Kültür Bakanlığı’nın 237 gündür Risale-i Nur’a getirdiği haksız ve hukuksuz “bandrol yasağı”yla fiilen basımını durdurup, ardından “devlet tekeli”ne alarak Diyanet’e verilmesi, açık bir hak ihlâli.
Aslında ilki 1947’de çıkan, peşinden Demokrat Parti döneminde çıkarılan 5.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 47. maddesiyle merhum Menderes, özellikle harf inkılâbıyla basılmayıp kaybolmakla karşı karşıya kalan memleket kültüründe önemli fikrî, ilmî, tarihî, mânevî kültür-sanat eserlerinin gün yüzüne çıkarılarak yeniden millete kazandırılmasını amaçlar. Daha sonra 21.2.2001’de bu madde, AB standartlarına uyumlu hale getirilir. Eser sahibinin vefâtı ya da mirasçıların yayınlayamaması, ticari getirisinin yetersizliği gibi nedenlerle yayınevlerinin yayımlamaktan imtina ettikleri “öksüz eserler” diye nitelendirilen “memleket kültürü için öneme hâiz eserler” hakkında karar verilebilmesi için, malî ve mânevî haklarının korunması kaydı getirilir. Buna göre, eserin 70 yıllık “koruma süresi”nden önce “kamuya mal edilmesi” için, Türkiye’de veya Türkiye dışında “vatandaşlar tarafından vücuda getirilmiş olması”, “yayımlanmış eser nüshalarının iki yıldan beri tükenmiş olması” ve “hak sahibinin uygun bir süre içinde eserin yeni baskısını yapmayacağının tespit edilmesi gerekir” şartları koşulur. Ne var ki, en son “torba kanun”a sokuşturularak, hiçbir sorun çıkmadan altmış yılı aşkındır uygulanan “öksüz eserleri” konu alan maddedeki bütün bu şartlar kaldırılarak, “eser sahibinin ölümünden sonra, koruma süresinin bitiminden önce kamuya mal edilmesi”yle “devletleştirilmesi” “yasal kılıfı”, “bandrol yasağı”ndan sonra, ilgili bakanın itirafıyla meseleyi tam bir çıkmaza sürükledi.
“BEDİÜZZAMAN’IN VASİYETİ” YANILTMASI…
Gerçek şu ki, yasayla en evvel Nur Risalelerinin “devlet/Diyanet tekeli”ne alınması, baştan beri mevzubahis yasanın Risalelerin “devletleştirilmesi” için çıkarıldığı tesbitini doğruyor. Habere göre, imzalanan Bakanlar Kurulu kararnâmesinde, “eser Sahibi Sait Okur’un -Bediüzzaman Said Nursi’nin- eserler üzerindeki hakların, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından kullanılması” emr-i vakisisiyle açık bir mülkiyet ve miras hakkı ihlâl edilmiş. “Kanun’ndan kaynaklanan esere ve eser sahibine ait tüm hak ve yetkiler Diyanet İşleri Başkanlığı’na aittir” ibâresiyle, bütün ikazlara rağmen malî ve mânevî hakları gasbedilmiş. (Yeni Şafak, 23.11.14)
Yine Risalerin “Diyanet’in veya Diyanet’in izin verdiği izin veya yetki çerçevesinde kişi ve kuruluşlarca işlenebilir, çoğaltılabilir, yayınlanabilir, temsil edilebilir veya işâret, ses ve görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletilebilir” cümlesindeki “işlenebilir” tabiri, uzmanların tesbitiyle, Risaleleri tercümenin yanısıra sadeleştirilmes ve hatta tahrifatı suiistimaline kapı açıyor. Ve “Risalelerin sadeleştirmeye karşı ‘devlete’ mal edildiği” savunmasındaki samimiyetsizliği ele veriyor. Ancak en garip saptırma, “Risalelerin devlet eliyle basımı, dağıtımı ve okutturulması”nın “Bediüzzaman’ın isteği” olarak lanse edilmesi. “Yıllar sonra Bediüzzaman Hazretlerinin vasiyeti yerine geldi” cerbezeli yanıltması…
Oysa Bediüzzaman’ın “Benim kitaplarımı bir tek devlet/Diyanet tab’ edip dağıtmalı” diye bir vasiyeti yoktur. Aksine, “Bize dinî hükümleri ve İslâmî hakikatleri tâlim edecek resmî bir dairemiz Diyanet var. Sen ne salâhiyetle dinî neşriyat yapıyorsun?” sorusuna, “Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz. İman ve Kur’ân nasıl inhisar altına alınabilir?” cevabını verip iman hakikatlerinin ve Kur’ân’ın esaslarının inhisar altına alınmayacağı, “resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde, dünya muamelâtı suretine sokulmayacağı” cevabını verir. (Mektûbat, 72; 16. Mektûb Beşinci Nokta)
HAKKIN DİYANET’E VERİLMESİ SAPTIRMASI
Özetle, Bediüzzaman’ın kitaplarının basım ve yayımını “devlet adına” Diyanet’in basıp neşretmesini vasiyet ettiği” uydurmalı cerbezesinin hiçbir mesnedi, delili ve hakikati yok. Zira bu hususta en çok istismar edilen, Bediüzzaman’ın bir takım Külliyat gönderdiği Diyanet İşleri Başkanı Ahmed Hamdi Akseki’ye yazdığı mektupta, “Has arkadaşlarımdan tashihe yardım için birisi başta bulunmak şartıyla, (Risaleleri) memleketteki Diyanet Riyasetinin şubelerine yirmi otuz tane teksir edilmektir. Çünkü haricî dinsizlik cereyanına karşı böyle eserleri neşretmek, Diyanet Riyasetinin vazifesidir” denilir. Akabinde Nur talebelerinin mektubunda, “Üstadımız diyor ki; onları (Risaleleri) müftüler neşretmek niyetiyle Diyanet Reisine verirsiniz” diye yazılır. (Emirdağ Lâhikası, 258-9)
Hulâsa, Bediüzzaman, “Diyanet de istediği Risaleleri neşretsin” çağrısında bulunur; lâkin asla “sadece Diyanet basıp neşretsin, basım hakkı bir tek devlete/Diyanete/devlete verilsin” demez. Hiçbir lâhika mektubunda böyle bir ifâde yer almaz. Bundandır ki, Risalelerin “basım ve yayım hakkının “devlet adına” Diyanet’e verilmesi, Bediüzzaman’ın hayatında ve eserlerinde açıkça ortaya koyduğu irâdeye, kanuni varisleri ile Nur talebelerinin müttefikan benimsediği ve 54 senedir süregelen fiilî duruma aykırıdır. Hakkın gasbıdır.
Bediüzzaman, Diyanet’i “hakikî sahip ve hâmi ve muhâfız olmaya” dâvet eder; ancak hiçbir beyânında Risalerin tab’ ve neşir hakkını ve yetkisini devete/ Diyanet’e vermez., “verin” demez. Lâhika mektupları ortada; güneş balçıkla sıvanmaz. Bu çarpıtmayı yapanlar büyük vebâl altındadır. Tahrifatçı gasıp demagoglara ve meddahı şakşakçısı nâdânlara duyurulur…