Yoğun gündem ortasında, Ege’de 18 ada ile 152 adacığı işgal eden Yunanistan’ın aynı stratejik öneme sahip Küçük Çuha Adası’nı da sessiz sedasız işgale hazırlandığı haberleri gürültüye geldi.
Girit Adası’nın kuzeybatısında bulunan ve yüzlerce yıldır Osmanlı devletine - Türkiye’ye ait olduğu belirtilen adanın kuzeyine ve orta kısımlarına konut inşa eden Yunanistan’ı, adayı turizme de açtığı, 40 kişinin yaşadığı adaya Belediye Başkanı atandığı, diğer adalarda olduğu gibi peşinden de asker ve silâh yığacağı kaydediliyor.
Millî Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, “Bundan sonraki aşamada, diğer adalarımızda yaptığı gibi Küçük Çuha Adası’na da asker ve silâh yerleştirerek, adayı işgal etmeye çalışacak” diyor. Ege Denizi’nden Akdeniz’e geçişi sağlayan stratejik öneme sahip bu adanın da silâhlandırılması halinde Kitira Geçidi’nin kontrolünün tamamen bu ülkeye geçeceği ve Türk gemilerinin Ege’den Akdeniz’e geçişlerinin önemli ölçüde engelleneceği ikazında bulunuyor.
HEP SUSKUN KALIP ÖTELEDİ
Vakıa şu ki AKP iktidarında, 2003 yılında Yunanistan’ın üç adayı işgaliyle başlayan süreçte Ege Denizi’ndeki ada ve adacıklara bayrak dikip asker yığıp silâhlandırmasına, Yunanlı komutanlarla politikacıların bu adalarda dış basına da yansıyan işgal oldubitilerine sadece “Millî çıkarlardan ödün verilmeyecek” demeçleriyle karşılık verildi.
Kulübeler, iskeleler kurarak, sivil halkı yerleştirerek bu adacıkların kendisine ait olduğu havasını pompalayan Yunanistan’ın bütün dünyanın gözü önünde göz göre göre yaptığı bu emrivaki işgalini AKP iktidarı ciddî tepki ve tedbirler yerine, zaman zaman iç kamuoyuna yönelik hamasetli beylik lâflarla öteleyip geçiştirdi.
En ufak bir meselede AB’ye rest üzerine rest çekip meydan okuyan Ankara 19 adacığın gasbına hep suskun kaldı. O denli ki, bu süreçte Yunanlıların Ege adalarında bayrak diktiği haberlerine devlet kanalı TRT’de ve “iktidara ilişik medya”da hiçbir yalanlama gelmedi.
Uluslar arası hukuk çiğnenerek adaların fiilen işgal edilmesini, Meclis’te muhalefet milletvekillerinin verdikleri soru önergelerine dönemin Başbakanı ve Millî Savunma Bakanı, “Kimseye bir karış toprak vermeyiz” açıklamalarıyla geçiştirdiler.
Bilindiği gibi, Lozan Antlaşması’nda masada kaybedilen Kerkük-Musul ile Boğazlar ve Kıbrıs meselelerinin yanı sıra diğer Ege Adalarıyla kayalıklarının statüsü belirlenmeyip ötelenmişti.
ANKARA, İŞGALİ ÖNLEMELİ…
Bu açıdan, Lozan’daki “Ege Denizi’nde Yunanistan’a verilen adaların silâhlandırılmayacağı ve Türkiye ile Yunanistan arasında âidiyeti belirlenmemiş adaların daha sonra ilgili ülkeler arasında tartışılıp belirleneceği” hükümlerine rağmen, Atina’nın Ankara ile müzâkere etmeden tek taraflı fiilî durum meydana getirerek on sekiz ada ile 152 adacığı ve kayalığı işgali ve silâhlandırmasının kıt’a sahanlığının belirlenmesinde, yeraltı madenlere sahip olmada fevkalâde önemli olduğu ve Yunanistan’ın karasularını 6 milden 12 mile çıkarmasına karşı büyük arz ettiği belirtiliyor.
Cumhurbaşkanı’nın “Türkiye’yi âdeta denize ayak basamayacak hale getiren çabalara asla izin vermeyeceğiz”, Millî Savunma Bakanı’nın “Denizlerimizde hukukî ve tarihî haklarımızın ihlâline asla müsaade etmeyeceğiz” çıkışlarına rağmen, başta Yunanistan’ın işgal ettiği adalar olmak üzere Ege’den Doğu Akdeniz’e Türkiye’nin egemenlik haklarını hiçe sayan oldubittiler devam ediyor.
Özetle, Türkiye’yi âdeta Ege Denizi üzerine çıkamaz hale getiren Ege Denizi’ndeki 12 mil deniz ve hava sahası ihlâli fiilî durumu ve Kıbrıs Kıbrıs Rum Kesimi’nin Akdeniz’deki hukuksuz sondaj ve hak gaspları devam ediyor.
Merhum Menderes’le Zorlu’nun büyük emeklerle sağladığı Londra ve Zürih anlaşmalarına göre Kıbrıs ve Akdeniz’deki enerji kaynakları, petrol ve doğalgaz aramalarında Ada’daki iki toplumun yanısıra “garantör ülke” olarak Türkiye’nin de olurunun alınması şartına rağmen, Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistan, Türkiye’yi dışlayıp Akdeniz’den Avrupa’ya doğalgaz boru hattı stratejik-jeopolitik işbirliğine gidiyor.
Ankara, kamuoyunu yanıltan çarpıtmalara ve yanıltmalara son vermeli; Rum kesimiyle Yunanistan’ı daha da şımartan, küresel güçlerin projelerine zemin hazırlayan iç kamuoyuna yönelik hamasi günübirlik konjonktürel neticesiz söylemler yerine, uluslar arası hukuk çerçevesinde güçlü ve etkin diplomasi ile işgali önleyici diplomatik, siyasî tedbirleri almalı; Türkiye’nin Ege ve Doğu Akdeniz’deki haklarını korumalı.