"Gerçekten" haber verir 17 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Derin devleti de aşan işler

Avukat Ceyhan Mumcu “Uğur Mumcu’nun kardeşi.” Ahmet Taner Kışlalı’nın “okul arkadaşı.”

Prof. Muammer Aksoy’un “avukatı.”

Prof. Bahriye Üçok’un “partidaşı” ikisi de SHP’de idiler.

Ceyhan Mumcu “bu 4 olayla... 4 davayla” yakından ilgilendi.

Senelerce “bu olayları bütün yönleriyle araştıran ve hala işin içinden çıkamayan” Ceyhan Mumcu ile uzun uzun konuştuk.

“Çok şey” anlattı.

Ve sonunda dedi ki:

- Bunlar derin devleti de aşan birtakım karanlık işler.

- Olayın ucu dış ülkelere uzanıyor.

- Bir büyük devlet patronluk yapıyor.

- O devlet başka bir devlete görev veriyor.

- Görevi alan devlet kirli işleri İslamcı görüntülü adamlara yaptırıyor.

- Böylece bir taşla birkaç kuş vurulmuş oluyor.

- Bu insanlar öldürülüyor... Onlardan kurtulunuyor.

- Türkiye’nin dış ilişkileri de etkileniyor... Senaryoya göre Türkiye ile İran’ın arası açılmak isteniyor ise bu oluyor.

Ceyhan Mumcu “çok şey biliyor.”

Hem de “inanılamayacak kadar.”

Soru:

Devletten davet edip, gel bildiklerini anlat diyen oldu mu?

Yanıt:

- Hayır... Olmadı... Danıştay saldırısını bile önceden öğrendim, gereken uyarıyı yaptım, yine davet edip nereden bildiğimi, neler bildiğimi soran çıkmadı.

***

Ucu nerede?

Mehmet Elkatmış “şu anda Meclis dışında.”

Meclis’te iken “Susurluk gibi... Faili meçhul cinayetler gibi... İnsan hakları gibi” konularla çok uğraştı.

Dün Elkatmış’a “Ergenekon’u” sorduk.

İlk tepkisi şu oldu:

- Soruşturma, araştırma, dava iyi bir başlangıç... Ama her şeyin aydınlanacağını da sanmıyorum.

- Neden?

- Bu işler bir yerde tıkanıyor.

- Ne zaman tıkanıyor?

- Ucu birilerine dokunacağı zaman.

Mehmet Elkatmış:

- Gidip MİT’in, Genelkurmay’ın Batı Çalışma Gurubu’nun ve saymadığım bazı yerlerin arşivine girip araştırma yapabiliyor musun? Hayır. Oralara resmi yazı yazıyorsun... Resmi yanıt geliyor. Ve herkes istediği gibi konuşuyor.

Soru:

- Yani gelen yazılar gerçeği söylemiyor mu?

Yanıt:

- Gerçeği söyleyenin, olup biteni ortaya çıkaranın başına çeşit çeşit işler geliyor.

Elkatmış bir anısını anlattı:

- Bazı insanlar fişleniyordu... Siyasetçiler, gazeteciler profesörler gibi... Gördüm ki karanlık bazı işler var... Aydınlatmaya çalıştık... Ama bir yere geldik tıkandık... İnşallah Ergenekon davasında sonuç alınır.

***

Karanlık bir hikâye

Bir varmış, bir yokmuş... TBMM’de “Faili Meçhuller Komisyonu” kurulmuş.

Komisyonun başkanı da bir hukukçuymuş:

Mehmet Elkatmış.

Şimdi “hikayemizi” anlatalım.

“Bazı kişiler” Elkatmış’a demişler ki:

- Şöyle bir hakim var.

- Çok yetenekli, çok becerikli.

- Her şeyi bilir, tuttuğunu koparır.

- Faili meçhul cinayetleri araştırma konusunda çok yardımcı olur.

- Başbakanlıkta da görev yapmışlığı vardır.

Bu hakimle ilgili olarak “o kadar çok kişiden” tavsiye gelmiştir ki Mehmet Elkatmış “olur” der.

“Bu kişiyi” çağırır.

Konuşur. Komisyonda “işe” başlatır.

Komisyon çalışmaları sırasında “yeni elemanlara” ihtiyaç olur.

Elkatmış “Adalet Bakanlığı’na” yazı ile başvurur:

- Komisyonumuzda görev yapmak üzere iki hakim tahsis edilmesini saygılarımla arz ederim.

Bir süre sonra bakanlıktan yanıt gelir:

- Kusura bakmayın hakimlerin böyle işlerde görevlendirilmesine hukuken imkan bulunmamaktadır.

Mehmet Elkatmış’ın kafasında “sorular uçuşmaya” başlar:

- Daha önce bir hakimi göreve başlattık, kimse bir şey demedi.

- Şimdi bakanlıktan hakim istiyoruz, vermiyorlar.

- Yoksa bilmediğimiz bir şeyler mi var.

Neyse, komisyon çalışmalarını yürütür.

“Çok kişinin tavsiye ettiği hakim” bir gün Elkatmış’a gelir:

- Efendim izninizle Amerika’ya gidiyorum.

- Niçin?

- Davet aldım... Faili meçhulleri araştıracağım.

Elkatmış’ın zaten karışık olan kafası daha da karışır.

Aradan bir süre geçer.

İstanbul’da “bir trafik kazası” olur.

Ve “Faili Meçhul Komisyonu’nda görev yapan hakim” faili meçhule gider. Öldüğünde üzerinde “çekler, senetler” vardır.

Dün Mehmet Elkatmış bize bu olayı “isimli, resimli, tarihli, ayrıntılı” anlattı ve dedi ki:

- Bende jeton sonradan düştü.

- Birileri, bu hakimi özellikle içimize sokmuştu.

- Zaten komisyonda ne olup bitiyorsa, bazı yerlere sızıyordu... Ben de nereden sızıyor diye merak ediyordum.

- Biz komisyon olarak karanlık iş ve ilişkileri araştırıyorduk... Ama sonradan öğrendim ki karanlık iş çevirenler devlet içindeki bir adamlarını bizim içimize yerleştirmişler.

Sabah, 16.7.2008

Yavuz Donat

17.07.2008


 

Bırakın etkilensinler…

Bir kural, ister yasa, ister anayasa maddesi, ister tüzük ya da yönetmelik hükmü olsun; sürekli ihlal ediliyorsa, hemen hemen hiç uygulanamıyorsa, durup düşünmek lazım; acaba yanlışlık kuralın kendisinde mi, diye…

Yargıya intikal etmiş davalara uygulanan yayın kısıtlaması konusu da böyle. Mutlaka yakından bakılması ve irdelenmesi gereken bir yasak…

Soruşturma sürecinde, delillerin korunması ve zanlıların kaçmasının engellenmesi, hazırlık soruşturmasının zarar görmemesi açısından konan yasağı dışında tutarak söylüyorum; bugünlerde pek sık hatırlatılan bu yasak hem anlamsız görünüyor bana, hem de imkansız…

İmkansız, çünkü mahkeme heyeti üyeleri de sosyal çevreleriyle, siyasi çevreleriyle bu toplumun bir parçası ve onları her türlü dış etkiden izole etmek -istediğiniz yasağı koyun- zaten imkansız.

Anlamsız; çünkü mahkeme heyetini toplumda yapılmakta olan tartışmalardan izole etmek, onları fakirleştirmek; onları, işlerini yaparken toplumda sürmekte olan zengin tartışmayla beslenmekten mahrum etmek demek.

Zaten çok sesli bir basının varlığı söz konusuysa, bu etkilenme de tek yönlü değil, çok yönlü olacaktır (şu anda Türkiye’deki gibi) Yani, davanın bütün boyutları basında her yönüyle tartışılacak, herkes kendi bulunduğu noktadan eleştirecek, dolayısıyla her türlü görüş ve eleştiri ortaya dökülecektir. Ve bütün bu görüş ve eleştiriler, savcıyı da, mahkemeyi de elbette etkileyecektir. Ben böyle bir etkilenmenin bir hakimin kendi –belki de- katılaşmış bakış açısı, ön yargıları ya da fikri angajmanları ile baş başa karar vermesinden daha olumlu olacağını düşünüyorum.

Hepimiz, bütün fikir oluşturma süreçlerimizde kendi dışımızdaki çevrelerle iletişim içine giriyor, bu iletişim süreci içinde etkileniyor ve etkiliyor, sonuçta ne kadarı bizim, ne kadarı başkalarının olduğunu asla bilemediğimiz fikir üretimleri yapıyoruz.

Mahkeme heyetlerini eğer önlerindeki yasaların mekanik uygulayıcısı olan teknisyenler olarak görmüyorsak, hukuk teorisini ve tekniğini bildikleri kadar sosyoloji, siyaset ve tarih de bilen fikir üreticileri, yorumcular, içtihat yaratıcıları olarak görüyorsak kararlarını tamamen izole bir şekilde, kimseden etkilenmeden almalarını beklemenin hayal olduğunu da biliriz.

Bunları genel olarak, bütün ülkeler ve bütün davalar için söylüyorum.

Ama bir de Türkiye’ye gelirsek, basının sürmekte olan davalara “burnunu sokması” çok daha hayati bir önem taşıyor. Çünkü basın tarafından deşifre edilmeyen hiçbir “derin” faaliyet, savcıların gündemine gelemiyor. Tersten söylersek, savcıların paçaları ancak basın olayın ipliğini pazara çıkardıktan sonra tutuşuyor.

Bunun sayısız örneği var. Ama biz sadece şu önümüzdeki davaya bakalım. Nokta Dergisi’ne yollanan Darbe Günlükleri’nin Nokta’ya gelene kadar devletin bütün üst katlarını dolaştığını; neredeyse herkes tarafından bilindiğini, ama Nokta’da yayınlanana kadar kimsenin gıkını çıkarmadığını biliyoruz. Yine, bugün önümüzde olan Ergenekon adlı yapılaşmanın şemasının, bundan beş yıl önce MİT tarafından bütün devlet yetkililerine gönderildiğini, yani bu yapının varlığını ve yediği haltları halkımız dışında bütün devletin bildiğini de öğrenmiş bulunuyoruz.

Şimdi, beş yıldır bütün bu bilgilere sahip olduğu halde kıllarını kıpırdatmayanlar, olayı açığa çıkaran basını “bilgi kirliliği” yaratmakla suçluyor; “basın sussun, söz yargının” diye sözde yargının tarafsızlığını sağlamaya çalışıyor.

Eğer sizin o “bilgi kirliliği” adını koyduğunuz cesur yayınlar olmasaydı, Ergenekon denen örgütle ilgili bilgilerin ilelebet devletin gizli arşivlerinde uyuyacağını, klikler arası güç savaşlarında şantaj unsuru olarak kullanılmaktan başta işe yaramayacağını bilmiyor muyuz?

Özetle söyleyecek olursak, özellikle bizde, yürümekte olan davalarla ilgili yayın kısıtlamaları, zaten basının çabalarıyla zar zor açılmış davaları kamuoyunun gözünden ve vicdanından kaçırmak için kullanılıyor. Kamuoyu bilgisiz ve dolayısıyla ilgisiz bir halde köşesine çekildi mi, dava önce usulünce soğutulup bir müddet sonra da sessizce “öldürülüyor”. Basının böylesi önemli davalarla ilgili yayın yapması ise, davanın sağlıklı ilerlemesini engellemiyor; aksine davanın kamuoyuna mal olmasını sağlayarak hasır altı edilmesini imkansızlaştırıyor ve bir bakıma davayı kurtarıyor.

Şu günlerde bazılarının Ergenekon Davası’nın aslına gösterdikleri ilgiden çok daha fazlasını “kim sızdırdı” meselesine göstermeleri de bundan olsa gerek…

Bugün, 16.7.2008

Gülay Göktürk

17.07.2008


 

‘Altın çocuk’ Özden Örnek üzüntüden denize bile giremiyormuş!

Tam ÖSS şampiyonlarının ‘Birinc! Birinc!’ arsızlığından, skorculuğun iyi bir şey olmadığından dem vurmuştuk ki, Özden Örnek’in böyle bir hasleti de olduğu ortaya çıktı: Meğer okulunun, kursunun daima birincisiymiş!

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın eşi Sevil Örnek pek sitemkâr: “Eşim, okulunu ve katıldığı kursları hep birinciliklerle bitirmiş, Deniz Kuvvetleri’nin altın çocuğu, elektronik beyni diye nitelendirilen Özden Örnek, yazılanlar, söylenenler karşısında bugün perişan durumda.”

Bu üstün insanlar, sadece uzun boylu, geniş omuzlu, Kosla’lı beyaz, tercihen renkli gözlü olmakla kalmıyor, sınıf birincisi de oluyorlar hep işte böyle. Okul birincisi. Tüm kursların birincisi. Altın çocuk. Elektronik beyin. Einstein kafa. Platin dâhi.

O yüzden zaten, çok doğal olarak bizim iyiliğimizi bizden daha iyi, bu toplumun geleceğini herkeslerden daha mükemmel biliyorlar. En müstesna biliş onlarda, onlardan gayrı kim ne bilecek? Hele ki okul birincisi olmayanlar, hızlı koşamayanlar, stil yüzemeyenler... Güldürmeyin.

Bir altın çocuk, bir elektronik beyin, bir deniz gözlü dev, bir sırım gibi or, bunlar hiç “14 yaşından beri hizmet ettiği ülkesi” için yanlış kararlar verebilir mi, ülkenin kötülüğünü hele isteyebilir mi, onun iyilik sandığı/sunduğu aaa kötülükmüş meğer, olabilir mi? Tarafmış, çıkarmış, pozisyonmuş, bunlar hiç karışabilir mi? Haşa. Ne yaptıysam senin iyiliğin için yavrum...

Sonra takdir edeceklerine, minnet duyacaklarına, üstün hizmet madalyası takacaklarına, ne o alt tarafı bir hatıra defterciği, bir darbe günlükçüğü çıktı diye “iftira” etsinler, “çamur” atsınlar...

Denize bile giremeyecek kadar moralini bozsunlar...

“Denizi çok sevmesine, yaşamı denizlerde geçmesine rağmen mütevazı yazlığımızda denize bile girmiyor” diyor Sevil Hanım, Özden Örnek’in nasıl da dünyaya küstüğünün ölçüsünü verirken.

Alt tarafı darbeci diye, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin o üç denizini de evinin küveti bilen birinin, sen gel mütevazı yazlığın tadını çıkaramayacağı kadar tadını kaçır. Çık çık çık.

Radikal, 16.7.2008

Nur Çintay A.

17.07.2008


 

Türkiye’nin Soros’u!

Kemal Unakıtan ilginç bir politikacı. Dünya yıkılsa onun gündemi hiç etkilenmiyor. Türkiye dışındaki tartışmaları, endişeleri önemsemiyor. Dünya, küresel ekonomik kriz korkusuyla kabuslar görürken o hiçbir şey yokmuş gibi davranabiliyor. Dünkü açıklamasını okurken millete umut vermekle gerçekleri görmek arasında gidip geldim.

Dağdaki çobandan finans uzmanına kadar bütün Türkiye ve dünya yaklaşan bir kasırgadan söz ediyor. Bir çok ülkede olağanüstü önlemler alınıyor. Küresel finans sisteminin tıkandığından söz ediliyor. Yeni bir ekonomik sistem arayışı gündemde.

Dev bankalar çöküşün eşiğinde, bazı finans kurumları şimdiden battı. Avrupa ve ABD, çöküşlerini önlemek için sermayeye yön veren kurumlara yüz milyarlarca dolar aktarıyor. ABD ve Avrupa merkez bankaları arasında çözüm konusunda kıyasıya bir kavga yaşanıyor. Mortgage krizi ile başlayan dalganın üretime kadar genişleyeceği, enerji ve gıda üzerinde büyük krizlerin yaşanabileceği, bu durumun bir çok ülkenin mali olarak çökmesine yol açabileceği endişesi var.

Krizin Türkiye ile doğrudan ilgisi yok. Bu, gelişmiş ülkelerin krizi. Yani dünya ekonomisini yönetenlerin krizi. Dolayısıyla Türkiye’nin ekonomi politikalarıyla algılanabilecek bir durum yok ortada. O zaman gerçeği kabullenmek gerekiyor. Çünkü şu anki durum bir çoklarına göre, 1936’ların dünyasını hatırlatıyor ve yeni bir dünya savaşına yol açma ihtimali ortada. Çünkü olay sadece ekonomik değil. Siyasi ve sosyal sonuçları çok daha vahim olabilir.

Hal böyleyken Maliye Bakanı Kemal Unakıtan: “Bazı kişiler kehanette bulunuyorlar. Bakan olduğumdan beri bunları dinliyorum. Her gün kriz çıkarıyorlar. Kriz miriz yok” diyor.

Bu cümleler, kriz tartışmalarını bir iç politika malzemesine dönüştürüyor. Olabilir, böyle bir boyutu var. Ama tartışma Türkiye’nin gündelik iç tartışmalarının çok ötesinde. Biz bunu yukarıdaki sözlerle algılarsak büyük hata edeceğiz. Unakıtan’ın sözlerini küresel kriz konusunda iyimserlerinkine benzetsek bile konuyu açıklamıyor. İyimserlerin bile umut dışında yaptıkları, yapabildikleri hiçbir şey yok görünüyor. Karamsarlar ise dehşet senaryoları yazıyor.

Unakıtan bu sözleri söylerken Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, bakın ne diyor: “Dünya belki de 1930’lardan bu yana en şiddetli krizden geçiyor. Global enflasyon yüzde 3.5 iken önümüzdeki yıl bu oran 6’lara yükselecek. Bir çok ülkede enflasyon ikiye katlanacak. Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, daha önce hiç haritalandırılmamış, politikası belirlenmemiş bir dönem bu…”

Şişmek, Türkiye’nin durumunun hiç de kötü olmadığını ekliyor. Bunda gerçeklik payı var. Çünkü kriz, gelişmiş ekonomileri vururken gelişmekte olan ülkelerdeki etkisi daha farklı. Hem olumsuz etkileyecek hem de yeni fırsat kapıları açacak…

Unakıtan bunları söylerken dünyanın en büyük spekülatörü George Soros, bakın ne diyor: “Hayatımda gördüğüm en büyük mali kriz. Bu sadece mali kesimi değil, ekonominin genelini de yakından ilgilendiriyor. Krizin reel ekonomiyi etkilemeyeceğini düşünmek sadece bir rüyadır. Kriz yavaş yavaş geliyor ama ne kadar yavaş gelirse etkisi de o kadar çok olacak..” Ona göre bu son 75 yılın en büyük krizi. Tam da bu sırada, ABD’de dört büyük bankanın daha batmak üzere olduğuna dair söylentiler artıyor.

Soros, spekülatör, iyi niyetli olmayabilir. Sözüne güvenilmeyebilir. Sermayenin krizden kazanma hesapları çerçevesinde konuşabilir. Ama sadece o değil ki.. Amerikan ekonomisiyle ilgili söz söyleme ehliyetine sahip herkesin üzerinde ittifak ettiği şeyler var. Unakıtan bunları da mı kehanet olarak değerlendirecek!

Gerçekleri anlama çabası için sadece ekonomik veriler yetmeyebilir. Biraz da dünyanın içinde bulunduğu siyasi kriz ortamını anlayabilmek lazım. En azından neler olduğuna bakmak lazım. Soğuk Savaş sonrası nasıl bir değişim yaşanıyor, küresel iktidar çatışmalar üzerinden nasıl şekilleniyor, Ortadoğu/Avrasya hattında zemin nasıl kayıyor, enerji üzerinde ve jeopolitik gerilim nerelerde nasıl patlıyor, nasıl bir 21. yüzyıla doğru ilerliyoruz, izlenmeli. Çünkü tartışılan kriz sadece ekonomik değil. Tek boyutu bu değil. Siyasi, sosyal ve kültürel çatışma boyutu çok önemli bir yer tutuyor.

Kehanette bulunanları bilmiyorum ama ben bu süreci yakından izlemeye çalışıyor, her gelişmeyi izliyorum. Hiç de Unakıtan’ın anladığı gibi değil. O adeta Türkiye’nin Soros’u gibi konuştu. Ama krizi hafife almak yerine millete ne yapması gerektiğini söylese daha isabetli olurdu. Sözlerine hiç inanmıyorum. Yine de haklı çıkmasını umarım. Çünkü aksinin ne olduğunu az çok kestirebiliyorum…

Yeni Şafak, 16.7.2008

İbrahim Karagül

17.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır | Site yöneticisi | Editör