Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Marifetü’n-Nebi risalesinde Resul-i Ekrem’in (a.s.m) zât-ı nuranîsinden bahsederken: “...İki âlemde semere verecek olan zîhayat kaideleri harekâtıyla tesis ettiğine binaen; her bir fiil ve her bir tavrının iki taraftan, yani bidayet ve nihayetten ciddiyeti ve sıdkı nazar-ı ehl-i dikkate arz-ı didar ediyor” demektedir.
Yani Resul-i Ekrem(a.s.m) hem nübüvvetten önceki hayatında hem de nübüvvet vazifesinden sonraki hayatında bidayetten nihayete kadar aynı ciddiyet ve sıdkı göstermiştir. Her bir fiil ve hâli aynı kalmış, zaman ve şartlara göre fiil ve hâlleri değişmemiş, hangi taraftan bakılırsa bakılsın tavırları aynı görünmüştür. Bu sebepledir ki işlerinde hakikatin ruhuna isabet etmiş, bu isabeti ise hakkaniyetine bir delil olmuştur. Tebliğ vazifesiyle meşgul olanların Resul-i Ekrem’in (a.s.m) bu vaziyetini örnek almaları gerekmektedir.
Bir dâvâ adamının nasıl olması gerektiğine dair merhum Ali Ulvi Kurucu’nun Tarihçe-i Hayat’ın ‘önsöz’ünde yazmış olduğu bölümü paylaşmak istiyoruz: “Herhangi bir iklimde zuhur eden bir ıslahatçının mahiyet ve hakikatini, sadakat ve samimiyetini gösteren en gerçek mi’yar, dâvâsını ilâna başladığı ilk günlerle, muzaffer olduğu son günler arasında ferdî ve içtimaî, uzvî ve ruhî hayatında vücuda gelen değişiklik farklarıdır, derler. Meselâ, o adam ilk günlerde mütevazi, âlicenap, feragat ve mahviyetkâr, hülâsa, bütün ahlâk ve fazilet bakımından cidden örnek olan gayet temiz ve son derece de mümtaz bir şahsiyetti. Bakalım, cihadında muzaffer olup hislerde, emellerde, gönüllerde yer tuttuktan sonra, yine o eski temiz ve örnek halinde kalabilmiş mi? Yoksa, zafer neş’esiyle, birçok büyük sanılan kimseler gibi yere göğe sığmaz mı olmuş?”
Bu kutsi dâvâda bidayetten nihayete kadar aynı ciddiyet ve sadakati gösterebilmek duasıyla...