"Gerçekten" haber verir 13 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

S. Bahattin YAŞAR

Sonuç, çabanız kadardır



İnsan şükürle güzelleşiyor

‘Çok şükür verdiğine’, ‘O’ndan gelen her şey güzeldir’ anlayışı içerisinde yaşayan insanlara ne mutlu. Tevekkül hali, hayatın güzel yüzüne kapı açıyor. Mûsibet bile böyle bir bakışla insana gülümser hale geliyor. Kulluğun idrakinde olmak, insana yakışıyor. İnsan şükürle güzelleşiyor, hamdla olgunlaşıyor.

İnsan, kullukla ‘insan’laşıyor.

Gayr-ı memnunlar, memnunları sevmiyor

Hayatından şikâyetçi olan çok insan var. Şikâyette zengin, şükürde fakirleşmiş insanlar. Yaşamaktan, varlığından, eşinden, çocuklarından, komşularından, toplumdan, dünyadan, dünyadakilerden şikâyetçi olanların sayısı ciddî boyutlarda.

İlginç olan da şu; memnuniyet hali içerisindeki insan garip karşılanıyor.

“Çok şükür”, “verdiğine şükür”, “vardır bir hayır”, “ne gelirse O’ndandır”, “Hayırlısı olsun”, “hasbünallah ve niğmel vekil”, “mûsibet adres şaşırmaz ve her mûsibet çiçeklerle gelir” anlayışı içerisinde olan ve içinde ‘inanç’ taşıyan hayat hali, ‘bu zamanda, böyle insan!’ denilecek hale gelmiş.

Yani insanların pek çoğu memnuniyetsizliğe alışmışlar. Gayr-i memnunlar, memnunların memnuniyet halinden bile rahatsızlar. Her şeye karşı şikâyet taşıyanlar, istiyorlar ki, herkes, her şeyden şikâyetçi olsun.

Her anlayış, insanları kendine benzetmeye çalışıyor. Benzedikçe de mutlu oluyorlar. Mutsuzlar, mutluları; şikâyetçiler, memnunları; olumlular, olumsuzları sevmiyorlar.

Biline ki, gayr-i memnunların sayısının artması, bir alarm konusudur. Çünkü en büyük tehlike budur. İçinde olduğu nimetlere kör insanlarla birlikte yaşamak, tam bir huzursuzluk halidir.

Memnun olmayan insan, kendisini memnun edecek her türlü adımı atmakta kendini haklı görür. Memnun olmamaya alışan bir insanın da ‘memnun’ edilmesi adeta imkânsızdır. Bu bir hastalık halidir.

Oysa insan, memnun ve mutlu olabilmek için kendisinden aşağıya bakmalıdır. Sürekli kendisinden yukarılardakilere bakan insanın mutlu olması mümkün değildir. Çünkü elinde olanların kıymetini bilmeyen, elinde olmayanların hayaliyle yaşayacaktır. Bu hal de, şükürsüzlüğü netice verecektir.

Şükür, varından şikâyetçi olmamaktır. Bu hal nimetin ziyadeleşmesini netice verir. Şükürsüzlük ise, olanı da görmemektir. Bu da, nimetlerin iyice çekilmesine, tükenmesine sebeptir.

Sonuç, çabanız kadardır

Şikâyetçi oluyoruz da, şikâyetçi olduğumuz unsurların ortadan kalkması için ne yapıyoruz? Sadece şikâyetçi olmak, sorunun bir parçası haline gelmektir. Herkes bir şeylerin olmasını ya da olmamasını istiyor. Peki ‘olması’ istenenlerle, ‘olmaması’ istenenlerin; ‘olması’ veya ‘olmaması’ için neler yapmak gerekiyor?

Kimse bunu sorgulamıyor.

Oysa, elde edilen sonuç, ortaya konulan çaba kadardır. Yani şikâyetçi olunan unsurların ortadan kalkması için yeterli bir çabamız yoksa, ortaya çıkan sonuca şikâyetçi olmaya hakkımız da yok demektir.

Hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey olmaz.

Evet, sonuç, insanın çalıştığı kadardır. Bütün sonuçlara ulaşanlar, sonuç için daha çok çaba harcayanlardır. Hiçbir büyük kazanım, içinde ‘rasgelelik’ içermez. Her ulaşılmış büyük sonuç, çok büyük bir uğraşın, çok büyük bir inancın ve çok büyük bir planın sonucudur.

Ulaşılmış her ‘altın sonuç’un altında, nice zorluklar vardır. Alın teri olmadan, kitapların önünde günlerce, aylarca diz çökmeden, eğlenceden, gezmeden kesilmeden, geceyi gündüze katmadan mükemmel bir sonuca ulaşmak imkânsızdır.

Sorunu, sorun olmaktan çıkarmak

Hep, sorun konuşan insanlar vardır; ama yine de sorun katlanmaktadır. Soruna yoğunlaşanlar, çok mahir bir sorun çıkarıcıdırlar. Sorunlar, sorun gördükçe büyüyeceklerdir.

Peki, sorun nedir? Önce sorunu tesbit etmek önemlidir.

Ne olduğu belli olmayan bir sorunu aşmak ihtimali yoktur. Belirlenmemiş bir hedefe yapılacak atışlar, anlamsızdır.

Önce atışın hedefini oluşturmak esastır.

Sorunu en iyi aşacak olan, sorunun içinde olandır

İnsanın olduğu yerde problemin olması normaldir. Ama problemin varlığı, çözümün varlığını gösterir. Problemler, çözümü gerçekleştirecek kahramanlar beklemektedir.

‘Sorunu en iyi aşacak olan, sorunun içinde olandır.’ yaklaşımıyla, sorunun ne olduğunu, neden meydana geldiğini bilen ve sorunun psikolojisini de yaşayan bireyler, oldukça orijinal bir çözüm teklifleri üretebilmektedirler.

Yeter ki ona, farklı bir zamanda, farklı şartlar altında ‘çözüm’ sorulsun.

Sorunu ve çözümü, kişiye göre tanımlamak

Aile toplantılarında ortaya çıkmış yeni bir uygulamamız var. Artık evimizi gündemliyoruz. Her gün, bireylerin birlikte olduğu saatlerimizde, dünyamıza ulaşmış bir konuyu ‘ev içi’ müzakere tabi tutuyoruz.

Bu uygulamanızın amacı nedir mi diyorsunuz? Öncelikle hayatı ve yaşananları kendi süzgecimizden geçiriyoruz. Bir başkasının gözlüğünden değil, kendi gözlüğümüzden görünenleri değerlendiriyoruz.

Ev içi meselelerde de öyle. Şikâyetçi olunan meseleleri ciddî olarak masaya yatırıyoruz. Her şikâyet için, yaşa uygun çözümler üretiyoruz. Ve kendi şartlarımız içerisinde sorunu ve çözümü ele alıyoruz. Hiçbir şey sonuçsuz da kalmıyor. Hiç değilse, uygulanabilir çözümler bulmuş oluyoruz.

Yaşananların bizim dünyamızdaki aksi önemlidir. Bir başkasının sorun diye tanımladığı şey, bizim şartlarımız içerisinde sorun olmayabiliyor. Ve yine bir başkasının çözüm diye tanımladığı şey, bizim şartlarımız içerisinde çözüm olmayabiliyor. Demek sorun da, çözüm de kişiye göre değişkenlik içeriyor.

Her sorunun sorun olduğu şartlar da, çözüm olduğu şartlar da farklıdır.

Dünyada yaşananlar ve bize yansımaları nelerdir?

Yeni uygulamamız içerisinde, son üç günde, aile bireyleriyle yaptığımız müzakere konularını sizinle paylaşalım:

Olimpiyatlarda sekiz altın madalya kazanan kişi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Bu sonuca bireyi iten şartlar herkeste aynı mıdır? Sekiz altın madalyadan daha değerli kazanımlar nelerdir? Başarı nasıl elde edilir ve insan üzerindeki etkisi nasıldır? Gerçek başarı nedir?

Ve harika yorumlar…

Bir diğer konu, Hacıtepe Köyünden Hacettepe Tıp Fakültesini kazanan çobanın hayat hikâyesi size neleri düşündürüyor? Böyle sonuçlara nasıl ulaşılır? Her hadise herkeste aynı sonucu doğurur mu? Neden her davranış her insanda farklı sonuçlar doğurur?

Ve yine enfes düşünceler…

Bir başka müzakeremiz ise, geçenlerde gazetemizde yer alan, “Sadullah Nutku’yu anarken” başlıklı İslâm Yaşar’ın yazısındaki muhteva.

Özellikle Dr. Sadullah Nutku’nun, kendi çabasıyla Almanca’yı öğrenip, çeviri yapacak düzeye gelmesi, vazife yaptığı askeriyede namazlarında taviz vermemesi, Risâle-i Nura hizmeti hayat meşguliyeti yapması, hizmetlerine aynen devam edeceğini belirttiği için bir polis tarafından tokat yemesi ve işitme duyusunu kısmen kaybetmesi, buna karşın da Üstadının, ‘gübrelere değil, çiçeklere güllere bak’ tavsiyesi ve ‘kızmayacaksın, o polisler senin elinden öpecekler, sana hürmet edecekler’ nasihatına uyarak, hizmetine devam etmesi ve ileride pek çok polisin kendisi vesilesiyle risâleleri tanıması, zamanın menhiyatına karşı çocuklarını muhafaza etmek maksadıyla Konya’ya taşınması, doktorluk mesleğini insanlara hizmet vesilesi olarak kullanması ve son olarak da, yaşı elliyi aşmasına rağmen, oldukça zor şartlar içerisinde Kur’ân’ı hıfzetmesi gibi muhtevalar, iki saati bulan bir sohbetimizin konumuz oldu.

Ve farklı farklı yaşlardan benzeri görülmemiş görüşler…

Kadere rıza gösteren, kederden emin olur

Böyle bir yaklaşımla, ne sorun sorun olarak devam ediyor, ne de çözümsüz bir sorun kalıyor.

Sonuç mu? Şikâyetleri hayatımızdan kaldırmak ve memnuniyeti tesis etmek özel bir çabanın sonucudur.

Sorunlar bazen, çözüm kapısı olabilmektedir.

Her günün konuşulacak bir gündemi mutlaka vardır. Bu da kişiden kişiye değişir. Ama güzel gündemlerle meşguliyet, günün güzelleşmesini netice veriyor.

Sır, gübrelere değil, çiçeklere, güllere bakmaktadır.

13.09.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (06.09.2008) - İnsan, himmeti kadardır

  (30.08.2008) - İşte bu yazın en güzel haberi

  (23.08.2008) - Ergenekon’un sizinle alâkası var mı?

  (16.08.2008) - Nezih bir okuyucu topluluğu

  (09.08.2008) - Bir profesörün utancı…

  (02.08.2008) - Bir insan yetişirken çok kahramanlar devrededir

  (26.07.2008) - ŞÜKÜRLER OLSUN!

  (19.07.2008) - Hayat farkındalıktır

  (12.07.2008) - “Ertesi gün sanki kör olacağınızı biliyormuş gibi kullanın gözlerinizi”

  (05.07.2008) - Zafer’den ‘imkânsızmümkün’ örnekleri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır