"Gerçekten" haber verir 29 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Eğitim

“Yaşayarak öğrenmek, bedeli en yüksek öğrenme biçimidir”

Üniversitenin yaz okuluna devam eden öğrenci, yüzünde yılgın bir ifadeyle kitapları sehpanın üzerine fırlatıp, odasına doğru ilerledi. Oğlunun bu tavrını beğenmeyen babası onu yanına çağırdı: “Nasılsın delikanlı? İnsan içeri girince bir selâm verir, yoksa derslerin iyi gitmiyor mu?” Genç önce bir süre etrafına bakındı, sonra kekeledi: “Derslerde çok sıkılıyorum. Bir sürü gereksiz konu anlatıyorlar. Hayatım boyunca bir daha ihtiyacım olmayacak şeyler için saatlerce kafa yoruyorum…”

Babası elindeki televizyon kumandasını kenara bıraktı ve eliyle koltuğu işaret edip oğlundan oraya oturmasını rica etti. Sonra olduğu yerde doğrularak, elini oğlunun omuzuna koydu: “Her gün onlarca yeni şey öğreniyoruz ve bu bilgilere ne zaman ihtiyacımız olacağını bilmiyoruz. Okulda ilk öğrendiğimiz ünitedeki konular, sonrakileri de öğrenince anlam kazanır. Sürücü kursunda öğrendiklerimiz araç kullanırken işimize yarar, ilk yardım bilgileri acil durumlarda, matematik neredeyse hayatımızın her anında… Elimizde bize geleceği gösterecek bir küre yok ve biz gelecekte başarılı olmak için hiç usanmadan okuyor ve öğreniyoruz…”

Genç, sehpanın üzerindeki kitaplarını toplarken hangi bilgilerin gerekli olduğunu yeni baştan ve başka bir açıdan anlamaya çalışıyordu… Öğrenme sadece akademik nitelikte kurgulanmış bir konunun, ilgili yaşantılar yoluyla edinilmesi gibi dar kapsamlı bir faaliyet değildir. Belli bir dili konuşmayı öğrenmek, alışkanlıklar ve tutumlar edinmek, hatta bütün kişilik özelliklerini kazanmak öğrenmenin ürünleridir. Aynı şekilde rol örüntülerinin benimsenmesi, akıl yürütme stratejilerinin kazanılması gibi pek çok kavram da öğrenme ile ilişkilidir (Aydın, 2000).

Organizma hayatını sürdürebilmek için, çevreye uyum sağlamada etkin olmak ve değişken çevrelerde ihtiyaçlarını gidermek durumundadır. Organizmaya bu esnekliği öğrenme süreci sağlar. Hiçbir canlı, temel ihtiyaçlarını karşılamak için çevresinden nasıl yararlanacağını öğrenmeksizin uzun süre yaşayamaz. O halde öğrenme, organizmanın ya da bireyin çevreye uyumunda temel bir araçtır (Senemoğlu, 1998).

Öğrenmek kişiye ne acı ve ne de yoğun sıkıntı vermelidir. Ancak bu durum, öğrenmenin her zaman eğlenceli ve renkli olduğu anlamına gelmez. Öğrenmeyi davranışların değişmesi şeklinde tanımladığımıza göre, davranışlarımızı değiştirmemize sebep olacak bir amacımız da olmalıdır. Bazen bizi başarıya taşıyacak noktaya ulaşabilmek için çok çaba harcamamız, yıpranmamız, fedakârlık yapmamız gerekebilir. Bütün bu aşamalar, elde ettiğimiz başarının değerini daha iyi anlamamıza ve kat ettiğimiz yolu görebilmemize imkân sağlar.

Bir başka önemli nokta da işler iyi gitmediğinde nasıl davranmamız gerektiğini bilmektir. Birey böyle durumlarda soğukkanlılığını kesinlikle kaybetmemeli ve duruma en uygun planlamayla çıkış yollarını aramalıdır. Zor şartların düzelmesi zaman alabilir ama süreci en iyi şekilde yönetmeye çabalayan birey, en sonunda istediği neticeyi elde edecektir. Yazımızı bir öyküyle tamamlayalım:

Bir gün Napolyon düşman askerlerinden kaçarken, bir bakkal dükkânına girmiş. Bakkala hemen kendisini saklamasını emretmiş. Bakkal da Napolyon’u müsait bir yere saklayıp, biraz sonra gelen düşmanları da; ‘Az evvel biri koşarak şu tarafa kaçtı’ diye savuşturmuş. Nihayet biraz sonra Napolyon’un muhafızları yetişmişler. Bakkal ömründe bir daha karşılaşamayacağı Napolyon’a sormuş: ‘Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu?’

Napolyon birden öfkelenmiş: ‘Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçercesine konuşabiliyorsun?’ diye bağırmış. Hemen askerlerine, adamcağızı kurşuna dizmelerini emretmiş. Askerler bakkalın gözünü bağlayıp, karşısına dizilmişler. Mermiler namlulara sürülmüş, artık ‘ateş’ emri verilecek... Adamcağız içinden, ‘ah, ne yaptın sen? Şimdi ölüp gideceksin’ diye düşünürken, arkadan bir çift el uzanmış, gözündeki bağı açmış. Karşısında Napolyon varmış. Tek cümleyle cevaplamış Napolyon: ‘İşte böyle bir duygu!’ Yaşayarak öğrenmek, bedeli en yüksek öğrenme biçimidir…’

Mutlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle…

Mustafa OĞUZ

29.07.2008


Kendini fark et

Her insan sevgi, şefkat, ümit, inanma, korku, cesaret, merhamet gibi duygularla birlikte yaratılmıştır. İnsan bu duygularla hayatını devam ettirir. Hayatın mânâsını idrak edip, yaratılış sırrına ermek ve bunun gereğini yerine getirmek için, bu duygularını inançlarının doğrultusunda kontrol etmesi ve yönlendirmesi gerekir. İmanî kimlik bakış açısıyla şekillenen duygular insanın, gerçek mutluluk olan ruhî mutluluğu yakalamasını sağlayacaktır. Bu bakış açısını kazanmanın ilk yolu kendini tanımak ve kendi gerçekliğinin farkında olmaktır. Kendini gerçek mânâda tanıyan, varlık sebebini bilen, yaratılış sırrını kavrayan birey, bu anlayış ve kavrayış sonucu kendisiyle birlikte her şeyi yaratan Cenâb-ı Allah’ı da tanımış olacaktır. Bizi biz yapan, insan olmamızı sağlayan, varlığımızı ortaya koyan değerler olan sevgi, ümit ve inancın ışığında kendimizi tanıyarak, kendi gerçekliğimizi bilerek O’nu tanıyabiliriz ve tanıtabiliriz.

Sevgi; bizi yoktan var edip, çeşitli duygular, zihinsel beceriler ve fiziksel donanımlar açısından mükemmel bir şekilde yaratan, nimetleri ve ikramları ile kâinat sofrasına bizi muhatap kılan, sonsuz bir hayatı bahşeden, sonsuzluk yurdunun ve bütün yaratılanların sahibi, hadsiz rahmet, muhabbet ve şefkati ile kendisini sevdiren, kendisini sevenleri sevdiğini rahmet eserleri ile gösteren Allah’a karşı gösterilmesi için bizlere verilen bir duygudur. Yaratılışımızdaki mükemmellik ve muhatabiyet noktasındaki varlığımız ile muhatap kılındığımız nimetler, Rabb-i Rahim’in bize karşı olan sevgisini göstermektedir. Bu sevgi bağının kopmaması için bizlerde muhabbetimizi O’na çevirmeli, kulluğumuzu ve iman noktasında sorumluluklarımızı yerine getirerek bunu göstermeliyiz.

Sahip olduklarımızın O’nun rahmet elinden çıkan ikramlar olduğunu düşünerek, esmasına lâyık, kemal ve cemaline ayna olacak kulluk yaşantısıyla bu muhabbete karşılık vermeliyiz. Bu şekilde hayatına bir perspektif getiren birey, Allah’ın yarattığı her şeye sevgiyle yaklaşır, yaratılan her şeyin O’nun rahmet elinden geldiğini bilir ve hayatında sevgiden gelen muhabbeti kendi iç dünyasında hisseder ve yaşar. Bu muhabbete ve sevgiye halel getirmemek için yaşantısında daha ölçülü hareket eder, insanların ve yaratılan her varlığın hukukuna saygı göstererek, onları Allah’ın en güzel isimlerini anlamak ve yorumlamak için yaratıldıkları hakikatiyle tefekkür noktasında hayatına yeni pencereler açarak, var olan karanlık perdeleri bir bir kapatır.

Sevgi ile kuşanmış bir hayat yolculuğunun neden, nasıl ve niçinlerini idrak ederek yaşamak, mutluluğu meyve verecektir. Soruların ağırlığından sıyrılmış, cevapları hayata geçirmenin ruhta oluşturduğu manevî haz ile mutlu etmenin, mutluluğun, sevmenin ve sevilmenin, merhamet ve şefkatin, korku ve ümidin mânâlarını ders alıp hayatına geçirecektir..

Cenâb-ı Allah’ın mevcudatı yaratmadaki en önemli maksadı, esması vesilesiyle kendini tanıttırmak, sevdirmek, yarattıklarının sevgi ve minnetlerini almaktır. Cenâb-ı Allah şefkatiyle terbiye ederek muhabbetiyle bizleri ödüllendirmektedir. Şükrün vesile olduğu bağlılık ve muhabbetin neticesinde, kendi zatına ve O’nun zatında yarattıklarına muhabbet edip ve varlık sebebimiz olan ibadetimiz, niyaz ve duâmızla verdiği rızklara, ikramlara, nimetlere şükreden hidayet ehlinden olup ebedî saadetin gerçek menziline lâyık kullar olabileceğiz.

Âlemde halk ettiği güzelliklerle muhabbete lâyık, kemal ve cemal sahibi sonsuz sevilmeye ve aşka lâyık, sıfatları, esması ile kendini tanıtan ve sevdiren Rabbi Rahim’in lütuf ve ihsanlarının mânâlarını ders alan, O’nun sevgi ve rızasını kazanan kullardan olabilme ümidiyle..

Osman AKTAN

29.07.2008


Dikkat eksikliği sendromu nedir?

Çocuğun, hayatının her anını etkileyen nörobiyolojik bir bozukluktur. Çocukların % 5'inde görülür.

Her sınıfta ortalama bir ya da iki öğrencide görülür. Değişik isimlerle anılmakla birlikte, 1900’lü yılların başlarından beri tanınan bir sendromdur. Günümüzde yaygın olan adları, Dikkat Eksikliği Sendromu ve Dikkat Eksikliği Sendromu ile Hiperaktivite Sendromudur. Dikkat Eksikliği Sendromu olan ve olmayan bireylerin beyinlerinin kimyasal metabolizmaları arasında farklılıklar belirlenmiştir. Dikkat Eksikliği Sendromu, her çocukta kendisini değişik olarak gösterir. Dikkat Eksikliği Sendromu olan bütün çocuklar, dikkatlerini yoğunlaştırmakta ve başladıkları işleri bitirmekte zorlanırlar. Bu zorluğun yoğunluğu çocuklar arası değişiklik gösterir. Ders dinlemenin ve yazıları tamamlamanın gerekli olduğu okul hayatında sorunlar baş gösterir. Okul ödevleri yapılmaz ya da tamamlanmaz. Dinlemekte ya da direktiflere uymakta zorluk yaşanır. Çevredeki en ufak olaylarla ya da kendi düşünceleri ile kolayca dikkati dağılır.

Bu sendrom için ne tıbbî, ne nörolojik, ne de psikolojik tek bir test vardır. Dikkat Eksikliği Sendromu olan çocukların % 30' unda hiperaktivite yoktur. Onların ana sorunu dikkatlerini toplayamamak ve konsantre olamamaktır. Genellikle “uyurgezer” görünümünde, sessiz, uyuşuk ve aşırı duygusaldırlar. Dikkat Eksikliği Sendromu olan çocukların çoğu ise hiperaktif, düşüncesizce davranan ve organize olamayan bireylerdir. Genellikle, sürekli kıpırdanırlar ve vücutlarının bir parçası sürekli hareket halindedir. Bir yerde oturamazlar. Eşyalarını unuturlar ve kaybederler. Başladıkları işi bitirmeden bir diğerine başlarlar. Müdahaleci ve rahatsız edicidirler. Sıra bekleyemezler. Cevapları soruları beklemeden ağızlarından kaçırırlar. Düşünmeden tehlikeye atılırlar. Normal faaliyetleri “sıkıcı” bulurlar (hiperaktif.org)

29.07.2008


EĞİTİM AJANDASI

II. İzmir Uluslararası Özel Eğitim ve Otizm Sempozyumu

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü ve Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı ile ODER’in (Otistik Çocukları Koruma ve Yönlendirme Derneği) işbirliği çerçevesinde gerçekleştirilecek, hem bilimsel, hem de sosyal yönden zengin muhtevalı sempozyum 23-25 Ekim 2008 Altınyunus Hotel / Çeşme, İzmir’de. Konferans ve Panel konularından bazıları şöyle: Otizmde Son Nörobiyolojik Gelişmelerin Değerlendirilmesi, Otizmde Yürütücü İşlevler, Yaygın Gelişimsel Bozukluklarda Sosyal Biliş, Erken Çocukluk Döneminde Otizmin Ayırıcı Tanısı, Erken Ayırıcı Tanıda Psikometrik Değerlendirme, Otizmin Genetiği ve Aile Danışmanlığı, Özel Eğitim Yönetmeliği ve Son Düzenlemeler, Asperger Sendromu, Eğitimde İstismar… Kayıt, konaklama hakkında detaylı bilgi ve sempozyum programı için www.otizm.org/sempozyum/index.html adresinden bilgi alabilirsiniz.

İstanbul Kitap Fuarı 1 Kasım’da başlayacak

27. İstanbul Kitap Fuarı, TÜYAP ve Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından 1-9 Kasım 2008 tarihleri arasında düzenlenecek. “1968-40 Yıl Önce, 40 Yıl Sonra” temasıyla bu yıl kapılarını 27. kez açacak olan İstanbul Kitap Fuarı’nın “Onur Yazarı “ Füruzan olarak belirlendi. Beylikdüzü TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilecek fuar süresince Füruzan’ın edebî kişiliği, eserleri üzerine söyleşi ve panellerin yer aldığı faaliyetler düzenlenecek. İstanbul Kitap Fuarı, yaklaşık 550 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla, ARTİST 2008/18. İstanbul Sanat Fuarı ile eş zamanlı gerçekleştirilecek.

8. Ulusal Fen Bilimleri ve Matematik Eğitim Kongresi

8. Ulusal Fen Bilimleri ve Matematik Eğitimi Kongresi 27-29 Ağustos 2008 tarihlerinde, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nce gerçekleştirilecek. Kongrenin amacı, eğitim düzeylerinde fen bilimleri ve matematik eğitiminin; araştırma, kuram, sorunlar, yenilikler, uygulamalar, teknoloji, politikalar, yeterlikler ve standartlar gibi boyutlarda tartışmak, bilgi ve deneyimleri paylaşmaktır. Kongrenin alt konuları şöyle: Fizik Eğitimi, Kimya Eğitimi, Biyoloji Eğitim, Fen ve Teknoloji Eğitimi, Matematik Eğitimi, Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri, Çevre Eğitimi, Fen Bilimleri ve Matematik Alanlarında Öğretmen Yetiştirme. Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Kongre Merkezi’nde düzenlenecek olan kongreyle ilgili ayrıntılı bilgi için http://www.ibu.edu.tr web adresini ziyaret edebilirsiniz.

29.07.2008


SÖZÜN ÖZÜ

Bugünün kıymetini bilin

Hayatımız boyunca attığımız 5 topla oynanan oyun olduğunu düşünelim: Bu toplar; işimiz, ailemiz, sağlığımız ve benliğimizdir. Bu 5 top içinde bir tek işimiz lastik bir toptur. Düşürürsek zıplatabiliriz. Ancak diğer 4 top camdan yapılmıştır. Düşerse kırılır, yerine konulamazlar. Bunu fark etmeli ve hayatımızı bu dengeye göre kurmalıyız. Oysa hepimiz o ilk lastik topu tutabilmek uğruna diğerlerini kırıp dökmüyor muyuz?

Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın. Sıkıca asılın onlara, tıpkı hayata asıldığınız gibi… Çünkü onlarsız hayat da anlamsızdır. Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın. Hayatı bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

Dün tarih oldu… Yarın bir sır… Bugünün kıymetini bilin.

29.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır