25 Şubat 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Peygambere Allah rahmet eder, melekler de duâ eder. Ey iman edenler, siz de ona teslimiyetle salât ve selâm getirin.

Ahzâb Sûresi: 56

25.02.2010


Kâinat, Resûl-i Ekrem’i bekliyordu

Hâlık-ı Kâinatın makasıdını bilecek ve bildirecek ve o Hâlıkı tanıyıp umuma tanıttıracak bir zat, elbette o daha gelmeden herşey, her nevî, her taife onun geleceğini sevecek ve bekleyecek ve hüsn-ü istikbal edecek ve alkışlayacak...

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dünyaya geldikten sonra, bahusus velâdet gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır ki, şu hâdise, On Beşinci Sözde katiyen bürhanlarıyla ispat ettiğimiz üzere, şu yıldızların sukutu, şeyâtin ve cinlerin gaybî haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir. İşte, madem Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm vahiyle dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlarla karışık, kâhinlerin ve gaibden haber verenlerin ve cinlerin ihbârâtına sed çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe iras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet, bi’setten evvel kâhinlik çoktu. Kur’ân, nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünkü daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur’ân hâtime çekmişti. İşte, eski zaman kâhinleri gibi, şimdi de medyumlar sûretinde yine bir nevi kâhinlik, Avrupa’da, ispirtizmacıların içlerinde baş göstermiş. Her ne ise...

Elhâsıl: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın nübüvvetinden evvel nübüvvetini tasdik ettiren ve tasdik eden pek çok vâkıalar, pek çok zatlar zâhir olmuşlar. Evet, dünyaya mânen reis olacak (Hâşiye) ve dünyanın mânevî şeklini değiştirecek ve dünyayı âhirete mezraa yapacak ve dünyanın mahlûkatının kıymetlerini ilân edecek ve cin ve inse saadet-i ebediyeye yol gösterecek ve fâni cin ve insi idam-ı ebedîden kurtaracak ve dünyanın hikmet-i hilkatini ve tılsım-ı muğlâkını ve muammâsını açacak ve Hâlık-ı Kâinatın makasıdını bilecek ve bildirecek ve o Hâlıkı tanıyıp umuma tanıttıracak bir zat, elbette o daha gelmeden herşey, her nevî, her taife onun geleceğini sevecek ve bekleyecek ve hüsn-ü istikbal edecek ve alkışlayacak ve Hâlıkı tarafından bildirilirse o da bilecek. Nasıl ki, sabık işaretlerde ve misallerde gördük ki, herbir nev-i mahlûkat, onu hüsn-ü istikbal ediyor gibi mu’cizâtını gösteriyorlar, mu’cize lisanıyla nübüvvetini tasdik ediyorlar.

Hâşiye: Evet, Sultan-ı “Levlâke Levlâk,” öyle bir reistir ki; bin üç yüz elli senedir saltanatı da devam ediyor. Birinci asırdan sonra herbir asırda lâakal üç yüz elli milyon tebaası ve raiyeti vardır. Küre-i arzın yarısını bayrağı altına almış ve tebaası, kemâl-i teslimiyetl, ona hergün salât ü selâmla tecdid-i biat ederek emirlerine itaat ederler.

Mektûbât, 19. Mektub, s. 178, (yeni tanzim, s. 303)

LÜGATÇE:

bi’set: Gönderme, gönderilme, Allah’ın peygamber göndermesi.

velâdet: Doğum.

katiyen: Kesinlikle.

şeyâtin: Şeytanlar.

gaybî: Gaybe âit ve onunla ilgili; hazırda olmayan, görünmeyenlere âit; âhirete âit.

ihbarat: Haber vermeler.

nâzil: İnen, nüzul eden, yukarıdan aşağıya inen.

hatime: Son. Netice.

nübüvvet: Nebîlik, peygamberlik.

hüsn_ü istikbal: Güzel karşılama.

sukut: Düşme.

iras: Verme, meydana getirme.

kâhin: Gelecekten haber verdiği söylenen kimse, falcı.

ispirtizmacı: Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün olduğuna inanan ve bu maksatla deney yapan.

saadet-i ebediye: Sonsuz saadet.

idam-ı ebedî: Ahiret inancı olmadığı için, ölümü ebedi yokluğa gitmek olarak görme.

hikmet-i hilkat: Yaratılış hikmeti.

tılsım-ı muğlâk: Anlaşılması zor, kapalı, gizli şey.

muammâ: Anlaşılmaz iş, bilinmeyen hâl.

Hâlık-ı Kâinat: Kâinatın yaratıcısı olan Allah.

25.02.2010


Peygamberimizin (asm) dünyaya teşrif ettiği gece

İnsanlık vahşet ve sapkınlığın karanlıklarında yüzüyordu. Hayatın gayesi, kâinatın mânâsı silinmiş, yok olmuştu. Her şey mânâsız, başıboşluk ve hüzün örtülerine bürünmüştü.

Ruhlar birşeyler bekliyor, bir nurun zulmet perdesini yırtmasını içten içe hissediyordu.

Beşeriyetin karanlıklar içinde olduğu o vahşet devrinde cihan ufkundan bir güneş doğmuştu. Bu güneş, âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammed (asm) idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz hâdise, kâinatı yerinden sarsan inkılâbların en büyüğü idi.

İşte insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen “Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?” sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân ve isbat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde değil, sair varlıklarda, hatta cansız eşyada bile aks-i sadâsını bulacaktı. Şarktan garba, bütün âlemin nurlara gark olduğu, İlâhî inkılâbın tecellî ettiği o gece neler oldu, neler.

Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu müjdeyi verdiler.

O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp “Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed (asm) doğmuştur” dediler.1

Bir Yahudi ileri geleni Mekke’de Peygamberimizin (asm) doğduğu gece, içlerinde Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rebia gibi Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda, “Bu gece sizlerden birinin çocuğu doğdu mu?” diye sordu.

“Bilmiyoruz” diye cevap verdiler.

Yahudi, “Vallâhi sizin bu kabahatinizden iğrendim! Bakın ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece, bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin’in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var!” dedi.

Toplantıda bulunanlar, Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bunu ev halkına anlattılar. “Bu gece Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah’ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular” haberini aldılar.

Ertesi gün Yahudi’ye vardılar:

“Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?” dediler.

Yahudi “Onun doğumu, benim size haber verdiğimden önce mi, sonra mıdır?” dedi. Onlar, “Öncedir ve ismi Ahmed’dir” dediler.

Yahudi, “Beni ona götürün” dedi.

Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine’nin evine gittiler, içeri girdiler.

Peygamberimizi (asm) Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi, Peygamberimizin (asm) sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığında kendisine, “Ne oldu sana, yazıklar olsun” dediler. Yahudi, “Artık İsrâiloğullarından peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti. Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar, peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir. Ey Kureyş topluluğu, ferahlandınız mı? Vallâhi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir satvet, bir şevket verilecektir!” dedi.2

Kâinatın Sultanını dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden görüp müşahede ettikleri de mânidardı. Nitekim o, Peygamber Efendimize (asm) hamile iken rüyasında “Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman ‘Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım’ de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver.” Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün şark ve garbı, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hatta Busra’daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü Abdülmuttalib’e anlatmıştır.3

Aynı gece Hz. Âmine’nin yanında bulunan Osman ibn Âs’ın annesinin müşahedesi de şöyle: “O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerlerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük.”4

Evet bu ulvî anı dile getiren “Velâdet Bahri”nin müellefi Süleyman Çelebi bütün bu hakikatleri şu beytiyle şiirleştirmiştir:

“Hem Muhammed gelmesi oldu yakın,

Çok alâmetler belirdi gelmeden.”

Rebiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, güneş yılı itibarıyla 20 Nisan’a tekabül eden gece idi. Dünyaya teşrif eden İki Cihan Serverinin üzerini, o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar.

Araplara göre o zaman gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdettir. Fakat bir de baktılar ki, Peygamber Efendimizin (asm) üzerine konulan çanak, yarılarak ikiye ayrılmış. Peygamber Efendimiz (asm) gözlerini göğe dikip baş parmağını emmektedir.5

Evet, bu işaret, küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü batıl inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması; iman, nur ve hidayetin kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygambere idi.

Aynı gece Kâbe’de tapılmakta olan cansız putların çoğunun başaşağı devrildiği görüldü. Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört şerefesinin parçalanıp yerlere düştüğü, Sava’da mukaddes tanınan küçük denizin suyu çekilip gittiği görüldü. Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen Mecusî ateşinin o gece sönüverdiği müşahede edildi. Bütün bunlar işaret ve alâmetti ki, yeni dünyaya gelen zat, ateşperestliği, putperestliği kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak, Allah’ın izni olmadan mukaddes tanınan şeylerin mukaddesliğini ortadan kaldıracaktır.6

İşte bu geceye “Velâdet-i Nebî” gecesi diyor ve onu bütün kalbimizle, ruhumuzla her sene yeniden yâdedip kutluyoruz. Bütün kâinatla beraber bu geceyi hüsn-ü istikbal ederek, onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz.

Getirdiği ebedî nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandillerini vesile kılarak ona yeniden biatımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir.

Allah bizleri o yüce Resûlün şefaatine nâil eylesin.

(Kâzım Güleçyüz, Üç Aylar ve Kandillerimiz, s. 16)

Dipnotlar:

1- Tabakat 1:60.

2- A.g.e. 1:162-163

3- Taberî Tarihi, 2:125: Tabakat, 1:102.

4- A.g.e. 2:126.

5- Tabakat, 1:102.

6- Mektubat, s. 161-162

25.02.2010


Mevlid Kandili

Dünyanın en önemli hadiselerinden birisi, Peygamber Efendimizin (asm) dünyaya teşrif etmesidir. O, kâinat ağacının en mükemmel meyvesidir. Peygamberlik zincirinin son halkasıdır. Allah’ın sevgilisi, insanlığın baş tâcı, en mükemmel rehberi, hayat yolculuğunda şaşmaz ve şaşırmaz rehberi, bedevî bir toplumdan çok kısa sürede medenîlere üstat olacak bir toplum çıkaran, insanların dem ve damarlarına varıncaya kadar köklü etkiler yapan, tesir ve izler bırakan, birbirini yiyen insanlardan karıncayı ezmeyecek merhamet ve şefkate insanları ulaştıran, dağın taşın, kurdun kuşun, insanların ve cinlerin tanıyıp hürmet ve itaat ettiği Allah’ın en sevgili kulu ve resûlü, binler salât ve selâm senin üzerine olsun. Kararan dünyamıza ışık verdin, hayatın anlamını bize öğrettin. Çözümsüz gibi görünen sorunlarımıza sade ve kolay çözümler ürettin. İnsanlığı vahşetten ve vahşîlikten kurtarıp sevgiyi öğrettin. Sevmenin ne demek olduğunu insanlık senden öğrendi. Sen Habibullahsın (asm). Âlemin çekim gücü olan sevgiyi insanlık senin sayende öğrendi. Bu noktadan sana ne kadar minnet duysak yeridir ve azdır.

Maddî ve mânevî dertlerimizin ilâcı sendedir.

Mübarek elin, kâinatın en muhteşem iksiridir. Onun temas ettiği her dert ve dertli şifa bulmuştur. Devası yok denilen dertler, şifayı o elden görmüştür. Kolu kopanlar, bir temasınla kollarına geri sahip olmuşlardır. Kolu kanadı ve gönlü kırık olanlar bir kelâmınla dünya ve ahiret mutluluğuna ermişlerdir. Kızlarını diri diri toprağa gömmekten çekinmeyen bir cehaletten ve vahşetten, karıncayı ezmekten çekinen bir toplum çıkarmaya muvaffak olmuş, bedevî bir toplumdan o günün medenî kabul edilen milletlerine üstat olacak örnek insanlar meydana getirmiştir.

Çağırdığın her varlık “Emret Ya Rasûlallah, emrine âmâdeyim” diyerek davetine icabet ettiler. Eline aldığın taşlar, orayı bir zikirhane kabul edip senin risâletini ilân ettiler. Önünden geçtiğin taş ve ağaç sana selâm verdi ve itaatini ilân etti. Üstünde durduğun dağ sallanınca, “Ey dağ! Üstünde bir nebî, bir sıddık, iki de şehit var” deyince, dağ seni dinledi ve titremekten vazgeçti. Kâinattaki her varlık senin doğruluğuna ve hak peygamber olduğuna şahitlik etti. Nübüvvet iksirinle yetişen Sahabilerin, “Anamız babamız, canımız sana feda olsun” diyerek dünyadaki en kıymetli şeylerini senin yolunda ve uğrunda feda ettiler. “Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uysanız doğru yolu bulursunuz” müjdesine mazhar oldular. İtaatin en üstün örneklerini gösterdiler. Tarih, gönülleri bu kadar etkileyen kaç insana şahit olmuştur?

O mübarek el maddi dertlere ilaç, mübarek kelâmı da gönüllerin ilacıdır.

İnsanlık, onun (asm) getirdiği reçetelere muhtaç, sevgiye muhtaç, “Kişi kendisi için istediğini başkası için de istemedikçe kâmil mü’min olmaz” diye özetlediği sevgi toplumu ve sosyal barışa muhtaçtır. Bugün dünya haritasına dikkatle bakıldığında barut kokusu, kan ve gözyaşı gelmeyen kaç tane toprak parçası vardır? İnsanlığın büyük çoğunluğu ağlıyor. Onların gözyaşını dindirecek, gözleri ve gönülleri rahatlatacak, onun (asm) getirdiği ölçülerden başka bir ölçü de görünmüyor. İnsanlığın gecesi fazlaca karardı. Kararan gecelerin sabahı yakın olurmuş. Ümit ve duâ ediyoruz ki öyle olsun. Yaşlı dünyanın şu son deminde insanlık huzur ve saadet bulsun, gözyaşları dinsin.

Allah’ım! Sevdir bize sevdiklerini, yerdir bize yerdiklerini. Habibin (asm) bizim de gönüllerimizin sultanıdır. Onu gönülden sevmeyi, son nefesimize kadar ona itaat etmeyi bizlere nasip eyle. Kıyamet gününde, herkesin kendi derdine düştüğü o günde sancağı etrafında toplanmayı bizlere nasip eyle. Himmetini ve şefaatini üstümüzden eksik eyleme. “Bu da benim ümmetim” dediklerinin arasına bizleri de dahil eyle. Âmin!

ALİ SARIKAYA - [email protected]

25.02.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl