Fikr-i sabit bir duruşla vara yoğa saldırış, her halde, ruh hâleti sağlamların tabiatı değildir.
Bu davranış, zılgıt yemiş bir kimsenin müzminleşmiş yarası. Zaman zaman bu yarayı kaşımak, ne insanlığın ne de İslâmlığın işidir.
Hiçbirimiz hatadan, kusurdan hâlî değiliz. Dünümüze dönüp şöyle bir baksak, kim bilir hoşlanılmayacak nelerimiz var, nelerimiz kim bilir!
İnsanlar hakkında, zanla hüküm verilmez; verilse de, “adalettir” denilmez. Özellikle su-i zan, zannedeni minareden düşürür.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîmde, “Ey inanan (mü’min)ler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü bazı zan (vardır ki) günahtır”1 buyrulmaktadır.
Zannı ile bir şeylere saldırmak, ancak Don Kişot’a mahsus bir davranış biçimi.
Kendisini kahraman, yel değirmenini de düşman gören Don Kişot, çekmiş mızrağını, yürümüş üstüne. Bu davranış, hasta ruhun dışa vuruş hâlidir.
Zannı, yel değirmeni; dilini ya da kalemini mızrak yapan bir kısım zatların da egolarını tatmin etmek için ne İtalyan olmaları, ne de 1600’lü yıllara gitmeleri gerekir. Çünkü ellerdeki kara fırça, değirmenden değerli!
“Çamur at, çamur at; tutmasa da iz bırakır”, bir Yahudi atasözü.
İster çamur atılsın, ister fırçayla karalansın, ister süngüyle yaralansın; bühtan için fark etmez.
Müslüman olduğunu söyleyen, öyle olduğuna da inandığımız ben, sen, o!
Gelin, zıvanadan çıkmayalım!
Bu dünya hayatının ahirinde bir ahiretin, hesabın, kitabın var olduğunu elimizi şakağımıza koyup, bir defa daha hatırlayalım. Zira bizler dindaşız, gönüldaşız, kardaşız.
Ne kadar çok “bir”lerimiz, birlikteliklerimiz var, değil mi?
Bu hakikati görmezden gelmemiz, hakikatli bir davranış değildir.
Üstadımız, “Hakk’ın hatırı âlidir, hiçbir hatıra feda olunmaz”2 demiyor mu?
Madem öyle; rüzgâr gülü olanların renklerine bürünme.
Değirmeni görür görmez, “düşman” deyip, yürüme.
Zira “Bir gün olur, hesap döner!”
Dipnotlar:
1- Hucurât Sûresi, 12.
2- Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, 104.