yetkilisiyle sohbet ediyorduk, o yetkili bize ‘Savcı bulunamıyor’ dedi, ‘Elde pek çok şey var ama savcılar soruşturmaktan çekiniyor.’

Nasıl olduysa İstanbul’da Zekeriya Öz isimli bir savcı bulundu. Ve o savcı, neredeyse kimseden yardım almadan, polisin de aslında tam desteğine sahip olmadan soruşturmasına başladı.

Herhalde en başta basit bir çete/terör örgütü soruşturması yaptığını düşünüyordu ama zaman geçtikçe işin boyutunu daha fazla gördü, bütün bunların 2003 sonu 2004 başında yaşanan darbe girişimleriyle bağını keşfetti.

Oysa hükümet daha o tarihte bu girişimlerden haberdardı. Acaba bu bilgiler Savcı Zekeriya Öz’e aktarıldı mı? Hiç sanmıyorum. Çünkü daha o zaman da hükümet o bilgileri delillendirmek ve derinleştirmek için herhangi bir soruşturma falan açmamıştı.

Sanıyorum Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ergenekon soruşturmasının önemini en çok 27 Nisan muhtırasından sonra anladı. Soruşturmanın yavaş gittiğini de gördü.

Bence Abdülkadir Aksu’nun İçişleri Bakanlığı koltuğunu kaybetmesiyle Ergenekon arasında bir bağlantı var. Hayır, Aksu’nun bu örgüte dahil olduğunu veya yakın olduğunu söylemiyorum ama Başbakan Erdoğan soruşturmanın hızlanması ve polisin savcıya daha fazla destek vermesi için Beşir Atalay’ın bakanlığını daha fazla tercih etti sanırım.

Gerçekten de Savcı Zekeriya Öz’e akan bilgi miktarı yeni hükümet döneminde arttı. Ama yine de hükümetin gerçek anlamda bir desteğinden söz etmek kolay değildi. Savcı Öz, çok az şeyi başkalarıyla paylaşıyordu, çok ketum ve dikkatliydi. Bu benim tahminim ama Savcı Öz bence hükümete de güvenmiyordu esas olarak, çünkü Şemdinli davasının savcısı Ferhat Sarıkaya’nın başına gelenleri unutmuyordu.

Her neyse, parti olarak AKP’nin Ergenekon soruşturmasını 15 Mart 2008’de kapatma davasının açılmasıyla birlikte sahiplendiğini söyleyebiliriz. Ama bu da slogan düzeyinde bir sahiplenme.

Ve zaten bu sahiplenme yüzünden bugün rövanş tartışmalarını yapıyoruz, daha doğrusu kendimize göre bir inanç sahibiyiz!

Radikal, 4 Temmuz 2008

İsmet Berkan

05.07.2008


 

Yanlış okumayın...

Siyasetteki, medyadaki ‘Ergenekoncular’ı bir yana koyun. Onlar bugünlerde çok telaşlılar. Çünkü yargı süreci ilerledikçe, muhtemelen Ergenekon’un zaten bilegeldiğimiz medya ve siyaset bacağı da daha inkâr edilemez bir şekilde belgelenecek...

Laik cumhuriyet’ bahanesiyle ‘cunta darbelerine’ nasıl gönüllü kulluk kölelik yapıldığı saydamlaşacak... Ama bir de... Hem içerde... Ve dışarıda, özellikle dış basında... Olup biteni çözemeyen... Ve yazılıp, çizilenlere bakıncada ‘doğru’ okumayan hatırı sayılır büyüklükte bir kesim var...

***

Ne diyorlar?

Sanıyorlar ki ‘darbecilerin’ tutuklanması, parti kapatılmasına ‘karşı hamle’...

Dış basının sevdiği terminolojiyle söylenirse ‘Kemalistlerle’ ‘İslamcılar’ arasındaki kapışmanın yeni bir evresi...

Ergenekon’un medyatik alanı içindeki siyasetçi ve medya da bu gerginlik analizi üzerinden bilerek ‘davul’ çalıyor... Şimdilik iddia aşamasındaki ‘darbeciliğe’ tüm varlığıyla arka çıkıyor...

Ama acaba, durum gerçekten böyle mi?

***

Hemen şunu söyleyeyim...

Bu son gözaltılar ‘bir çatışma’ değil, ‘bir mutabakat’ operasyonu...

Biliyorum... Askeriye ‘özenle’ bunun hukuksal bir operasyon olduğunu vurguluyor...

Gerçekten de olup bitenin ‘hukuk devleti’ açısından hiç bir şaşırtıcı yanı yok...

İddialar var... Karineler var... Hatta çok ciddi deliller var... Ve savcı gereğini yapıyor...

Orgeneral, morgeneral kimsenin gözünün yaşına bakmadan da hükmünü icra ediyor...

Ama bu ‘hukuk devletinde’ olur...

Türkiye’de asla olmazdı...

O halde, ilk defa olarak, şimdi nasıl oluyor... Ona bakmak gerek...

***

Oraya bakınca... Sivil- askeriye...

İçerisi-dışarısı dengesinde...

Bu ‘gözaltılar’ tümünün mutabakatı ile gerçekleşmekte...

Askeriyenin tavrını daha iyi anlamak için Nokta’nın yayınladığı ‘darbe günlüklerini’ yeniden gözden geçirmek gerek... Yanlış yorumları anında tashih edecek en önemli açıklamalar orada...

Bu gözaltılar ağustos ertesinde yeniden şekillenecek askeri yönetimin şimdiden kurumun içine ve dışına verdiği bir mesaj olarak da algılanabilir...

Yoksa ‘hukuk’ geçerli olsa, olup bitenin şimdiye kadar bin defa olmuş olması gerekirdi...

Ama bundan böyle ‘hukuk’ işleyecek ise, ona da amenna... En azından ‘orgeneral’ gözaltısını bundan böyle yadırgama dönemi aşılıyor, yargı karşısında herkesin eşit olduğu iddiası gerçekleşme zemini buluyor...

Ardında ne olursa olsun, demokrasi gerçekleşiyor...

***

Dışarısı...

Ya da dış dinamiklere gelince...

Türkiye bir NATO ülkesi...

Miloseviç Sırbistan’da Kosova halkına ‘egemenlik’ paravanının ardına sığınarak zulüm ettiğinde, halkı yönetimin elinden NATO uçakları kurtardı...

Çünkü Soğuk Savaş döneminin en kanlı aygıtı olan NATO, Sovyetlerin çöküşü ardından ‘stratejisini’ değiştirmiş, ‘demokrasileri korumayı’ da temel ilkelerden biri haline getirmiş durumda...

Bu ahval ve şeriatta, anti-demokrasi, anti-batı bir girişime neden göz yumsun?

Orta-Doğu’nun kan ve gözyaşı içinde çırpındığı bir dönemde...

İçe kapanmacı... Bürokratik ve devletçi...

Halkın hiç bir desteğini alamayacak olan ‘kurum dışına düşmüşlerin’ bir macerasına kim neden ve nasıl ‘evet’ diyecek?

***

NATO’nun güçlü omurgası ABD’nin yönetiminde...

Bir iki ay içinde İran’a saldırmak...

İran’a saldırırken de Türkiye’de kendine daha yakın bürokratik odaklar bulma arzusu içinde gittikçe etkisini artıran bir eğilim var ama bu ‘gözaltılara’ onlar bile sahip çıkmaz...

Onlar bu aranışları en azından ‘emekli zevat’ ile pişirmez...

Daha uzatmaya gerek yok...

Kısacası saha dışına atılmış ‘darbecilerin’ güç alacağı, dayanacağı bir zemin yok... İçerde de kalmadı, dışarıda da...

***

Darbe günlükleri... Darbeci siyasetçiyi...

Darbeci medyacıyı da deşifre ediyor...

Onların yaygarasını anlıyorum...

Ama sözüm onlara değil, iyi niyetle olup biteni anlamaya çalışana...

Ortada ‘çatışma’ yok... Tersine tam bir mutabakat var...

‘Huysuz ve inatçı obsesif darbecileri’ saha dışına atıp, onların peşinden ve izinden gitmeye hevesli olanlara da ‘ihtar’ çekme konusunda geniş bir mutabakat...

Sivil-asker ve içerisi-dışarısının oluşturduğu mutabakat...

Olup biteni okurken, yanlış olmasın...

Star, 4 Temmuz 2008

Mehmet Altan

05.07.2008


 

Milletvekilleri, savcılar kadar cesur olmalıdır

Ortada garip bir durum var. Darbe teşebbüsleriyle ilgili Meclis araştırma önergesine AK Parti, CHP ve MHP milletvekilleri imza vermiyor.

Nokta dergisinde yayınlanan “Sarıkız” ve “Ayışığı” kod adlı darbe teşebbüslerini Meclis’e getirmekte olan ÖDP Genel Başkanı ve İstanbul bağımsız milletvekili Ufuk Uras şaşkın. Nasıl şaşırmasın ki, demokrasi tarihimizde bir ilke imza atarak yola çıkmış, artık darbeler döneminin kapanması için Meclis’in devreye girmesini istiyor. Milletvekili olarak, sorumluluğu gereği, demokratik tavır sergileyerek medeni bir çaba gösteriyor, fakat DTP’li milletvekilleri dışında darbe karşıtı önergesini imzalayan yok. Hadi CHP’yi anladık. Ama MHP ve AK Parti’ye ne oluyor? MHP ki, 12 Eylül darbe döneminde, liderleri, kurucuları, idamla yargılandılar. Dünün darbe mağdurları, bugün neden sessiz kalıyorlar?

Hele AK Parti’nin tavrını anlamak hiç mümkün değil. Sarıkız ve Ayışığı darbeleri, Ufuk Uras’a karşı mı yapılacaktı? Darbe günlüklerini bütün AK Parti milletvekilleri lütfen okusunlar. İktidara geldikleri ilk günden itibaren nasıl düğmeye basıldığını, birilerinin işlerini güçlerini bırakarak sadece ve sadece AK Parti’nin iktidardan gitmesi için nasıl mesai harcadıklarını görsünler... Meclis’in gücünün farkında olmayanların, kendilerine emanet edilen millet iradesinin hakkını vermeleri asla mümkün olamaz. Türkiye’nin demokrasiden başka bir seçeneği yok. İşte Ergenekon soruşturması. Nihayet cesur savcılar çıkmış ve bu defa devlet içindeki hukuk dışı yapılanmalarla ilgili iddialar, halının altına süpürülmemiş. Susurluk için “fasa fiso” diyen başbakanların kırdığı cesaretleri, bugün de AK Parti yöneticileri, “konjonktür müsait değil” diyerek, geri durarak mı kıracaklar? Demokrasiyi savunmak, hiçbir zaman konjonktürel değildir. Hukukun üstünlüğü, milli irade ve özgürlükler her şart altında savunulmalıdır. Demokrasinin en büyük düşmanı darbelerdir. Türkiye’de Parlamento; Yunanistan’da, İspanya’da, Güney Kore’de gösterilen cesareti ve duruşu gösteremeyecek midir? Eğer bizim ülkemizde de darbe dönemlerinin kapanması isteniyorsa, darbecilerin cezasız kalmayacağını herkes anlamalıdır. Milletvekilleri, kendilerinden beklenen cesareti gösteremezse, kime ne demeye hakları var?

Meclis, kendi iradesini savunmalıdır. Meclis, gücünün farkında olarak milli iradeye sahip çıkmalıdır. Meclis, demokrasi konusunda yargıyı cesaretlendirirken, çetelerin cesaretini de kırmalıdır. Darbelerle ilgili Meclis araştırması açılması, Ergenekon üzerinden sürdürülen ve büyütülmek istenen kutuplaşmayı da azaltacaktır. Çünkü bu meseleye el atması gereken, tavır koyması gereken asıl merci, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Demokrasinin kurumsallaşması, demokrasi cephesinin güçlenmesine bağlıdır. Bir adım ileri, iki adım geri giderek demokrasi yokuşunda mesafe alınamaz. AK Parti, bu konuda üzerine düşeni ve kendinden bekleneni yapmazsa/yapamazsa, demokrasi cephesinin desteğini kaybedecektir. Bugün, demokratik reformların devam etmesi ve demokrasimizin olgunlaşması için elimize altın bir fırsat geçmiştir. Tereddüt etmek, ipe un sermek, telâfisi mümkün olmayacak kayıplar getirecektir. Statükonun devamını isteyenler şu an şaşkındırlar. Askeri kışkırtmak üzerine kurulu senaryoları zora girmiştir. Ancak, demokrasi cephesinin zaaf göstermesi onlara yeniden toparlanma fırsatı verecektir. Artık Türkiye’deki mücadelenin, demokrasi taraftarlarıyla, demokrasiyi engellemek isteyenler arasında olduğunu bütün dünya görüyor. Demokrasiyi, bürokratik vesayetten kurtarmak istiyorsak, milletvekilleri, savcıların gösterdiği cesareti göstermelidir. Meclis, bindiği dalı kesmemelidir...

Zaman, 4 Temmuz 2008

Hüseyin Gülerce

05.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Gezi Eki Pdf

Bütün haberler

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır