"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Eski bayramlar eski domates ve patatesler

Aziz ÖZKAN
07 Temmuz 2016, Perşembe
Başlığa bakınca ne alakası var bayram ve domates ve patatesin diyebilirsiniz. Tadı damağımda, hatırası kalbimdedir. Annemin kaynattığı ve tuza bana bana yediğim patateslerin.

40 yıl önceki ekmek fırınlarını hatırlayın lütfen. İnanın fırından yeni çıkmış ekmeğin mis gibi kokusu kaldı mı, sadece çay ile yavan olarak yenen ekmek.

Veya o ekmeğin yanına üstüne tuz serpilmiş yaz domatesi; kimin iştahı çekmez ki. O mis kokulu ekmekleri, börekleri, tahinli çörekleri, tadına doyamadığımız simitleri, pastaları çok özledik.

Günümüzde genellikle 40 yaş üzerindekilerin sıkça kullandıkları sözler arasında “nerde o eski meyveler, sebzeler“ cümlesi yer alır. Domates, domates gibi kokardı, elma, elma gibi… Şimdilerde sadece görüntüleri benzer durumda. Yoksa ne tadlarının ne de kokularının temsil ettikleri sebzelere yakınlığı yoktur.

Bayramlara gelince çocukluğumuzdaki bayramları hatırlar hep iç geçiririz, ’Nerde o eski bayramlar’ diye.

Bayram demek yeni elbise, yeni bir çift ayakkabı demekti çocuklar için ve bayram şekerleri, verilen harçlıklar. Neşeyle beklerdik bayram sabahlarını. Gün doğmadan uyanırdık, bayram bir an önce başlasın diye.

O günlerde herkesin birbirine verecek bir şeyi vardı mutlaka; sevgisi, güler yüzü. Hoşgörüsü. Küsler bayramda barışır, büyükler atlanmadan ziyaret edilirdi.

Bu gün eski heyecanlar yaşanmıyor. Bazen gelen bayram mı, değil mi insan anlayamıyor. Bayram denince tatil geliyor akla. Bayramlar mı güzelliklerini yitirdi? Biz mi bayram sevinçlerimizi? Evet, şair Abdürrahim Karakoç bu özlemi ne güzel dile getirmiş: “Ben gurbet ağzında bulgur aşıyım.”

Eski bayramlarımızı anlatırken de; 

Ana, bu bayram mı? Aman çok ayıp/ Çocukken gördüğüm bayramlar hani?

Mübarek elleri öpüp, koklayıp/Yüzüme sürdüğüm bayramlar hani?

Hani ya o özlem, hani ya o tad? /Ne dışım kaygusuz, ne içim rahat

Haftalar öncesi her gün, her saat /Babamdan sorduğum bayramlar hani?

2014 yılında Antalya’ da tarım danışmanı ziraat mühendislerine bitkilerdeki hastalık ve zararlılar, kimyasallar, hormon vb. eğitim verirken; “Nerde o eski yaz domatesleri ve annemizin haşladığı ve tuza banarak yediğimiz patatesler demiştim.”

Sanırım 50 yaşlarında bir ziraat mühendisi ayağa kalktı, dedi ki; “Tadlar aynı fakat biz yaşlandığımız için o eski tadları alamıyoruz.”

Tıp hocalarından bu konuyu duyduğunu, insan yaşlandıkça tat alma tomurcukları gençlere göre azaldığından eskisi gibi tadları alamadığımızı söyledi. Konuya bu noktadan hiç bakmamıştım.

İnsan bedeninin hayati fonksiyonlarının devam edebilmesi için yemeye ve içmeye ihtiyacı vardır. Böylece trilyonlarca hücremizdeki işlemler için gerekli enerjiyi temin ederiz. Yemek yerken, aslında sağlığımızı doğrudan doğruya etkileyecek kararları da alırız. Neyi yememiz neyi yemememiz gerektiğini biliriz. Hangi gıdaların besleyici ve yenilebilir olduğunu, hangilerinin besin değeri taşımadığını, hangilerinin zararlı olabileceğini anlarız. Kötü tadlarını hemen algıladığımız çürümüş veya bozulmuş gıdaları çöpe atarız. Ekşilik oranına bakarak, olgun bir meyveyi ham olanından ayırt ederiz. Asitli bileşikleri ekşi tadlarından, zehirli maddeleri de yoğun acı tadlarından tanırız.

Dünyada 20.000 yenebilir bitki türü olduğu tahmin edilmektedir. Gerçekten de katı ve sıvı gıdaların çeşitliliği dikkat çekicidir. Ancak tüm bu çeşitliliğe rağmen, farklı tadları birbirinden ayırt etmek bizim için oldukça kolaydır. İşin sırrı Cenabı Hakkın dilimizde yarattığı alıcı sinir uçlarında gizlidir. Bu sinir uçları tat alma tomurcukları olarak nitelendirilmiştir.

Bu konu ile alakalı Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bakınız ne diyor: “Hatta rızkın çok envâından yalnız bir nev’inin tadlarını tanımak için, lisanda kuvve-i zâika namında bir cihazla mat’ûmat adedince mânevî, ince ince mizancıklar konulmuştur.” (28. Mektup, Birinci Risale olan Birinci Mesele)

Tatlı besinleri algılayacak olan tomurcuk şeklindeki alıcı sinir uçları dilimizin yan kenarı ve ön kısmında bulunmaktadır. Tuzlu besinleri algılayacak olan reseptörler dilimizin orta kısmındadır. Ekşi ve acı besin maddelerini algılayacak alıcılar ise dilimizin arka kısmında bulunmaktadır.

Dilimiz üzerinde bulunan her bir tomurcuk üzerinde on ile elli arasında alıcı hücre yani reseptör bulunmaktadır. Aldığımız besinlerin aşırı soğuk ya da sıcak olması tat tomurcuklarını olumsuz etkilemektedir. Aşırı uyarılma ile birlikte alıcı hücreler ölmektedir. Bu hücrelerin kendini yenilemesi yaklaşık yaklaşık 2 haftayı bulabilmektedir.

Dilimiz üzerindeki tat tomurcukları sayısı kişiden kişiye değişiklik göstermektedir. Genç insanların dillerinde tat tomurcukları yaşlı bir insana göre ortalama iki kat daha fazladır. Genç bir insanda neredeyse 10.000 adet tat tomurcuğu bulunmaktadır. Bu tat tomurcuklarının sayısı yaşlandıkça azalmaktadır. Bundan dolayı genç insanlar yaşlılara göre daha iyi tat alabilmektedir.

Bazı kişiler dil üzerindeki tat alıcılarının özelliğine bağlı olarak aynı tat üzerinde farklı yorumlar yapabilmektedir. Yani bir besin birine aşırı tatlı gelebilirken diğer bir kişiye normal gelebilmektedir. Günlük yaşamdan örnek verecek olursak; kimisi çorbasına çok fazla tuz koyarken, kimisi zaten tuzlu olduğunu düşünebilmektedir. Bu durum kişisel tat algıları ve alışkanlıklarla açıklanmaktadır.

Tad tomurcukları yaşlılarda azalmasının nedenleri arasında; ağız ve diş ile ilgili nedenler, çeşitli ilaçların kullanımı ya da zehirli maddeler ve enfeksiyonlar, çeşitli psikiyatrik nedenleri sayabiliriz.

Tıp bilimine göre meyve ve sebzeler eskisi gibi olsa da yıllar ilerledikçe çeşitli nedenlerden dolayı bu tad tomurcukları azalmasına bağlı olarak tadlarını tam alamıyoruz.

Hal böyle iken benim de katıldığım bir gerçek var ki; İngiliz bilim insanlarına göre sebze ve meyveler 70 yıl öncesine göre çok az vitamine sahip. Yaşlılardan sık sık duymaya alışık olduğumuz “Nerede eski domatesler, o mis kokulu naneler’” özlemini artık Londra’daki Thames Valley Üniversitesi’ndeki araştırmacılar da söylüyor.

İngiliz bilim insanlarının yaptığı araştırmaya göre, “sebze ve meyveler dış görünüşleriyle güzelleşirken; içerdikleri vitamin ve mineraller açısından 70 yıl öncesine göre fakirleşti.”

Beslenme uzmanı Prof. Tim Lang’ın İngiliz beslenme Enstitüsü’nde yayınlanan raporuna göre durum alarm verici. 70 yıl içinde mineral ve vitamin oranındaki düşüşü oldukça ciddi boyutlarda. Eskiden 1 portakal yiyerek aldığımız vitamin ve mineral miktarını elde etmek için bugün 10 portakal yememiz gerektiğini açıkladılar. Portakaldaki vitamin oranı yüzde 20 düşme göstermiş.

Nasıl ki eski tohumlar, eski meyve ve sebzeler mineral ve vitamince çok zengindi. Aldığımız tadları hala yâd ediyoruz. Şimdiki meyve ve sebzeler de mineral ve vitaminler oldukça azaldığından o tadları alamıyoruz.

Aynen onun gibi eskinin bayramlarında ruh vardı. Sevgi vardı, saygı vardı, edep vardı. Karşılıksız, riyasız sevgiler, dostluklar, arkadaşlıklar vardı. Ondandır ki unutamıyoruz. Şimdi ise sebze ve meyvede azalan mineral ve vitaminler gibi, Bayramları bayram yapan o yüksek hasletlerde azalma ve bir yozlaşma var ki, bayramlar bizi tatmin etmiyor. O günleri hatırlayan kişiler haklı olarak hayıflanıyorlar.

İnternetten gönderilecek ramazan bayramı mesajlarını kopyala yapıştır yapmak yerine gidebiliyorsanız gidin, gidemiyorsanız arayın bu bayramda eşi, dostu, sevdiklerinizi…

Günlerinizin özlemini çektiğimiz bayramlar ve yaz domatesleri tadında olması dileği ile hoşça kalın.

Okunma Sayısı: 2391
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı