23 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

40. Yıl Röportajları

CEMİL ARIKAN

UŞAK TEMSİLCİMİZ VE 40 YILLIK OKUYUCUMUZ KÂZIM ERFİDAN:

Ben Yeni Asya’yı evlâdım gibi seviyorum.

Takdim:

Saâdet Kitabevi…

Lise yıllarımızda, herhangi bir ihtiyacımız için ilk aklımıza gelen kitap ve kırtasiye dükkânı idi burası. Köyden okumak için gelmiş; maddî imkânları kısıtlı ve aynı zamanda şehir hayâtına yabancı çekingen öğrencilerin, peşin paraları olup olmadığını pek düşünmeden hem ihtiyaçlarını karşılayıp, hem de güler yüz ve tatlı dil buldukları bir mekândı Saadet Kitabevi. Uşak şehir merkezinde; Cumhuriyet Meydanında tek katlı bir baraka idi. İlk girdiğinizde pek düzenli görünmezdi gözünüze. Bilmeyenlerin belki de sıkılacaklarını zannettikleri, ama içeri girince de sımsıcak bir sîmâ ve tatlı bir dille karşılaşınca kolay kolay da çıkmak istemedikleri bir mekândı.

Aradan geçen otuz küsur yıldan sonra tekrar memleketimize döndüğümüzde yine çok düzenli olmayan, ancak sıcaklığından hiçbir şey kaybetmemiş değişik bir mekânda bulduk Saadet Kitabevini. Lise yıllarımızın o sevimli ve sıcak tebessümü yine karşımızda duruyordu. Yıllarca Uşak halkına hizmet eden ve mütehayyir kalblerin huzura kavuşmasına vesîle olmaya çalışan o mütebessim çehre, herkesi olduğu gibi bizi de sıcak bir alâka ile karşıladı yine.

Risâle-i Nûr ve Yeni Asya denince Uşak’da ilk akla gelen isimdir Kâzım Erfidan. Yarım asrı geçen hizmet yıllarında her türlü sıkıntıya, zorluğa, baskı ve zulme göğüs germiş; her babayiğidin gösteremeyeceği fedakârlıkları göstermiş; gayûr, hamiyetli, azimli bir insandır. Yalnız şahsı ile değil, bütün aile efrâdı ile hizmeti sırtlamış, hizmeti hayâtının birinci gâyesi haline getirmiş; kısacası hizmetin nasıl yapılması gerektiğini bilfiîl göstermiş bir insandır.

Yeni Asya’nın “kırk yıllık okuyucuları” ile yapılan röportajlar çerçevesinde kendisinin de görüşlerini almak istediğimizi söylediğimiz zaman, hem mahcup bir tevâzû ile yüzü kızardı; hem de küçük bir hizmete vesîle olabilmek şevki ile gözleri parladı.

Bize kendinizi tanıtır mısınız?

Nüfus kayıtlarında 1931 geçer, ama asıl doğum târihim 1934’tür. Uşak merkeze bağlı Elmacık Köyü'nde doğdum. İlk okulu köyümüzde okudum. İlk okulu bitirdikten sonra Uşak’ta Karaağaç Kur’ân kursunda 7-8 ay kadar okudum. Nüfus kayıtlarında büyük yazıldığım için neredeyse çocukluktan yeni çıktığım yaşlarda; normal yaştan 3 yıl önce askere gittim. Artvin’de sıhhiye çavuşu olarak yaptığım askerlik bana bir meslek kazandırdı: “iğnecilik…” Asker dönüşü bir yıl kadar iğnecilik yaptım. Dahâ sonra Esnaf Kefalet Kooperatifinde memûriyete başladım. 11 yıl orada çalıştıktan sonra istifa edip kitap-kırtasiye işine girdim. O zamandan beri de “Saadet Kitabevi” faaliyetini sürdürüyorum.

Memuriyetten neden ayrıldınız? Maaşınız yetersiz miydi?

Hayır, aksine. O günün şartlarında gelir seviyemiz çok iyi idi. Maaşıma ilâve olarak “iğnecilik” işine de devam ediyordum. Çok güzel para kazanıyordum. Ortalama günde elli tane iğne yapardım. Durumum iyi idi.

Peki o zaman neden ayrıldınız?

Fâiz ile iştigal eden bir kurumda çalışmamak için. Bir Müslümana, hele de bir Nur Talebesine yakışmadığını düşündüm.

Risâle-i Nur’u ne zaman tanıdınız?

Aslında buna iki yönden bakmak lâzım.

Nasıl yanî?

Şöyle anlatayım: İlk tanıdığım dönemlerde şuurlu bir Nur Talebesi gibi değildim. Derslere gidip geliyordum, ama mes’elenin hakikatine vâkıf değildim. Meselâ derslere gidip gelmemize rağmen ben o zaman Üstâd’ın sağ olduğunu bilmiyordum. Sağ olduğunu bilsem mutlaka ziyâretine giderdim. Derslere gidiyormuşuz ama ne yaptığımızın pek farkında değilmişiz.

İkinci yön ise: Mes’elenin şuuruna vardığımız, ne yaptığımızı anladığımız dönemdir ki; o dönem işte memuriyeti bırakıp kitapçılığa başladığımız dönemdir.

Peki; şuurlanmanızda etkili olan şey nedir?

Bizim derslere gittiğimizi duyan memur arkadaşlarımız ve çevremiz, gittiğimiz yerlerin mahzurlu, okuduğumuz kitapların yasak olduğunu söyleyip güyâ bizi ikaz ediyorlardı. Ben de öyle bir şey olmadığını söylüyordum. Onlar da bana, “sana yasak olanlarını göstermezler” diyorlardı. Bunun üzerine ben kardeşlere, “Ben tek tek kitap istemiyorum; bana takım olarak kitapları getirin; hepsini getirin” diyordum. Zîra o zaman kitapları takım olarak değil, tek tek getiriyorlardı. Benim ısrarımdan sonra bana takım olarak getirdiler risâleleri.

Bir gün Mustafa Şan’ın bağına derse gittik. Dahâ doğrusu beni neredeyse zorla götürdüler. Ben bahâne uydurup gitmek istememiştim; ancak çok ısrâr edip beni de götürdüler. Orada ders yaptık. Kur’ân okuyorlar; ilâhîler söylüyorlar. Ama ben korkuyorum. “Zâten herkes yasak kitap okuduğumuzu düşünüyor; bunlar neler yapıyorlar” diye tedirgin oluyordum. Eve döndükten sonra yatmadan önce ben samîmiyetle duâ edip öyle yattım.

Ne diye duâ ettiniz?

“Yâ Râb! Ben mütehayyirim. Eğer bu yol doğru bir yol ise, bu hizmet hak bir hizmet ise bana öyle sevdir ki, hiçbir tereddüdüm kalmasın; kalbim mutmaîn olsun!” diye duâ ettim.

Sonra ne oldu?

Gece bir rüyâ gördüm. Rüyâmda ben ölmüşüm. Teneşirde beni yıkadılar. Teneşirdeyken sağa-sola döndürüldüğümü, üzerimdeki peştamal açılmasın diye uçlarından elimle tuttuğumu bugün gibi hatırlıyorum. Yıkandıktan sonra, tabuta yerleştirilip mezarlığa doğru götürülürken, tabutun altında iki tane serçe kuşu gördüm. Kuşlar birbiri ile konuşuyordu ve ben onların konuşmalarını anlayabiliyordum. Kuşun birisi diğerine: “Bu adam en sonunda yolunu buldu; bütün tereddütlerinden kurtuldu” diyordu. Ben bu konuşmadan sonra uyandım. O kadar etkilenmiştim ki, aradan neredeyse bir ömür geçmiş olmasına rağmen hâlâ te’sîrini hissederim.

O olaydan sonra hiçbir korkum, tereddüdüm kalmadı. Gittiğim yolun doğruluğu sanki tasdîk edilmiş, mühürlenmiş gibiydi. Ondan sonra yanımda mutlaka en az bir kitap bulundururdum. İğne çantamda muhakkak kitap olurdu.

Yanî insanlara hem maddî, hem ma’nevî şifâ

dağıtıyordunuz.

Evet; bir bakıma öyle oluyordu.

İşten ayrılmaya o zaman mı karar verdiniz?

Evet. Tuttuğum yolun doğru olduğundan emîn olduktan, îmânımı kuvvetlendirdikten sonra, günlük hayâtımın da inancıma uygun olması gerektiğini düşündüm. Hem faizin haram olduğuna inanıp hem de bir faiz kurumunda çalışmak bana ters gelmeye başlamıştı. Onun için memûriyetten istifâ ettim.

Bu konuda size karşı çıkan olmadı mı?

Olmaz olur mu? En başta babam karşı çıktı. Sonra eşim de pek memnûn olmadı; ama dahâ sonra işin hakîkatine vâkıf olunca o da memnûn oldu. Aslında onları da anlayabiliyorum. Gerçekten zamanın şartlarına göre iyi bir gelirim vardı. Rahat bir hayatımız vardı diyebilirim. Tabiî o rahat şartlardan bir anda belirsiz bir hayâta geçmek kolay iş değildi. Bir anda işsiz kalmıştım çünkü. Ancak Allah yardım etti. Arkadaşların da teşvîkiyle kitap-kırtasiye işine başladık. Hâlâ da devam ediyorum.

Bu işe başladıktan sonra hizmetle dahâ çok haşir-neşir olmaya başladık. Bizim iş yeri bir bakıma irtibat noktası gibi oldu. Daha sonra şimdiki evimizi yaptık. Alt katını dershane hizmetlerine ayırdık, öylece devam ediyor hizmetler hamd olsun!

Yeni Asya ile ne zaman tanıştınız?

Biz ilk çıktığı günden îtibâren “İttihad” gazetemizle başladık. Hattâ başka bir-iki gazete dahâ vardı dîne ve dindara saygılı; biz onları da okurduk. Sonra Yeni Asya olarak ilk günden îtibâren devam ettik.

Yeni Asya’yı size sevdiren ve okutturan özellikleri nelerdir?

İnsan evlâdını sevmek için sebep aramaz. Ben Yeni Asya’yı evlâdım gibi seviyorum. Gazeteyi kendim çıkarıyormuşum gibi bakıyorum. Ben gazetemin hem sâhibiyim; hem de okuyucusu. Onun için de her şeyiyle daha dikkatli okuyorum. Bir hatâ gördüğüm zaman düzeltme mes’ûliyetini hissettiğim gibi, yaşaması noktasında da ona destek olma borcumun bulunduğuna inanıyorum. Dedim ya; tıpkı evlâdım gibi. İnsan evlâdının muvaffakiyeti ile gururlanır; hatâsını görürse de düzeltmeye çalışır; onu terk etmez. Bu noktadan ben kendimi çok şanslı da hissediyorum aynı zamanda. Zîra benim evlâdım gibi sevdiğim gazetem, aynı zamanda beni irşâd vazîfesini de bihakkın yerine getiriyor. Gazetemi Üstadımın nâşir-i efkârı olarak görüyorum aynı zamanda. Tıpkı Üstadım gibi bıkıp usanmadan; korkup sinmeden; ama aynı zamanda kırıp dökmeden hakîkatları haykırmaktan bir an geri durmadı. Kırılmayı göze aldı; ama aslâ eğilmedi. Çok darbeler yedi. Dostun-düşmanın hakaretlerine ma’rûz kaldı; ama aslâ inandığını haykırmaktan geri durmadı.

Gazetemizin ma’rûz kaldığı baskılara biz de

yabancı değiliz. Ne kadar sıkıntı çekildiğini—sizin kadar olmasa da—biz de az-çok biliyoruz. Uşak'taki hizmetler açısından çok baskılara ma’rûz kaldınız mı?

Bu hizmetin içinde olup da baskılara ma’rûz kalmayan mı var? Elbette çok baskı gördük. Karakolların, mahkemelerin müdâvimi olduk. Benim Edirne’ye sürgün cezam bile var! Ama umûmî aftan yararlandığımız için sürgünden kurtulduk! Beşten fazla mahkemeye gittim. Bunları anlatsak çok uzun çeker; onun için çok gerek görmüyorum. Ancak bir şeyi ifâde etmek isterim.

Nedir?

Her şeyin olduğu gibi bu zulüm ve baskıların da bir hayır ciheti var. Eğer böyle baskılar olmasaydı bizler bu kadar şuurlu ve kararlı olamayabilirdik.

Gazetemiz’in geleceği için neler

söylemek istersiniz?

Her şeyden önce söylemek istediğim şudur: Bugüne kadar tâkip ettiği çizgisini aslâ bozmamalıdır. Keyfiyeti kemiyete fedâ etmemelidir. Tiraj için ideallerinden ve dâvâsından tâviz vermemelidir. Bakınız biz Uşak’ta eğer isteseydik cemâat olarak maddî noktada çok şeylere sâhip olabilirdik. Uşak’ın zengin iş adamlarından bize yardım edecek çok insan vardı. Hattâ bunlardan bâzıları bizim hayâtımıza gıpta ile bakarlardı. Bir zaman bir iş adamı bana aynen şunları söylemişti: “Kâzım Bey, sizin yaşantınıza hayrânım. Biz işten-güçten hiçbir şeye zaman ayıramıyoruz. Hayâtımızın zevki, lezzeti yok! Dünyâya dalmış; gûyâ dünyamızı mâmur etmeye çalışıyoruz; ama sizler geceleri huzûr içinde uyurken, biz bâzen gecenin birinde-ikisinde çalan bir telefonla yatağımızdan kalkıp problem çözmeye gidiyoruz. Dünya için çalışıyoruz ama, dünyanın lezzetinden yine biz mahrûmuz.”

Bu arkadaşlar istesek bizlere her türlü yardımı yaparlardı. Çünkü bizim dâvâmıza saygıları vardı. Ama biz aslâ hiçbir şey istemedik. Üstadımız’ın istiğna düsturunu uygulamaya çalıştık. İkinci Mektub’daki düsturları kendimize rehber ettik. Gazetemiz de bugüne kadar aynı tavrı sergiledi. Bundan sonra da bu tutumundan tâviz vermemesini diliyorum. İnşâallah öyle de olacaktır. Benim yalnızca kendi cemâatimizden beklediğim bir şey var; o da gazetemize sâhip çıkmaktır. Zîrâ benim gazetem bunu hak ediyor.

CEMİL ARIKAN

23.12.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki 40. Yıl Röportajları

  (16.12.2009) - 40 YILLIK KARAMÜRSELLİ OKUYUCUMUZ ZAHİR YAVUZ:

  (13.12.2009) - BİR DÖNEM, YENİ ASYA A.Ş. YÖNETİM KURULU ÜYELİĞİ DE YAPAN 40 YILLIK OKUYUCUMUZ ALİ YILMAZCAN:

  (09.12.2009) - 40 YILLIK OKUYUCULARIMIZDAN ALİ ERSÖZ:

  (18.11.2009) - YAŞ KARARIYLA ORDUDAN AYRILAN, 40 YILLIK OKUYUCUMUZ EMEKLİ ASTSUBAY HAMİT ÖZDEL ANLATTI:

  (15.11.2009) - Yeni Asya, okul ya da öğretmen gibi vazife yapıyor

  (12.11.2009) - 40 YILLIK OKUYUCUMUZ CEMAL SERİM:

  (02.11.2009) - 40 YILLIK OKUYUCUMUZ MEHMET TOROS:

  (19.10.2009) - Gelişen hadiseler Yeni Asya’yı haklı çıkardı

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl