12 Haziran 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Elif Eki

İkinci Elif, ikinci yaşında

Zamanın sür'atle akışının arkasından yetişmek ne mümkün! Öyle baş döndürücü bir hızla akıyor ki, içinde bizleri de sürükleyerek, mahall–i maksudumuza doğru gidiyoruz. Bu hızlı yolculuğun sonu cennetle biter İnşâallah!

Bazı hadiselerin arkasından bakınca, “Yahu, bu kadar zaman ne çabuk geçti?“ demekten de kendimizi alamıyoruz. İşte, bizim Elif de öyle. “Elif” derken, Yeni Asya mektebinin bir sınıfı mesabesinde olan Elif ekimizden bahsediyoruz. Hani haftada bir gün çıkan Elif’ten. Uzun yıllar sonra ikinci defa yayın hayatına başlayan bu ikinci Elifimiz, aynı zamanda bir yaşını bitirip, ikinci yaşına da girmiştir bugün bu sayıda.

Tabiî, bu bir senelik zamanın çabucak geçtiğini söylerken, ilk Elif, yani birinci Elif de aklımıza geliyor. Onun çıktığı günden bu tarafa da 35 sene geçmiş. Biz o günlerde Elif gibi dimdik duran bir delikanlıyken, şimdilerde yavaş yavaş “vav” gibi beli bükülenler sınıfına doğru gidiyoruz. Allah, âhir ve akıbetimizi hayreylesin İnşâallah!

Rahmetli Hüseyin Demirel’i hatırladım. Birinci Elif’in çıktığı günlerde, Ankara’dan İstanbul’a bir seyahatimiz olmuştu. Bizim, İstanbul seyahatlerimiz de genellikle hizmet merkezli olurdu. Harem’de otobüsten iner, doğru karşıya, Cağaloğlu’na giderdik. Gazete binamız o zaman orada olduğundan, İstanbul’un merkezi olması hasebiyle her gidişimizde muhakkak ziyaret ederdik. Tabiî şu andaki gazete merkezimize giderkenki gibi zorlanmazdık o günlerde.

O zamanki yazarlarımızın çoğu, bizden büyük ağabeylerimizdi. Onlarla hemhâl olur, diğer birimlerimizi dolaşır, arkadaşlarımızla kucaklaşırdık. Çok şevkli ve güzel günlerdi o günler.

İşte bahsettiğim gibi, Elif de yeni çıkıyordu. Hüseyin Demirel, o gün, önümüze düşüp, gazetenin bütün birimlerini gezdirmişti bize. Elif ekimizi nasıl bulduğumuzu sormuştu. Biz de ilk intibâımızı ona bildirmiş, çok iyi olduğunu söylemiştik. Tabiî, o halden mülhemen de, Ankara’ya dönüş yolculuğunda onunla alâkalı bir yazı yazmıştık. “Elif’i nasıl buldunuz?” başlığıyla.

O günlerden bu günlere geldik. İkinci Elif’in çıkması kararlaştırılmış ve geçen sene de çıkmıştı malûmunuz. Biz o gün sevinçle intibâımızı yazdık Elif’te neşrolsun diye. Arkadaşlarımız, onu gazetede yayınlamışlardı. Orada geçmişten bahsettik, yine eski hatıraları yâd ettik. O günkü yazımızın bir sûretini de ilâve ederek, bir tahassürümüzü, üzüntümüzü de dile getirdik. O gün Elif’te yazanların bir isim listesini verdik ve şimdi bunların ancak birkaç tanesinin devam ettiğini söyledik.

Bir müddet sonra bir mail aldım. Baktım, sitem ettiğimiz o kaybolan eski Elif yazanlarından biriydi. İnternette gezerken okumuş ve “Yine lâzım olursa buradayız” mânâsında da bir cevap yazmış. Tabiî, biz de hemen kendisiyle irtibata geçerek cevap yazıp, memnuniyetimizi bildirerek, yazmasını söyledik. Birkaç ay sonra kendi ihtisas sahasıyla alâkalı Elif’e bir yazı yollamıştı. Onu görünce de çok sevinmiştik.

Recep Bozdağ ve İsmail Tezer kardeşlerimizin gayretleriyle, Elif yine yoluna devam ediyor şimdi. Yine bir çok genç kalemin boy gösterdiği ikinci Elif’in ikinci yaşını tebrik ediyor, nice yıllar hizmetler etmesini temenni ediyoruz.

OSMAN ZENGİN [email protected]

Her bir yeni adım, bir gençlik demektir

Elif, fidanlık hükmünde… Fidanlıkta olanlar, buradaki ilgiden, bilgiden beslenenler daha özel bir hayata ve seçkin davranışlara ve daha güzel bir dünyaya merhaba diyeceklerdir.

Bu sadece gençler için geçerli değildir. Hayatında yeni bir adım atabilen her insan, bu adımı etrafında bir dirilik göstermiş, bir gençlik yaşamış demektir.

Bu herkese açılmış bir kapıdır. Yaşı genç olup da, nefsinin esaretinden kendini kurtarmışlar varolabildiği gibi, yaşı ilerlemiş olduğu halde nefsinin esaretine düşenler yok değildir.

Genç olup, hayatına anlam katamayan, yenilenemeyen bir nevî ihtiyar; yaşlı olup, hayatına anlam katabilen, yenileyebilen kişiler de gençtir.

Bu, dünyanın her yerinde geçerli bir kuraldır. Bir şeyin nasıl olmasını istiyorsanız, öyle olması için çok ‘özel’ adımlar atmanız gerekiyor.

İlginiz, alâkanız, sevginiz, şefkatiniz, ona ayırdığınız zaman, ona ayırdığınız program, uyguladığınız disiplin, keşfettiğiniz ve uygulanmasına zemin hazırladığınız kabiliyet oranında, aradığınız insan ortaya çıkabilecektir.

Anne babalar, başarılı, ahlâklı, kendisine ve başkasına zarar vermeyen, etrafında oldukça sağlıklı arkadaşları olan, melek gibi gençleri olsun istiyorlar.

Peki bu sonuç için ne yapılıyor?

Bu sonuç için elbette evde, okulda, hayatta bir takım değişikliklerin kendini göstermesi gerekiyor. Yoksa gerekli adımları atılmamış beklentiler kişiyi, hayal kırıklıklarına itmekten başka sonuç vermeyecektir.

Başarılı, iyi, edepli bir gencimiz olması için, gencin kendisine düşenler ile birlikte gençle ilgilenen çevresindekilere düşenleri iyi bilmek gerekiyor. Bu da ancak bilgi ile, okumakla olacağından, konuya ciddî ciddî çalışmak gerekiyor.

Hiçbir başarının tesadüfi olmadığını söyleyenler, yaşanmış binlerce tecrübeyi seslendirmişlerdir.

Bu köşemiz, genç olanlar ve genci olanlar için bir çalışma alanı olsun. Beraberinde başarı getirmiş orijinal adımları, neticesinde edepli olmuş disiplinli tutumları, pek çok gençlik dönemi problemlerini ortadan kaldırmış düşünce ürünü davranışları burada konuşalım. Belki birimizin yaşadığı diğer birine örnek olur. Biz, bize düşeni yaparız, netice Cenâb-ı Hakk’ındır.

Çalışmalarımız, duâmız; Rabbimizin kapısını aşındırmak olacaktır.

Genç, başarır

Genç, potansiyel olarak ciddî bir enerjiye sahiptir. Bir işi başarmak için bu ön şarttır. Önce gencin kendisinde nasıl bir ciddî potansiyelin bulunduğuna inanması gerekiyor. Nasıl bir enerji taşıdığını bilmeyen birey, elbette onu kullanmayı da düşünmeyecektir.

Özellikle de, henüz çocukluk yıllarında ebeveyn tarafından dünyasına kazınan olumsuz emirler, telkinler, tavırlar ve yerleşmiş kanaatler, elbette bir tortulanma, kireçlenme meydana getirecektir. Haliyle her bir işe adım atarken, bu kalıplaşmış tortu gencin önünde aşılması gereken engel olacaktır. Bu tortunun, yok edilebilmesi, gerçekten çok ciddî bir kararlılık ve bilgi donanımı gerektirmektedir. Yani bu güne kadar bu tortu için bin olumsuz emir gelmişse, birlerce olumlu emirler göndermeli ki, tortu çözülsün. Bu da tam bir mücadele demektir.

Ali, yaklaşık üç ay boyunca bütün derslerimi takip etti. Özellikle konuştuğumuz konular karşısındaki ilgisi, Ali’nin de bu konularda dertli olduğunu gösteriyordu. Ali, ebeveyn ile ilgili verdiği örnekleri (olmayan amcası oğlu üzerinden) başkaları üzerinden veriyordu. Yani direkt olarak anne babasını suçlamak ve anne babasını gündeme getirmek istemiyordu.

Ali ile, programlar çıkışı da en az bir program saati kadar, sorulu cevaplı konuşuyorduk. “Hocam, aslında kendimde çok şeyleri yapabileceğimin gücünü hissediyorum. Ama ben bu güne kadar ailemden çok ciddî ve ağır olumsuz telkinler aldım. Onların o tanımlamaları bende sanki kesin kanaat oluşturdu. Yapamayacağıma inanmaya başladım. Fakat bundan rahatsız oluyorum. Eğer siz bana yol gösterirseniz, çok güzel ve anlamlı faaliyetler yapabileceğime inanıyorum. Kendimi biraz olsun tanıyorum. Çevremdeki üniversitelileri ve onların kendilerine bakışlarını tanıdıkça ve hakikaten fazla da bir şeyleri olmamasına rağmen ileri atılmaları ve noksan olmalarına rağmen girişkenlikleri karşısında kendimdeki zenginliği fark ettim ve bunları kullanabileceğimi anladım. Meselâ, çok güzel çizgi kabiliyetimin olduğunu düşünüyorum. Lise yıllarımda hakaretlere uğradıkça odama çekilir ve karakalem çalışırdım. Şimdi bakıyorum o karalamalar, benim bu sanatsal yönümün ortaya çıkışını sağlamış. Ama gerçek anlamda kendimi üniversitede diğer arkadaşlarımın içerisinde fark ettim. Bu arada birkaç tane, değişik siyasî teşekküllerin içerisine girmek durumunda kaldım. Çünkü bana çok değer verdiler. Oldukça ciddî iltifatlar ettiler. İnsan böyle bir durumda daha önce kendisine kullanılmamış sözcükler karşısında etkileniyor ve ilgi gösteriyor. Kafamda, kendimi yeni yeni kurguluyorum. Okuduğum kitaplar bunda çok etkili oldu. Kitaplardaki ideal insan örneklerinin, hayal mahsulü olmadığını, çoğunun hayatın içinden örnekler olduğunu gördüm. Ve kendi kendime ben de, ‘Neden ben de böyle olmayayım?’ demeye başladım.”

Kıymetli gençler!

Ali kardeşimle olan muhabbetimiz devam edip gidiyor. İlgi, sevgi, değer vermek, önemsemek ve taşıdığı kabiliyetler için iltifatlar, övgüler iletmek ne kadar önemli. Gence hangi konuda vurgular yaparsanız o yönü gelişmeye başlıyor. Hani, ‘Fena bir insana iyisin iyisin desen iyileşir ya da iyi bir insana fenasın fenasın desen fenalaşır’ bir kaidedir.

Genç olanın ve gençle olanın bilgi donanımına ihtiyaç var, bu da ancak ciddî okumalarla mümkündür. Okuması biten bir bireyin, bir başkasına verebileceği bir şey olmayacaktır. Hatta böylelerin kendilerine de bir hayırları olmaz.

Ali kardeşimle, inşâallah bu hafta bir sohbet programında bir araya geleceğiz. Ali, oldukça uyanıklık içerisindeki, siyasî teşekküllerde kendisinin kullanılıyor olduğunu fark ediyor ve bu ortamlardan uzaklaşıyor. Ama onu tatmin edecek bir başka ortam da olmamış. Ali, sohbet mekânlarımızla tanışacak, genç olanların ve gençle olanların en önemli yapması gereken şeylerden birisi de, kendilerine düşeni yaptıktan sonra, Kudreti Sonsuz olana durumu havale etmek, yani dua etmektir. Lütfen Ali ve Ali gibi olan kardeşlerimizin maddî ve manevî istikametleri için duâlar edelim.

SEBAHATTİN YAŞAR [email protected]

Dost, tatmin edilmiş ihtiyaç demektir

Daha sonra bir genç ilerledi ve “Bize” dedi, “dostluktan bahset.” O da cevap verdi:

“Dost, tatmin edilmiş ihtiyaç demektir. O sizin sevgi ektiğiniz, şükran biçtiğiniz tarladır. O sizin maidenizdir (yemek sofranızdır) ve ocak başınızdır. Çünkü siz ona aç olarak gelir ve huzura kavuşmak için ona başvurursunuz.

Dost size kendi fikrini anlatınca içinizden gelen “hayır” veya “evet”i ondan esirgemeyiniz.

Dost susunca kalbiniz onun kalbini dinlemeye devam etsin. Çünkü dostluk âleminde bütün düşünceler, arzular, ümitler, sözler doğar, paylaşılır ve bunların sevinci alkışlanmadan yaşanır.

Dostunuzdan ayrılınca kederlenmeyin. Çünkü onun en çok sevdiğiniz cepheleri ayrılık içinde daha iyi görünür. Nasıl ki, dağa bakan kimse onu tırmanırken değil, fakat ovadan bakarken daha çok iyi görür.

Dostluktan, ruhun derinleşmesinden başka bir şey beklemeyiniz. Çünkü kendi sırrının açılmasından başka bir şey beklemeyen sevgi, sevgi değildir. Ortaya atılan ve yalnız faydasız, her şeyi yakalayan ağdır.

Sende en iyi neyse dostuna onu ver.

Dostun hayatındaki yalnız cezri tanıyorsa, ona bir de hayatının meddini tanıt. Yoksa vakit öldürmek için aranan dost bir hiçtir.

Dostu yaşanmaya değer saatler için seç. Çünkü onun vazifesi, ihtiyacımızı karşılamaktır, boşlukla karşılaşmak değildir.

Dostluğun tatlılığında kahkahalar çınlasın ve bahtiyarlıklar paylaşılsın. Çünkü kalp küçük şeyler üzerindeki şebnemlerle sabahını bulur ve taze can kazanır.”

Halil Cibran, Hak erenler

SEVGİ EKTİM

Yüce Rabbim, adın ile

Sevgi ektim, sevgi biçtim.

Gülen yüze, tatlı dile

Sevgi ektim, sevgi biçtim.

Ruha inen bir nur gibi,

Kalbe yağan yağmur gibi,

Sanki bebek uyur gibi,

Sevgi ektim, sevgi biçtim

Koca kenti, küçük köyü

Uzak Mars’ı, yakın ayı

Seyredeyip yıllar boyu

Sevgi ektim, sevgi biçtim

Can evimde bir gül biter,

Konar ona bülbül öter,

Akşamdan sabaha kadar

Sevgi ektim, sevgi biçtim.

Muhammedin verdi bana,

Muhabbet dolu bir ova,

Avuç avuç, kova kova

Sevgi ektim, sevgi biçtim.

Hasan Demir, Ey benim gariban halkım

ABDÜLKADİR GEYLANİ HAZRETLERİ’NDEN

* Sebeplere sarılmak başlangıçta olur; sonunda ise sadece sebepleri yaratan vardır.

* İlmin zekâtı onu yaymaktır ve halkı Hakk’a çağırmaktır.

* Belâlar kullarına Cenâb-ı Hakk’ın kapısını çalmayı öğretir.

* Bütün insanlar seni kendi menfaatleri için ister; Allah ise seni, senin menfaatin için ister.

* Rabbinizin kereminden dileyin, icabet etse de etmese de O'ndan isteyin, çünkü O'ndan istemek ibadettir.

KENDİNİ ARAMAK

Nasıl görsem acep kendi yüzümü

Görüp de inkâr ettiğim özümü

Ruhumun nakışını aradım durdum

Bulamadım hiç kimsede yoruldum

Kendime sordum aynalar ne için?

Herkesin halini bildirmek için

Can aynası yardan başkası değil!

Hakkın diyarını yârin yüzü bil

Dedim ki: “Ey gönül bir çare bul!”

Dedi ki: “Dereden fayda yok,

Git denizde durul…”

Mevlânâ

İNSANLARIN EN KÂRLISI

İnsanların en kârlısı, ömrü uzun, işleri güzel olandır.

Peygamberimiz (asm)

ALLAH HESABINA BAKMAK

Allah’ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir.

Mesnevî-i Nuriye, s. 187

KİTAP ALMAK

Elime biraz para geçerse kitap alırım. Eğer birkaç kuruş artarsa, onunla da yiyecek ve giyecek alırım.

Emerson

KALBİN BÜYÜKLÜĞÜ

Serveti büyüktü, fakat ondan da büyük bir kalbi vardı.

John Dryden

KABİRLER

Kabirler ana rahmi gibidir; doğmak için ölmek gerekir.

Selim Gündüzalp

ATASÖZÜ

Güvenme varlığa; düşersin darlığa.

KÂİNATIN EFENDİSİ’NE

Dünyanın ağırlığına eklesek, yıldızları, ayı, güneşi

Gene de ağır basarsın ey kalbim, ey kalbimin güneşi

Erdem Beyazıt

DUA

Allah’ım, güzel Allah’ım. Sana gelmek ve koşmak isteyen bütün ruhların önündeki kapıları aç, ardına kadar aç lütfen… Her an yeniden yarattığın kâinata, her an yeniden bakabilen bir göz, onu, her an yeniden anlayabilen bir akıl ve onu her an yeniden hissedebilen bir kalp lûtfeyle bize.

ŞİMDİKİ AKLIM OLSAYDI...

Başkasını tenkit etmeden önce, aynanın karşısına geçerdim.

Az konuşmayla çok şey anlatabilmenin sırlarını öğrenip uygulardım.

Çevremdekilerin benim hangi huylarımdan hoşlanmadıklarını fark edip, o huyları terk etmeye çalışırdım.

Bir işte menfaati değil, o işi iyice kavrayıp öğrenmeye öncelik verirdim.

SELİM GÜNDÜZALP

[email protected]

İsmi ile soyismi birbirine uygun, “mühim bir âlim”

Üstad Bediüzzaman’ın “hem kardeşi, hem talebesi, hem mütercimi” Abdülmecid (Ünlükul) Nursî hakkında, hatıra ağırlıklı biyografik bir kitap.

“Takdim”de, “yazarın, takdir edilecek bir gayret ve emek mahsulü olan bu eseri hazırlamak için, ülkemizin çeşitli yörelerine defalarca giderek, hatıra sahiplerini bizzat bulundukları mekânlarda ziyaret ettiği, böylece hatıraları ilk ağızdan nakletme imkânına sahip olduğu” (s. 8) belirtiliyor ki, hakikaten eser bütünüyle bu tesbiti teyit ediyor. Müellif “bir kısım hatıraların, sahipleri ahirete intikal ettiği için, daha önceki yazılarından ‘nakil’ şeklinde yer aldığını, kendilerine ulaşamadığı bazı değerli şahsiyetlerin ise yazarak kendisine ulaştırdığını” belirtmeyi (s. 24-25) ihmal etmemiş.

Nur Talebesi müellif-politikacı Feyzi Halıcı’nın yazısının (s. 9-14) tarihinden eserin ilk baskısının 1995 yılında yapıldığı ipucunu yakalıyor, ilerleyen sayfalarda (s. 33) eserin hüzünlü bir arka planı olduğunu anlıyoruz. Şöyle ki, müellifin üç yıllık (1976-1978) araştırmasının ardından çalışma, 1978-1979 yıllarında, gazetemiz “Yeni Asya”da neşredilmiş. Araya menhus 12 Eylül 1980 askerî ihtilâli girmiş ve müellif önce nezaret bilâhare mevkufiyet sebebiyle diğer evrakının yanı sıra orijinal dosyası da “kaybedilince,” gazete merkezinin de başka bir binaya taşınması esnasında dosya ve neşredildiği nüshalar kaybolunca, tefrika hâlinde çıkan çalışmanın neşredildiği gazete nüshalarını okuyuculardan bin bir zahmetle arayıp bulmuş ve nihayet uzun bir süre sonra (yani 1995’te) bu eserini kitaplaştırmaya muvaffak olabilmiş. Şimdi incelediğimiz versiyon, eserin “genişletilmiş baskı”sı.

Eserde, Abdülmecid (Ünlükul) Nursî’nin hayatı, yaşadığı devreler ve yerler (1894-1895 Nurs, 1895-1900 Arvas, 1900-1914 Van, 1914-1917 Şam, 1917-1920 Diyarbakır, 1920-1927 Van, 1927-1936 Ergani, 1936-1940 Malatya, 1940-1955 Ürgüp, 1955-1967 Konya) itibarıyla (s. 24), onu tanıyanların dilinden aksettiriliyor.

Nurs hayatıyla ilgili olarak Hacı Faris Arştand, Kâmil Okur (akrabası) ve İsmet Okur’un (akrabası); Van hayatıyla ilgili olarak Abdülbaki Arvasi (çocukluk arkadaşı), Şeyh Reşit Güleşer (talebesi), Mehmet Kasım Arvasi (arkadaşının oğlu), Mustafa Kodal, İsmail Perihanoğlu (talebesi) ve Molla Hamit Ekinci’nin; Diyarbakır hayatıyla ilgili olarak Av. Hulusi-i Bitlisî ve İhsan Özer’in; Ergani hayatıyla ilgili olarak Hacı Battal Keskin (dükkân komşusu) ve Zeki Yıldırım’ın (arkadaşının oğlu); Malatya hayatıyla ilgili olarak Abdülkerim Gökçay (arkadaşı) ve Hasan Çuhacı’nın (dükkân komşusu); Ürgüp hayatıyla ilgili olarak Mustafa Yıldız (talebesi), Ahmet Över (müftülüğündeki halefi), Hakkı Çopuroğlu (ev komşusu), Ahmet Güdücü (müessisi olduğu Kur’ân kursundan bir talebe), Ahmet Erenler ve Memiş Ercihan’ın (müessisi olduğu Kur’ân kursundan bir talebe); Konya hayatıyla ilgili olarak da Kasım Norsay (akrabası), Bayram Yüksel, H. Hüsmen Duran (hususî talebesi), Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Feyzullah Sütçü (talebesi), İsmail Kaya (talebesi), Mehmet Fatih Göktay (öğretmen arkadaşı), Mehmet Ulucan, Süleyman Uğur (talebesi), Mustafa Özsoy, Süleyman Korkmaz (talebesi), İsmail Hakkı Uca (talebesi), Ali Kaynak (dünürü), Ali Turgut (talebesi) ve Rabia Ünlükul’un (hanımı) hatıralarına yer verilen eserde, İbrahim Hulusi Yahyagil, Mustafa Sungur ve Necmeddin Şahiner’in yazı veya hatıraları ise ayrıca ilâve edilmiş.

Hatıralarda öne çıkan noktalar şöyle özetlenebilir:

*Abdülmecid Nursî, Bitlis’in müdafaasında bulunmuş, gazi olmuştur. *Başta ağabeyi Üstad Bediüzzaman olmak üzere, tanıyanların tamamının şehadetiyle, “Diyanet başkanı olacak değerde,” (s. 98) “Şark’ın yetiştirdiği nadir âlimlerdendir.” (s. 25) *Eserler kaleme almış (“Mantık,” “Haleb-i Sağır,” “Kaside-i Bürde Şerhi,” “Dû Mezhep,” “Yeni İlm-i Kelâm Dersleri”), ayrıca Risâle-i Nur Külliyatı’na ait Arapça iki önemli eseri (“İşaratü’l-İ’caz,” “Mesnevî-i Nuriye”) Türkçe’ye kazandırmıştır. *Kabiliyetli gençlere sahip çıkarak “sönmeyen meş’aleler yakmış ve yıkılmayan filizler dikmiştir.” (s. 26) *Resmî vazifelerinde, ”Hz. Bediüzzaman’ın kardeşi olması münasebetiyle, (…) sudan sebepler gösterilerek sık sık işine son verilmiş”tir. (s. 88) *Öğretmenlik vazifelerinde meslek dersleri (“akait,” “kelâm,” “Arapça”) vermiş, ilginçtir ki mütemadiyen ayakta tedris etmiştir. (s. 114 ve 167) *Evlâd ü iyali için giriştiği ticarî işlerde bile örneklik teşkil etmiş, herkesle iyi geçinmiştir. *”Nur” mesleğinin esaslarından “ihlâs,” “sadakat,” “iktisat,” “kanaat” ve “istiğna” prensiplerine sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. *İsmi “Abdülmecid”in Türkçe’deki karşılığını soyisim (Ünlükul) olarak almış (s. 20), 11 Haziran 1967’de ölüm döşeğinde bile namazını kılıp son nefesini öylece vermiştir. (s. 126)

Eserde Üstad’la ilgili kerametler (s. 105, 152, 165) ve tebessüm ettiren kısımlar da (s. 20-21, 83, 106-107, 125-126) var ki, dikkatinize arz etmekle yetiniyoruz!

Kısacası, bilgilendirirken düşündüren, dopdolu ve unutulmayacak bir çalışma.

Not: Vefatının yıldönümünde Abdülmecid Nursî’yi rahmetle yâd ederken mekânının cennet, ruhunun da şad olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz eyleriz...

***

BEDİÜZZAMAN’IN KARDEŞİ

ABDÜLMECİD NURSÎ

Yazan: Halil Uslu Sayfa Sayısı: 168 Ebatları: 13,5x19,5 cm Türü: Hatıra-Biyografi Yayınlayan: Yeni Asya Neşriyat Yayın Tarihi: Nisan 2008.

ORHAN GÜLER [email protected]

Feda ettim!

Bütün benliğimle bütün emvâlimi karşılığında Cenneti dahi istememek suretiyle sana feda ediyorum Allah’ım!...

Bu bir ahiddir. Bu bir sözdür. Kulun Rabbine verdiği sözdür. Herkesin huzurunda şahit tutarak feda ediyorum!

Verdiğin bütün her şeyimi hakikî sahibine karşılığında rızanı almak sûretiyle satıyorum! Zaten hakikî sahip Sensin. Satmaya hakkım yok! Emanet hakikî sahibine verilince satılmaz! Ama ben rızan için satıyorum işte… Benim olmayan malı satıyorum.. Allah’ım hakikî mal sahibi olan Sana! Sen emanet verdin. Bende rızan için geri veriyorum!...

Bütün sevdiklerimi feda ediyorum Allah’ım! Çünkü sevdiklerimin asıl sahibi de Sensin…Veren de Sensin, alan da Sensin. Senin rızan için vazgeçmek gerekiyorsa vazgeçiyorum Allah’ım! Yakup misâl ayrılığa razı oluyorum Allah’ım! Sen istemezsen vazgeçiyorum Allah’ım…

Sen razı değilsen istediğin her masivâyı terk etmeye hazırım! Bütün zerrelerimle haykırıyorum! Hazırım! Sen istemezsen olmasın Allah’ım. Sen razı değilsen en sevdiğimi de al götür benden Allah’ım… Feda ediyorum senin için bin kez daha feda etmeye hazırım…

Sahabe misâl ‘’Anam babam sana kurban olsun’’ sözünü bütün hayatımın her karesinde yaşamak istiyorum! Talep ediyorum. Fiilimle yapamasam dahi küllî niyetimle arz ediyorum Padişahım! Veremesem dahi vermeye niyet ettiğim benim olmayan bütün emvâlimi Sana veriyorum Allah’ım!

Ey Rabbim! Ben razıyım Sen’den. Sen de benden razı ol!

Ey Vedûd! Ben Seni sevdim. Sen de beni sev!

Ey Vekîl! İşimi sana havale ettim! Sende en güzeliyle cevap ver…

Not: Bu yazı bir duâ mahiyetindedir. Yoksa feda etmeyi gönül arzu etse de nefis-şeytan-ene üçgeninde kıvranan bir zavallıyım..

HATİCE DURAK

Takva yolu

Bir yola girersin ya hani taşlı, tepeli, engebeli.. İşte bu yolda yürümektir takva. Geçersin de dikenli yollardan, dikenlerin acısını kalbinde hissedersin. İşte bu acıyı hissetmektir takva. Bu kalp ki, Allah (cc) diyerek atıyor, gözlerinden kanlı yaşlar akıyor, şu aciz bedenler alev alev yanıyor.

Ehl-i Beytin yoludur diyerek girersin bu yola. Bu yolda senin üç azığın var:

Birincisi, sabır ki bu en önemli azığın. Sen bunu iyi kullan, sonunda en güzel mükâfatlara erdiğini göreceksin. İkincisi, şükür ki, bu da birinci azığın kadar önemli ve değerli. Bu azık senin malına mal, canına can katacak, hatta kurtuluşuna vesile olacaktır. Üçüncü azığın ise tevekkül ki, bu azık herkesin elinde vardır, ama bilmeyene ne yazık!

Sen sabret sabredebildiğin kadar, şükret şükredebildiğin kadar ve sonunda Yaradan Mevlâya sığın. Unutma ki seni yaratan Allah, seni senden daha iyi bilir, seni senden daha iyi görür, sana senden daha yakındır ve sana senden daha merhametli ve bağışlayıcıdır.

Bu sözü duyunca sevinmişsindir, ama sakın ola bu sende bir rahatlık uyandırmasın. Sanma ki bu yolu geçmek çok kolaydır. Daha takva yolunu yarılamadın bile unutma!

Şunu unutma ki önemsemediğin ‘’tevazu’’ bile seni takvaya ulaştırır.

Efendimiz (asm) bir hadis-i şerifinde; ‘’Allah, Müslüman kardeşine karşı tevazu gösteren bir kimseyi yükseltir. Müslüman kardeşine tepeden bakan kimseyi de alçaltır’’ diyor.

İmanın ne kadar güçlü ise takvaya ulaşman o kadar kolay olur. İmanın kuvvetli olmasını istersen Hz. Ebubekir’i (ra) örnek al. Çünkü Efendimiz (asm) "Hz. Ebubekir’in imanını bir kefeye koysalar, diğer kefeye de bütün insanların imanını koysalar Hz. Ebubekir’in imanı daha ağır basar” diyor. Çünkü Efendimiz'e (asm) peygamberlik verildiğinde onu hiç sorgulamadan, aklının köşesinden “Acaba?” diye birşey geçirmeden, kabul eden oydu.

İşte takvada Hz. Ebubekir’i (ra) örnek al.

Sakın ha, gururlanıp kibirlenme. Çünkü gurur ve kibir, ateşin kuru odunu yakması gibi sevaplarını yakıp kül eder. Bir hadis-i şerifte; “İçinde zerre kadar kibir bulunan kişi Cennete gidemez” deniliyor. Gayet açık!

Takva yolunda yemenden ödün ver! Gezmenden ödün ver! Uykundan ödün ver! Allah (cc) rızasını gözet ve O’nun adının anıldığı her yerde yer al. Sakın kimseye karşı kin besleme. Ama şunu da unutma; kimsenin nefsinin oyuncağı olma! Kur'ân-ı Azîmüşşan’a uy! Ehl-i Sünnete uy! Çünkü seni bu zorlu yolda ancak bunlar kurtarır. Ne bazı insanların seni övmesi, ne malın, ne mülkün, ne yalancı dostların, ne de makamın sana bu yolda kurtuluş olur!

İnsanları sev! Onlardan fayda göreceğin için değil ama. Allah (cc) rızasını kazanma ümidiyle sev. Onların dertlerini dinle, dertlere derman olan Yaradan Rabbim sana mutlaka bir kurtuluş yolu gösterecektir.

Bir hadis-i şerifte; ‘’Müslüman kardeşinin derdini dert edinmeyen bizden değildir’’ diyor, bunu unutma.

Sakın ola başkalarının gözüne girmek için yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatma. Her yaptığın iyiliği, hayır ve hasenâtı gizli tut. Bırak insanlar seni kimseye yardım etmiyor bilsinler. Seni Allah biliyor, O sana yeter bunu unutma! Seni gözüne girdiğin ya da girmeye çalıştığın insanlar bile kutaramaz, bunu unutma!

Kavgadan, dövüşten, küfürden, gıybetten uzak dur, çünkü bunlar seni yoldan çıkarır, gaflete düşürür. Bunların hepsinin nefsin eğlencesi olduğunu unutma!

Senden birşey isteyenlerin isteklerini kestirip atma. Şunu unutma; “Kendisine iltica ile bir ricada bulunan kimsenin ricasını kesip atanın duâ ve ricasını da Allah kesip atar.”

Bütün kardeşlerine duâ et, çünkü muhtaç olduğumuz en büyük şey ‘’duâ’’dır. Dostlarına dua et, Allah (cc) katında yükselsinler, düşmanlarına da duâ et, "İnşâallah hidayeti bulurlar” diyerek. Şunu unutma; kimin kimi kurtaracağını bilemezsin, bu sebeple herkese aynı nazarla bak. Yani ‘’Yaratılanı sev Yaradandan ötürü.’’

En ummadığın, hatta aklının ucundan bile geçirmediğin insan senin kurtuluşuna vesile olabilir. Bunları sakın unutma; sen herşeyden önce insansın, herşeyden önce kulsun ve herşeyden önce acizsin.

Amacımız rıza-i İlâhî

Yolumuz Resûlullah (asm) yolu.

Şimdi tam zamanı,

Gaflet denilen zilletten uyanmanın yolu!

N. SERKAN DAĞLI

“Son”

Bir bir dökülüyor ömür, sonbahar yaprakları gibi...

Hayat en heyecanlı yerinde bitiyor hep, güzel bir film gibi...

Şu sonu belli olmayanlardan...

Mutlu son mu, acı son mu?

Aslını sadece yazanın bildiği;

Seyircininse kendi dünyasında, hissedebildiği...

Ya da olmasını istediği gibi...

Doğru mu yanlış mı bilinmez;

Ama bir şekilde bitirir içinde...

Oynatır son sahneyi, canlandırır zihninde...

Öyle ya da böyle biter her ömür!

Uzun ya da kısa mesafede..

Ve yol öyle çetindir ki;

Mevsim kara kışta olsa da; yakar adamı!

Tabi inananı; yürekten bağlananı...

Uyutmaz hiçbir sahne onu;

Yaşla, yakarışla, umutla bekler sonu...

Büyük buluşmadır son!

Son onun mutluluğu, kurtuluşu;

Tabi gerçekten doğruysa yol!

Korkar bir yandan;

Hak ediyor muyum acaba kurtuluşu diye;

Daha bir zindan olur; bu evhamlarla daha bir zehir olur dünya...

Vazgeçer candan..

Sonumuz umut olsun!

Yüreğimiz aşkla dolsun!

Bu dünyamız da, ahiretimiz de;

Rabb’imizin koruması altında olsun İnşâallah...

BEYDA ÖZSOY

YENİLENEN DÜNYA

Her gün yeni bir dünya, doğar insan ömrüne

En taze umutlarla başlar yeni bir güne

İnsanoğlu her sabah, yeni baştan dirilir

Yeni bir sayfa ekler, geçmişin bütününe

Zaman bir uzun nehrin, köpüren dalgaları

Her an bir tablo gibi, takılırken ömrüne

Şu parlayan ve sönen su damlası misâli

Maziye gider dünler, biribiri üstüne

Kendini yenilemek, varlığın baş sebebi

Yenilenmeyen insan, yaşar körü körüne

Ömür dakikaları, altın değerindedir

Gafil kişi yürür de, hep sürüne sürüne

Kitap, müzik ve san’at bir ömrün gergefinde

Kadir kıymet biçilmez, bir an tefekkürüne

KİTAB’ın ilhamına, ruhumuz pek de muhtaç

Okumak ve düşünmek; şevki veren gönlüne…

Dr. HİKMET ERBIYIK

Nur kervanı Barla’da

Mayıs ayının sonunda her sene yaşadığımız tatlı telâş yine başlamıştı…

Zira ilk medreseye, Nur’un parladığı beldeye yolculuk vardı. Kırk beş kişilik programımıza bu sene de başlıyorduk. Okuyacağımız dersleri, sunacağımız seminerleri, gezeceğimiz menzilleri tayin edip düştük yollara… Haremeyn-i Şerifeyn için derler ya “Gitmeyende bir, gidende bin özlem vardır” diye. Teşbihte hata olmasın, bizim kardeşler arasında ilk gidecek olanlarda görmenin heyecanı varken, önceki yıllarda gitmiş olan kardeşlerde tekrar vuslata ermenin süruru vardı.

Bir senenin ardından bedenin, ruhun, kalbin huzura erip sükûna ulaşcağı hafta başlıyordu. Tüm latifeler bayram ediyordu… İlmi müzakereli marifet dersleriyle aklımız, tefekkürî muhabbetullah bahisleriyle kalbimiz ve ruhumuz, Barla’nın harika manzaralarıyla gözlerimiz, tesislerimizin nefis yemekleriyle midemiz… İşte böyle dopdolu bir program için 30 Mayıs Pazar sabahı düştük İzmir’den Barla yollarına…

Heyecanlı yolculuğumuza devam ederken öğreniyoruz ki, Denizli Yeni Asya okuyucularının geleneksel pikniği var. Yolumuzun üstü deyip pikniklerine katılıyoruz. Uhuvvet ve muhabbet çaylarıyla karşılıyorlar bizleri. Piknikte tanıştığımız dershane talebelerini okuma programımıza davet ediyoruz. Memnuniyetle kabul edip gelmeye karar veriyorlar ve ayrılıyoruz Denizlili kardeşlerden...

Tekrar düşüyoruz Barla yollarına. İkindi vaktinin yorgunluğunda ayak basıyoruz Yeni Asya tesislerine. Defaatle yüreğimize çekiyoruz Barla’nın nur ve gül kokusuyla mezc olmuş havasını. İlk akşam dersimizi Hasan ağabeyden dinliyoruz. Uzun uzadıya Ahmet Feyzi ağabeyden bahsediyor: O, nurun fahrî avukatı… O, Mehdi-i Azam’a bütün mevcudiyetiyle tâbi olmuş inanmış bir fedai… O, müdafaasının sonunda “İşte Mehdi, işte Deccal!” diyen kahraman müdâfî…

Ve nurlu haftamız başlıyor. Sabah namazlarından sonra, uykusunu yenen kardeşler cennet bahçesi, Üstadın evi ve kabristana doğru tefekkür yolculuğuna çıkıyorlar. Ve saat 8’deki müzakereli derslerimizle başlıyoruz güne. Sabah nur dersi, öğlen nur dersi, akşam nur dersi… Akıl, kalp, ruh vs manevi midelerimizi iyice doyurmaya çalışıyoruz. Sabah derslerimizi heyecanlı ve coşkulu ifadeleriyle Nurbanu ablamızdan dinliyoruz. Akşam derslerini içtimai, siyasi, meslek ve meşrebe dair meseleleri kırk senelik hizmet tecrübelerine dayanarak ifade eden Hasan ağabeyden dinliyoruz. Manisa’dan bahar, Nevşehir’den Hatice, Maraş’tan Kadriye, Nazilli’den Gül ablamızın katılımlarıyla programımız renkleniyor. Böyle yoğun derslerin yanısıra gezmeyi de ihmal etmiyoruz. Çamdağı ve ‘Barla denizi’ ilk gezi yerimiz oluyor. Yıldız Saraylarına değişilmeyen yüz metrelik irtifada olan kesilmiş katran ve çam ağaçlarını ziyaret ediyor, o ulvî makamlardan ağaçların hemhemelerini dinleyip kâinatı temaşa ediyoruz… Eğirdir gölü oldukça celâlli o gün, yanına yaklaşılmıyor bile… Ya Celîl, Ya Celîl zikirlerine biraz şahit olduktan sonra tesislere geri dönüyoruz.

Barla’da bir de tepeden tırnağa “Yeni Asyacı” olan Halil amcamız var. Başka bir gün onu ziyaret ediyoruz. Evinin duvarına “Yeni Asya’nın Barla evi” yazılı bir tabela asmış ve diyor ki: “Tepeden tırnağa tüm zerrelerimle Üstadımızın Mehdi-i A’zâm olduğuna inanıyorum!” Bu sözün üzerine “Amennâ”dan başka ne denir ki? Biraz sohbet ve dersten sonra geçen yaz vefat eden Mehmet Güvenç ağabeyimizin eşi Mukaddes teyzeyi ziyaret ediyoruz. “O vefat edince yanlızlık zor oldu ama alıştım” diyor. Oradan Barla kahramanlarının ikamet mekânı olan kabristana uzanıyor yolumuz. Merhum Mehmet ağabeyin kabrini, uzun bir arayıştan sonra ancak bulabildik. Hayattayken de görünmeyi, bilinmeyi, fotoğrafının çekilmesini istemeyen Mehmet ağabey, vefat edince de adeta nazarlardan gizlenmek istiyordu. Arayışımız sonucunda, babası Mustafa Çavuş’un hemen yanıbaşında buluyoruz isimsiz kabrini… Herkeste bir sessizlik… Ölümü tefekkür ediyoruz… Mezarı başında ruhuna Yasinler, Fatihalar, selâmlar gönderiyoruz, bizi görüp duyduğunu düşünerek. Ve Barla fedailerinden müsaade isteyip, ayrılıyoruz kabristandan, dilimizde onlara birazcık olsun benzeyebilme duâlarıyla…

Her fani ve güzel şey gibi okuma programımız da bitiyor. Bize teselli veren ise, bekaya namzet manzaraların olması… Kampımızın son günü yeni bir geziye çıkıyoruz. Eğirdir’de tekne turu yapıyoruz. Hep kıyısından gölü tefekkür ederken şimdide gölün üzerinden dağları temâşâ ediyoruz. Tekne turunun ardından yörük çadırlarına çıkıyoruz. Allah’ım o ne manzara! Göl ayaklarının altında… Yeni tanzimiyle ilk biz misafir oluyoruz çadıra. Namaz ve tesbihatlarımızla nurlanıyor yörük çadırı. Bir yandan gözlemelerimizi yiyip diğer yandan kardeşlerimizin Hanımlar Rehberi sunumunu dinliyoruz. Öyle harika bir ortam ki hiç kimse gitmek istemiyor. Yörük çadırlarından sonra son kez gölün kıyısına gidiyoruz. Barla denizi bu kez daha sakin. Mavi ve yeşilin muhteşem âhengi dinlendiriyor ruhlarımızı. Akşama doğru tekrar Barla’daki yuvamız olan Yeni Asya tesislerine dönüyoruz. O akşam herkes biraz mahzun, biraz sürurlu. Hem çok istifade ve feyizli bir program geçirmenin verdiği sürur, hem de son akşamı yaşıyor olmanın verdiği hüzün.. Son akşam dersimizi ihlâs düsturlarından alıyoruz.

Ve pazar sabahı yine erkenden kalkıyoruz. Sabah namazında rahmet nüzûl ediyor sema canibinden. Sabah dersimizde Emirdağ Lâhikası’ndan şahs-ı manevinin ehemmiyeti ve bâkî hakikatlerin fâni şahıslar üzerine bina edilemeyeceğine dair birkaç mektup okuyoruz. Şahs-ı maneviye dair bu dersimizin ardından veli-i kâmil hükmündeki bir vücudun azaları olmanın farkını ve bize kazandırdıklarını müşahede ediyoruz. Başlayacak olan yoğun okuma programlarının öncesinde böyle bir hafta geçirmenin getirdiği süruru paylaşan kardeşlerle seneye tekrar orada bulunma temennileriyle ayrılıyoruz.

Elveda ey nurun parladığı belde…

Elveda ey adım adım Üstadımızın hatıraları olan belde…

Elveda ey ruhların sürura erdiği belde…

Elveda ey çınar ağacı, Eğirdir gölü, Çamdağı

Ve elveda Barla…

Gül şehri, kahramanlar şehri Isparta’ya doğru düştük yola. Isparta Ulu Camii’nde mevlide katılıyoruz. Türkiye’nin dört bir yanından nur kardeşler var. Uhuvvet ve muhabbetle kucaklaşıp kaynaştı dostlar.. Yıllardır birbirini görmeyenler bir araya geldi, yeni dostluklar tesis edildi, ahiret kameralarına bâkî manzaralar gönderildi.. Böyle güzel ortamlara vesile olan kardeşlerimizden Allah razı olsun..

Isparta’daki kardeşlerle vedalaşıp İzmir’e doğru yeni bir aşk, şevk, gayret ve coşkuyla yola çıktık… Hasan Şen ağabeyimizin şu şiiri dolanıyordu zihinlerimizde:

“Kaynayan ulvî dâvâ coşkusu

Gönülde yatan hizmet arzusu

Dillerde söylenen zafer türküsü

Gelen nesl-i cedid nur ordusu

Ey nurdan cevher okuyan kervan

Yepyeni bir ufukla, geçin Barla’dan

Ey dâvâ çilesi yüklenen kervan

Müjdeler alarak geçin Barla’dan”

NURAYŞE ARI

Barla programı ve Isparta Mevlidi

Ebu’d-Derda’dan (ra) rivayet ediyor: Gücünüzün yettiği kadar gönlünüzü dünya kaygılarından boşaltınız. Çünkü, kimin en büyük kaygısı dünya ise, Allah onun meşguliyetini arttırır, fakirliği gözünün önüne diker. Kimin en büyük kaygısı âhiret ise Allah onun işini toparlar, gönlünü zengin eder. Kim bütün gönlüyle Allah’a yönelirse, Allah mü’minlerin kalplerini sevgi ve şefkatle ona doğru koşturur. Bizzat Allah da her hayrı en sür’atli bir şekilde ona yetiştirir.

Geçen yıl yurt dışındaydım, ruhsuz bir dünyadaydım sanki. Gerçi orada da Risâle dersimiz oluyordu, ama buradaki programlar ve dersler gibi doyurucu olmuyordu, çünkü ferdî derslerdi. Bir kişi yapıyor, diğerleri dinliyor.

Türkiye’min her biri ayrı bir yerinden nurları daha iyi anlamak, yaşamak, anlatabilmek amacıyla Risâle-i Nur üniversitesinde talebe bacılarımla ihlâsla isteyen her gönle yeni ufukların kucak açtığı bir yerde, Barla’da, Denizli’den bacılarımızın da katıldığı bir program yapmak nasip oldu.

Zamanın bütün yıkıntı, buhran, dehşet ve engellerini yenerek geleceğe ümit ile bakan hizmet erleriyle. Öyle bir hizmet erleri ki, düşünüp, düşündürecek, dikkat ve itina ile başlayan, başlatacak. İyi şeyler nurlu sayfalar yazacak, yazdıracak. Nurlardan, ihlâsdan, tesanüdden, uhuvvetden kopmadan, bulundukları her mekânda kendinden sonraki geleceklere ümit, şevk, istikameti halleriyle anlatacaklar. Risâle-i Nurlarla mukaddesatımızı yaşatmak için bu güne kadar gayret ettiniz, durdunuz. Sizlerin nur saçan biri olmanızı bekleyenleri mahçup etmediniz.

Siz; sahabe hanımları örnek alan ‘nurlu bacı’larım, bana ümit, şevk, verdiniz. İnanıyorum ki, toprakda saklı olan elmasları ortaya çıkaracak hasiyete malik Risâle-i Nurlar ile özleşme çabalarınız bu programla şahikaya çıktı.

Ve; benim için çok ayrı bir anlamı olan bu okuma programını, Rabbim İnşallah her sene nasip eder. Rabbimin ihsanıyla Isparta Mevlidine de katılmak nasip oldu. Barla’dan Isparta’ya gelişimiz İsmail Ağabeyin dersleriyle nurlanırken, Isparta’da her biri ayrı yerden gelen nur pınarlarıyla ayrı bir çoşku yaşadım. Malatya, Doğanşehir’in nurlarını temsilen gençlerle şevk veren aşkıyla Ayşe Ablamı görmek, Yalova’daki kardeşlerimle hasretli kavuşma, Van’ın Horhor’un gülleriyle ayrı bir boyutta benim şevkimi arttıran kardeşlerimizden ayrılık bir hüzün yaşatırken, Rabbimin lütfuyla Tireli kardeşlerimizle geçen yolculuk hüznü neşeye dönüştürdü, şevki şahikaya çıkardı.

Nazmiye Ablamızın Isparta Mevlidine gelirken yazmaya başladığı, Isparta’da tamamladığı şiir bizim kalplerimize Isparta’daki hazzı bir kere daha yaşatırken, bir başka Tireli kardeşimizin ruhlarımıza tercüme olan Nazmiye Ablamızın sesinden dinlediğimiz şiiriyle ayrı bir nurlu âlemin ufkuna tırmandık. Sabri Ağabeyimizin, Muzaffer Ağabeyimizin ilahileri ve dersleriyle, bir başka kardeşimizin tesbihat dersleriyle ayrı ufukları dolaştık. Muzaffer Ağabeyimizin Sakarya Türküsü de yolculuğumuza ayrı bir güzellik kattı.

Kampı ve yolculuğumu soranlara anlatmanın mümkün olmadığını, ancak yaşanılarak anlaşılabileceğini söyledim.

Böyle bir güzelliği paylaştığım bütün kardeşlerime teşekkür ediyorum.

GÜL ERBİLEN [email protected]

Isparta, nurların diyârı

(6 Haziran 2010 Isparta Mevlidi Anısına)

Hep birlikte yolculuk için niyet ettik;

Yedi Âyete’l-Kürsî, üç İhlâs, bir Fatiha ile

Düştük kardeşlerimizle Isparta’nın yollarına.

Sevinç, heyecan ve huşu içinde, hasretle;

Görmek için Üstadımızın menzillerini.

Niyetimiz yiyip-içip gezmek değil;

Bir arada hep beraber olmaktı.

Muzaffer kardeşin okuduğu Sakarya da

İçtiğimiz bir bardak soğuk su da;

Yol alıp, Nur deryasına dalmaktı.

Üstadım bu dâvâ nasıl bir dâvâ?

İlâhileri ile coştukça coştu kardeşlerimiz.

Gözlerimizin içi güldü, mutluyduk hepimiz.

Böyle gezilerin tekraren devamını dileriz.

Barla’da vardım indim “Cennet Bahçesi”ne

Kulak verdim öten kuşların sesine.

Karşıdan mahsun bakakaldım;

Barla’nın uzayıp giden masmavi denizine.

Yürüyüp Üstadımın evine vardım ki;

Orada gördüm, kutlanıyor sanki bir bayram.

Görenler orada Barla’ya kaldı hayran.

Kıl çadırda içtim soğuk bir ayran.

Oturup insanlara sordum, nereden gelmişler?

Van, Urfa, Batman, Adıyaman’dan

Sohbet edip, şöylece yüzlerine baktım.

Hepsinin bal damlıyordu dudağından.

Sav Kabristanı Yasin-i Şerif ile inledi

Hüzünlü gönüller huşu ile bu sesi dinledi.

Ruhlarımız Mehmet Şerif kardeşin duâsıyla;

Ahrette Yüce Zatından himmet diledi.

Isparta’nın gülleri pembe diken, ala bürünmüş.

İnsanların misler gibi gül kokusu sürünmüş,

Kafile kafile ihvanların yollarında görünmüş.

Çok haz ettim bulunduğum mekândan.

Eser kalmamış kırk yıl önceki;

Korkular salan yasaklı zamandan.

Isparta’yı bilirdik güllerin diyarı

Şimdi ise olmuş nurların teşhir fuarı.

Gelip buraya yerleşmiş nurun ordusu.

Kalmamış artık kimsede hapis korkusu.

Sadece söz ediliyor İman ve Kur’ân’dan

Ya Rab!…

Bu dâveti yapan nasıl yüce bir kumandan.

Mevlüt sonrası otobüsler yollara döküldü dizi dizi.

Sana müteşekkiriz Üstadım.

Rahmetinle ıslatıp, nurunla uğurladın bizi.

Bu seyehati yaptıran, tadı damağımızda bırakan

Celal Bey, Osman Bey, Ünal Bey unutmadık sizi.

NAZMİYE KESELİ

12.06.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Elif Eki

  (05.06.2010) - Zulüm devam etmez

  (29.05.2010) - Feth-i Mübîn

  (22.05.2010) - Mazhar Osman’dan ibretli bir hamiyet-i milliye dersi

  (16.05.2010) - Risale-i Nur gençliği

  (08.05.2010) - Sen benim için gönderilmiş şefkat kahramanısın anne!

  (24.04.2010) - Birinci Meclis tarumar edildi

  (17.04.2010) - ‘Mevlid’ veya ‘Kutlu Doğum Haftası’

  (11.04.2010) - AYASOFYA DA BİR "AÇILIM" BEKLİYOR

  (03.04.2010) - Üçü de Nisan yağmurlarıyla toprağa düştü...

  (27.03.2010) - Medreselerin ıslâhında Medresetü’z-Zehra


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.