"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Bediüzzaman’ın hidemât-ı bergüzide-i vatanperverânesi”

Cevher İLHAN
23 Mart 2015, Pazartesi
Bediüzzaman, Birinci Dünya Savaşında talebeleriyle Doğu Milis Teşkilâtını kurarak Erzurum-Pasinler’de ve Van-Bitlis cephesinde Gönüllü Alay Kumandanı olarak Ruslara ve Ermeni komitacılara karşı savaşır ve esir düşer.

Bediüzzaman’ın “Bitlis gönüllü kumandanlığı vazîfesiyle tavzîf olunduğu ve Muş’un sükûtunda (düşmesinde) orada kalan on iki topu kurtararak Bitlis Muhârebesine iştirâk ile orada mecrûhen (yaralı olarak) esîr düştüğü” Harbiye Nezâreti (Millî Savunma Bakanlığı/Genelkurmay) Tahrirat Dairesi Kalemi tarafından Musul Valisi Memduh Beyefendi Hazretlerine şifre “mahrem ve müsta’cel (gizli ve âcil)” olarak bir yazı ile sorulur. (Muamelât: 5593, 21 Temmuz sene [1334)

Harbiye Nâzırı (Genelkurmay Başkanı) Enver Paşa’nın ve diğer kumandanların hayranlıkla takdir ettikleri “keçe külâhlılar” fedâîlerinin başındaki Bediüzzaman, esâret dönüşü “talebeleriyle birlikte Kafkas cephesinde muharebeye iştirak eylemiş ve Ruslara esir düşmüş bir âlim” olarak devrin gazetelerinde duyurulur ve bir kahraman olarak İstanbul’da karşılanır. Bediüzzaman’ı Harbiye Nezâretine dâvet edip hal-hatır soran Enver Paşa, yüksek rütbeli kumandanlara “Bu hoca, Şarktaki savaşlarda Rus kazaklarına karşı koyan bu hocadır” diye tanıştırarak cephelerdeki cansiperâne mücâhedesini takdirle “harp madalyası” takdim eder. Ve Pasinler’de harp cephesinde, avcı hattında, düşman gülleleri altında te’lif ettiği “İşârât’ül İ’câz” tefsirinin tab’ını teklif edip kağıdını temin eder.

Bu arada Bediüzzaman’ın Kafkas cephesindeki kahramanlıklarının yanı sıra ilmî vukûfiyetinin farkında olan Enver Paşa, İstanbul’da kurulma aşamasında olan Dâr-ül Hikmeti’l İslâmiye’ye ordu kontenjanından âzâ olarak seçilmesini hükûmete teklif eder.

Peşinden Bediüzzaman’a, vatana ve istiklâliyete dair hizmetlerinden dolayı Osmanlının en yüksek ilmî payesi verilir. “Âtıfetlû Efendim Hazretleri!” başlığıyla, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi’nin Bediüzzaman’a “mahreç mevleviyeti” de denilen Osmanlıdaki bütün resmî ulemânın başı “başmüderris”ten sonraki ilmî rütbe “mahreç pâyesi” verilmesi tezkeresi Padişâha iletilir. (18 Zilkade 1336 / 26 Ağustos 1334)

Bediüzzaman’a “mahreç pâyesi” verilmesine dair “Dâr’ül - Hikmeti’l-İslâmiye azâsında Bediüzzaman Said Efendiye mahreç pâyesi tecih olunmuştur. Bu irâde-i seniyyenin icrasına Meşihat (Diyanet Dairesi) memurdur” diye takdim edilen tezkere ve ek lâyiha, 7 Eylül 1918 tarihinde Padişah Mehmed Vahdeddin’e sunulur. İki gün sonra 9 Eylül’de büyük vatanî hizmetlerinden dolayı Bediüzzaman’ın “mahreç” payesiyle taltifi muvafık bulunur.

Tezkerede, “Bitlis’te Ruslarla vukua gelen muhâberata (savaşa) iştirak edip esir düşmüş; aşâirin (aşiretlerin) harbe sevki hususundaki mesâi-î hâmiyetmendânesine (hâmiyetli mesâisine) ve müşâhid olan hidemât-ı bergüzide-i vatanperverânesine (seçkin vatan hizmetlerine) binâen bir rütbe-i ilmiye ile taltifi Harbiye Nezâret-i Celîlesinden iş’ar olunmuş (bildirilmiş) ve âhiren (sonra) Dâr’ül Hikmeti’l İslâmiye azâlığına tayin olunarak tanzim edilen irâde-i seniye layhası leffen (yazılı mütalâa ile iliştirilmiş – ekli olarak) arz ve takdim edilmiştir” denilir.

Kısacası, resmî belgelerle Bediüzzaman’ın vatanî ve millî hizmet ve mücahedesinin tevsik olunur.

İBRET

Hilâl ve yıldız

Bediüzzaman, Lemaat adlı eserini 1921 senesinin Ramazan ayında te’lif eder. Risale-i Nur’a Sözler’in sonuna dercettiği ve “Çekirdekler Çiçekleri” adını da verdiği Lemaat’ın başına, Arabî ibâre ile “Ramazan hilâli ve Bayram hilâli arasından” notunu yazar.

Eserin başındaki “ifâde-i merâm”ın sonuna, “Şu eserimde üstadım Kur’ân’dır, kitâbım hayattır, muhatabım yine benim. Sen ise, ey kàri (okuyucu), müstemi’sin (dinleyicisin). Müstemiin tenkide hakkı yoktur; beğendiğini alır, beğenmediğine ilişmez. Şu eserim, bu mübârek Ramazan’ın feyzi olduğundan, ümit ederim ki, inşaallah din kardeşimin kalbine tesir eder de lisânı bana bir duâ-i mağfiret bahşeder veya bir Fâtiha okur” tavzihinde bulunur.

Tevâfuktur, Lemaat eserinin en son beytinin en son satırı da “hilâl ve yıldız” olarak yazılır. “Bir zemine bir semâya bakar... Orada ezhâr ve esmâr, burada hilâl ve yıldız.” (Matbu Lemaat, 48)

1921 Ramazanı’nın ilk hilâlinde başlayıp Bayram hilâlinde biten Lemaat’ın ebced hesâbıyla te’lif tarihi de aslı Arapça yazılan “Ramazanın iki hilâlinden doğmuş bir edep yıldızıdır” hâşiyesinden Rumi 1337, Milâdî 1921 olarak çıkar.

Bu vakıayı Bediüzzaman’ın yanındaki yeğeni Abdurrahman şöyle kaydeder: “Tesadüf-ü garîbedendir ki; Lemaat kitabının tarihi ‘Hilâl Yıldızı’ çıktı. Hem de tesadüfî olarak kitabın ahirinde (sununda) de hilâl ve yıldız kucak kucağa gelmiş... Tabiatını serbest bırakarak hiç nazım yapmadığı halde; bu kitap tamamen sancak marşının vezni gibidir. Semâdaki Hilâl-Yıldız, sancak-ı İslâm’ın resmini tersim etti (resimledi.)”

“Amucama dedim; ‘Kitabındaki tesâdüfü, sahife-i semâ da tanzir ediyor. (Kitabının hilâl-yıldız tevâfuka gökyüzünde de nazire yapıyor (görünüyor.)’

“Cevaben dedi ki; ‘Ben zaten tesâdüf denilen şeyi kabul etmem. Her şeyde bir hikmet var... Hem tesâdüf, tekerrür etse, tesâdüf olamaz, bir kasdı ihsas eder. Kâinat birbiriyle münâsebettardır: O dakik münâsebetin mânâları var. Vâzıhan (açıkça) bilmediğimiz için tesâdüfle tâbir ediyoruz.

“İşte bütün bunlardan tefeül çıkıyor ki; i’lâ-i kelimetullahın bayrağı olan Hilâl-Yıldız bayrağı te’âlî edecek (yücelecek), eski şevketini bulacaktır İnşaallah.” (Abdulkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursî, Mufassal Tarihçe-i Hayatı, c.1, 496)

TESBİT

“Tükürün  o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!..”

Çanakkale muharebeleri devam ederken, İstanbul’da, İngilizlerin desîseleriyle şeyhü’i-İslâmı ve diğer bazı ulemayı lehlerine çevirmeye çalışmalarına mukabil Bediüzzaman, “Hutuvat-ı Sitte (Şeytanın altı aldatması)” adlı eseriyle, İngilizlerin İslâm âlemi aleyhindeki müstemlekecilik siyasetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa neşreder. Anadolu’daki Millî Kurtuluş Hareketini destekler.

Kendi ifâdesiyle, “Bir zaman İngiliz devleti İstanbul Boğazının toplarını tahrip ve İstanbul’u istilâ ettiği hengamda, o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesinin başpapazı tarafından Meşihât-ı İslâmiyeden dinî altı sual soruldu. Ben de o zaman Dâr’ül Hikmeti’l İslâmiye âzâsı idim. Bana dediler; ‘Bir cevap ver. Onlar, altı suallerine altı yüz kelime ile cevap istiyorlar.’

“Ben dedim; ‘Altı yüz kelime ile değil, altı kelime ile değil, hatta bir kelime ile değil, belki bir tükürük ile cevap veriyorum. Çünkü, o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı, mağrurane, üstümüzde sual sormasına karşı yüzüne tükürmek lâzım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!..”

Bediüzzaman, 1930’lu yıllarda Barla’da menfada iken hayatında geçen bu ders-i ibreti nakleder. İngiliz başkumandanı İşgalcilerin şeytanetkârâne siyasetinin iç yüzünü ve desiselerini tek tek deşifre edip çürüten bu esere karşı telâşlanan İngiliz Kuvvetleri Komutanı, dehşetli bir hiddetle “Bediüzzaman’ın vücudunun ortadan kaldırılması” emrini verir. Bu kesin idam emriyle, İngiliz askerlerince aranırken, Bediüzzaman fedâilerle birlikte her gün İstanbul’un ayrı bir semtine giderek halkı ikaza çalışır.

İngiliz generale, “Eğer Bediüzzaman İngilizler tarafından öldürülürse, Anadolu halkı, özellikle Şark vilâyetleri ahalisi onun intikamını almak için büyük çapta harekete geçecekleri ve ne pahasına olursa olsun, onun intikamını yerde bırakmayacakları ve hepsi mahvoluncaya kadar İngilizlere karşı harb edecekleri söylenince, kumandan idam kararını geri aldırır.

Bediüzzaman daha sonra bu hâdiseyi, “...Hem eski Harb-i Umuminin nihayetinde İstanbul’da, İngiliz Başkumandanının eline, benim İngiliz aleyhine şiddetli yazdığım Hutuvat-ı Sitte ve başpapazına tahkirkârane sözlerim eline geçtiği halde, beni mahvetmek yüzde yüz ihtimali varken, hiddetini geri alıp ilişmemesi...” diye belirtir. (Emirdağ Lâhikası, 214)

Ve “Ey kardeşlerim! İngiliz gibi cebbar bir hükûmetin istilâ ettiği bir zamanda, bu tarzda matbuât ile mukabele etmek tehlike yüzde yüz iken, hıfz-ı Kur’ânî bana kâfi geldiği halde, size de yüzde bir ihtimal ile ehemmiyetsiz zâlimlerin elinden gelen zararlara karşı elbette yüz derece daha kâfidir” diye mânevî hıfzı nazara verir. (Mektûbat,, Hücûmat-ı Sitte, 405 )

HATIRA

“Rabbü’l-Âlemin’in rahmetinden de ümid kesmeye hakkımız yok”

Yazar Mehmet Niyazi Özdemir, “Yazılamamış Destanlar” isimli kitabında Birinci Dünya Savaşı başında Van’da topladığı gönüllülerle Ruslarla ve Ermenilerle Gönüllü Alay Kumandanı olarak savaşan Bediüzzaman’ın Batı Trakya Cephesinde de yer aldığını belirtir.

Amcası Süleyman Beyi, Batı Trakya’da şehid veren yazar, Bediüzzaman’ın Edirne müdafaasına gelişini şöyle anlatır: “Sisli bir sabah yeni bir gönüllü grubuyla karşılaştılar. Bunların kıyafetleri değişik, başları sarıklıydı. Bellerini, omuzlarını armaları dolanıyor, sağ yanlarında da kamaları sarkıyordu. Tüfeklerini çatmışlardı. Başlarında uzunca boylu, levent endamlı, bıyıklı, çizmeli, gösterişli bir kumandan vardı...”

Gönüllü Kuvvetler Kumandanı’nın “Aziz Üstadım, bu kara günümüzde talebelerinizle imdadımıza koştunuz” hitabıyla Bediüzzaman’ı karşıladığını kaydeden Özdemir, buna mukabil Bediüzzaman’ın “Ah benim kahraman kumandanım, kara gün hepimizindir. Böyle bir günde din ve devletin hizmetinde bulunmayacağız da ne zaman bulunacağız” cevabını nakleder.

“Zelil duruma düşmek”ten yakınıp kahır olan kumandanı Bediüzzaman’ın “Düştüğümüz yerden kalkmaya çalışırsak, Rabbim yardımını esirgemez inşallah” cevabıyla teselli ettiğini yazar.

Mehmet Niyazi Özdemir’in kitabına aldığı hâdiselerden biri Bediüzzaman’la Harbiye Nâzırı Enver Paşa’nın dostane buluşmasıdır:

“Bir başka araba ile Enver Bey nizâmiyeden içeri girdi. Said Nursî bu genç subayla çok samimî dosttu. Yüzüne yerleşen mâtem uzaktan belli oluyordu. Said Nursî’yi görünce gülümsemeye kendini zorladı.

-‘Geldiniz değil mi Canım Üstadım!’

Ona her zaman Gayur Kardeşim diye hitap eden Said Nursî cevap verdi: ‘Nasıl gelmeyeyim Gayur Kardeşim?’

Said Nursî’nin boynuna sarılırken duygulu bir sesle sordu: ‘Nasılsınız Canım Üstadım?’

-‘Allaha şükür, vatan ve milletimizin kederinden başka sıkıntımız yok. Siz nasılsınız?’

-‘Nasıl olayım Canım Üstadım?’

Said Nursî bir elini omzuna koydu; sesi de teselli ediciydi.

-‘Üzüntüyle bir yere varamayız. Rabbü’l-âlemin’in rahmetinden de ümid kesmeye hakkımız yok. Biz elimizden geleni yapalım…”

Okunma Sayısı: 1954
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Filiz S.

    27.3.2015 11:22:14

    Allah razı olsun...Çok güzel, etkileyici, düşündürücü, insanı alıp götüren bir yazı olmuş, teşekkürler...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı